Tayyip, yeşil elmanın yarısı

Güncelleme Tarihi:

Tayyip, yeşil elmanın yarısı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2002 09:45

DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, AKP Lideri Tayyip Erdoğan'ı ‘Yeşil elma’ olarak nitelediği Refah Partisi'nin diğer yarısı olarak gördüğünü söyledi. Çiller, "Ben onları iyi tanıyanlardanım. Ama yasakları da savunmuyorum" dedi.

Haberin Devamı

Mülakat tarihi: 27 Eylül 2002 Cuma

 

Katılan Hürriyet Mensupları: Ertuğrul ÖZKÖK, Oktay EKŞİ,

Tufan TÜRENÇ, Pakize SUDA, Latif DEMİRCİ, Hakan AKPINAR

 

 

ÖZKÖK: Muğla geziniz nasıldı Tansu hanım?

 

Muğla çok iyiydi. Biz Muğla’da farklı bir şey yaptık. Bir yerde miting değil de altı yerde miting yapmaya karar verdik. Bir yerde üç, diğer yerde üç miting yapacağız. İlk üçü yaptık, ikinci üçü yapacağız. Çünkü ben Muğla’dan olunca her ilçeden yapmam gerekiyor.

 

TÜRENÇ: İstanbul’u niye bıraktınız?

 

Haberin Devamı

Son geceye kadar İstanbul’u bırakmak gibi bir düşüncemiz yoktu.

 

TÜRENÇ: Yani tehlikeli bir durum mu gördünüz?

 

Yok yok, hiç ilgisi yok. Şöyle oldu; son güne kadar sayın Bayar’la işbirliği yapıp yapmayacağımızı tam olarak nihai bir noktaya vardıramamıştık. Ve sayın Bayar İzmir 2. Bölge’ye girince Ufuk Söylemez’i o zaman İstanbul’a alalım dedim ben. Çünkü o da sanki Bayar onun yerini alıyormuş gibi olmasın diye ben de ona kendi yerimi verdim. Ona verdiğim önemi ifade etmek için. Öyle bir şey olsaydı en kötü seçimimiz geçen seferki seçimlerdi. Ben bilhassa İstanbul’dan oldum. Bir de yani insan galiba ilelebet siyasette değil. Baba ocağında bir defa olayım istiyor insan. Onların çok arzusu oldu. Geldiler bana, trafik aksadı falan, fakslar yolladılar. Bizim gece yarısına kadar iki listemiz vardı. Bir sayın Bayar’la birlikte olacak liste, bir de onsuz olacak liste. Yine İstanbul’du son dakikaya kadar. Dikkat ederseniz 11.00’de buluşacaktık. Son dakikada oldu. Ben sayın Bayar’la hiç konuşmadım. İlk el sıkışımız saat 13.30’da o gün oldu. Fakat tabii aramızda giden-gelen arkadaşlarımız vardı. Sonradan çok sevdim. Sayın Bayar’ı çok sevdim, hakikaten sevdim. Değerli bir çocuk, değerli bir arkadaş.

 

Haberin Devamı

SUDA: Hiç tanımadan evlilik gibi bir şey...

 

Yok yok öyle değil canım. Birbirinizi çok iyi tanıyorsunuz. Gördüm. Biliyorsunuz birbirinizi. Aynı kökten gelmişsiniz yani. ‘Kırat' diyen bir kişi, AB diyen bir kişi. Yani, tanıyorsunuz. ‘Beni tanımak illa beni görmek değildir' diye bir söz vardır ya.

 

MAKUL ÇOĞUNLUK DEĞİL, MAĞDUR ÇOĞUNLUK

 

TÜRENÇ: Demirel’in bir rolü oldu mu bu birleşmede?

 

Hayır, doğrudan diyemem. Asıl isteyen ben oldum. Davet eden, bu işi isteyen ben oldum. Çünkü, Türkiye’nin bu güven kaybı ortamında ciddi bir restorasyona ihtiyacı var. Belki ekonomide yapmadık hata ama, siyasette hatalarım oldu. Ve, istedim ki bir barış, bir toparlanma, kucaklaşma ile başlayalım. Toplumun tüm kesimleri için aynı şeyi arzu ediyorum. Sayın Bayar’ın bir sözü var, ‘makul çoğunluk' diyor. Ben ona ‘mağdur çoğunluk' diyorum. Çünkü hakikaten herkes mağdur. Çiftçi mağdur, esnaf mağdur. Emekliye gidiyorsunuz emekli felaket mağdur. Kadınlar mağdur. Gençler, yüzde 36’sı mağdur. Büyük sermayeye gidiyorsunuz, ‘aman yandım bacım' diye başlıyor Sabancı. ihracatçıya gidiyorsunuz o da mağdur. Türkiye’de bir güven bunalımı var. Herkes, herkesten şüphe ediyor. Yani siyasete güven duyulmuyor, sivil toplum örgütlerine güven duyulmuyor. İnsan komşusuna güven duymuyor, kendi kendine güven duymuyor. Yeniden bir restorasyona ihtiyaç var. Ve bu restorasyonda da ben bir birleşmeyle başlayalım, hoşgörüyle başlayalım, geçmişe takılıp kalmadan, ileriye bakarak başlayalım diye düşündüm. Ben talepkar oldum.

 

Haberin Devamı

ANAP’IN TAVANI ŞİRKETLEŞMİŞ BİR GÖRÜNTÜ VERİYOR

 

TÜRENÇ: Peki ANAP’la niye böyle bir şey oluşmadı? Bu daha sağlıklı bir bütünleşme, birleşme olmaz mıydı sağda? AKP’ye karşı daha güçlü bir alternatif oluşmaz mıydı?

 

Evet. Biz ANAP’a karşı değiliz. ANAP bizim kardeş tabanımız. Özal misyonunun devamı olarak Akbulut’u gördük. Akbulut’a işaret etmişti Özal. Onun döneminin genel başkanıdır, onun döneminin başbakanıdır. Sonra tutmadı ama, ben Cumhurbaşkanıyken de sayın Özal’ı ziyaret ettim. Sayın Akbulut’a olan güvenini hissettirdi bana. Sayın Akbulut tabi çok önemli bir kimlik. Biz Özal misyonuna sahibiz. Özgürlükçü, AB’den yana, ama bunda hiç kırık çizgisi olmamış. Biz Menderes’le başladık. Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne ben soktum. Netice itibariyle sağdaki bir birlikteliği yukarıdan yapamıyorsunuz. Aslında bu bizim yaptığımız işaret vermek. Nereye işaret veriyoruz, tabana işaret veriyoruz. Asıl bütünleşmeