Oluşturulma Tarihi: Haziran 13, 2008 00:00
HP Görüntüleme ve Baskı Grubu Ülke Müdürü Fikret Ergüder, Galeri Nev İstanbul Yöneticisi Haldun Dostoğlu, Ali Esad Göksel ve Yurtsan Atakan Ritz Carlton'daki dünyaca ünlü İtalyan restoranı Bice'de sanat ve teknoloji ilişkisini konuştu.
Haldun Dostoğlu (HD): Mönü çok zengin görünüyor.
Fikret Ergüder (FE): Ev yapımı pizzalarla makarnaların çeşitliliği etkileyici.
Ali Esad (AE): Normal şartlar altında şehirdeki lokantaların çoğunda daha kısa mönüler var. Burası meraklılar için bir sürü alternatif sunuyor. Önemli bir avantaj. Şef uzun zamandır burada çalışıyor. Hyatt’a çalışmaya geldikten sonra bir Türk ile evlendi. Türk müşterisini iyi tanıyor. Burada da iyi bir sinerji yakalayacağını düşünüyorum.
Yurtsan Atakan (YA): Mönü her Bice'de aynı değil, değil mi? Şikago’daki çok farklıydı.
AE: Ufak kaymaları var. Yeni yapılanmada birkaç standart
yemek belirlenmiş. Geri kalanında lokal yemeklerin lezzetlerin menülere katılması sağlanmış.
HD: Bir İtalyan restoranına gittiğinizde mönüyü elinize aldığınızda ne görmek istersiniz, ne görmek istemezsiniz?
AE: Doğru dürüst birkaç tane risotto görmek isterim. İtalyan şarapları görmek isterim.
FE: Ben İtalyan restoranında, sahibinin gelip yemekleri anlatmasını da ayrı bir değer gibi görüyorum. Onların yönlendirmesini istemem. Biraz da benim sürprize açık olmamdan kaynaklanıyor. Kendimi sınırlamak istemiyorum ve sahibin önerileri doğrultusunda yeni tatlar keşfedebiliyorum.
YA: Bazı İtalyan restoranlarında içeriye mutfaktan girersiniz. Bir resim sergisine, ressamın atölyesinden geçerek girmek gibi bir şey bu. Sanatla, yemek birbirine çok benziyor.
Dünya sanata farklı bakıyor
AE: Yemek de tıpkı sanat gibi heyecan verici. Bugün artık dünyadaki sanata bakış 19’uncu hatta 20’nci yüzyılın genel üsluplarının çok dışında bir yere gidiyor. Bundan 3-4 ay önce Time dergisinde kapak olarak Saatchi&Saatchi’nin müzesini ve koleksiyonunu düzenleyen Hint asıllı bir uzmanın yazdığı bir makale vardı. Teknolojiyi kullanarak sanal ortamda yeni bir üslupla bu koleksiyonu tekrar sunuyorlar. Hazırladıkları iş bittikten sonra müzecilik anlayışı değişecek, diyor. Gerçekten de çok merak ediyorum. Önümüzdeki 25 yıl içinde müzecilik ya da koleksiyonlar nereye doğru gidiyor?
HD: Ben yemek konusuna geri dönüp sonra senin soruna cevap vereceğim. Burası bir aile restoranı görünümünde. Zincirleşmiş bir restoranın bu servisi vermesi hoş bir şey. Özenli bir servis var, günümüz dünyasının sabırsızlığı yok burada.
Günümüz sanatçılarında bu sabırsızlık var. Leonardo’ların, Michelangelo’ların zamanındaki gibi fırçayı eline alıp boyaya sürerek sanat yapmak yavaş geliyor. Sanatçının bekleyecek sabrı yok. Teknolojinin hızla gelişmesiyle insan çağa ayak uydurmak istiyorsa hızlı olmak zorunda. Dolayısıyla da yaptığı şeyin cevabını hemen almak istiyor. Boyayı karacak, onu kurutacak onu bezir yağında 6 ay bekletecekÉ Rönesans’ta öyleymiş. Boya, bezir yağı ile güneş görmeyen ortamlarda bekletilirmiş. O yağ sayesinde boyalar solmuyor.
Şimdiki sanatçıların ise sabrı Picasso’nun zamanındakinden de az. Bu noktada teknoloji devreye giriyor. Artık sanatçıları neredeyse yarısı resim çekiyor. Resimleri insanlara hemen gösterip 15 dakika sonra meşhur oluyorsun.
FE: Haldun Beyi dinlerken katılmamak mümkün değil. Verdiği örnekleri birebir yaşıyoruz. 40 yıllık fotoğraflar sarardı diye laflarımız var ya, bugün evde bastığınız fotoğraflar yüzyılı devirebiliyor. 70 ile 100 yıl arasında koruyabiliyor. Hatta üzerine kaplamalar uygulayarak bu süreyi daha da artırabiliyorsunuz.
Sayısal müzeler yaygınlaşıyor
YA: Üstelik bu teknoloji son birkaç yılda, hızla bu düzeye geldi.
FE: Son on yılda fotoğrafçılıkta fiyatlar 20 kat düştü, hız ise 20 kat arttı. Başka bir sektörde bu kadar birbirini destekleyen hem hızlanma hem de ucuzlama görmedim. Müzeciliğin dijital ortamla örtüşmesi inanılmaz boyutta. İçerik şu anda çok çabuk tüketiliyor. Her yerden her şeye erişilebiliniyor. Yerel diye bir şey kalmadı. Müzenin neresi olduğu bile sorgulanabilir. Bugün müzeyi gezip beğendiğiniz eserlerin kopyasını da müzeden çıkmadan evvel bir makine ile basıp kolunuzun altında evinize gidebilirsiniz. Odanıza duvarınıza asabilirisiniz. Bunu Birtish Museum'da ve National Gallery’de uyguluyoruz.
AE: Bence bu yaygınlaşmasın. Bunu ahlaksızca bir Amerikan pazarlaması olarak görüyorum. Böyle bir şey istemiyorum. Yurtsan sen ne diyorsun?
YA: Pahalı sanatı kitlelere erişilebilir kılması açısından olumlu bence.
HD: Hong Kong’un kuzeyinde nüfusu 32-33 bin olan bir köy var. Herkes ressam. Sipariş üzerine eser çoğaltıyorlar. Teknolojik olarak yapılan şeyi onlar elle yapıyorlar. Siz Van Gogh siparişi veriyorsunuz. Senede 200 bin tane teslim ediyorlar. Picasso alacak paran yoksa buradan kopya resimleri de alabilirisin. Ben bu fikre çok da karşı değilim.
AE: Ben kitabını almayı tercih ederim.
Teknoloji sanatın perisi mi cellatı mı
FE: Kitapların teknoloji ile buluşması ise şöyle oluyor: 10 yıl sonrayı düşünün. Bir kitapçıya girdik. Raf falan yok. Kahve gibi. Stok tutan yok. Siz makinenin başına gidiyorsunuz. Buldum bulamadım da yok. Kitabınızı seçiyorsunuz. Benim kitabımın kapakları sert olsun, şu renk olsun içinde de yazardan bir önsöz olsun, benim adıma imza da olsun. Düğmeye bastınız, orada kahvenizi içtiniz. 10 dakika içinde kitap basıldı ve teslim edildi. Bu hayal gibi geliyor mu? Gelmesin. Çünkü İsrail’de bugün uyguladığımız bir teknoloji.
YA: Kitap da bir teknoloji ürünü sonuçta. Bugün Mona Lisa’yı bütün dünya tanıyorsa bunu da teknolojiye borçluyuz. Baskı teknolojisi olmadan önce dünyadaki insanların ondan haberi yoktu.
AE: Yanlış anlaşılmasın ben muazzam bir teknoloji taraftarıyım. Ama otantik olan her şeyin de bir kıymeti olduğuna inanıyorum. Teknolojinin bu yolda kullanılmasının otantikliğe karşı haince bir saldırı olduğunu düşünüyorum.
YA: İleride baskı teknolojileri kullanılarak üretilecek, yaratılacak yepyeni sanat dalları da çıkacak.
AE: Ona karşı değilim. Onu tartışmıyorum. Ama tartıştığımız şey bambaşka bir şey. Haldun Bey diyor ki "Picasso’yu sana istediğin ebatta basıp veriyorlar" diyor. Ben buna karşıyım. Bu yöntemle aynı zamanda sanatın demokratikleşmesi, popülerleşmesi için çaba harcanıyorsa daha da şiddetle karşıyım.
FE: Ben bunu şöyle görüyorum. Bir yerden sevdiğin bir manzaraya bakıyorsan o anıyı yanında taşımak için fotoğrafını çekiyorsun. Fotoğraf makinen yoksa da kartpostal satan bir yere gidip o şehrin o güzel görüntülerini yanına alıp paylaşıyorsun. Bir müzeyi gezerken, etkilendiğim şeyler oldu. Kapıda poster haline getirilmiş eserlerin olduğunu gördüm. Onlardan aldım. Reprodüksiyon. Yeniden üretilmiş.
AE: Sayısal dünyanın nimetlerine yüzde yüz hayranım. Fakat bu yapılan işi hoş görmüyorum. Haldun bunu benim Mısır Çarşısı’nda Ağlayan Çocuk resmini almamdan hiçbir farkı yok.
HD: Farkı yok çünkü Picasso bugün yaşsaydı belki de meşhur olmak için ağlayan çocuk resmi yapardı.
YA: Sanatçının şunu keşfetmesi lazım. "Bu yeni teknoloji ile bugüne kadar yapılmayan neyi yapabilirim?"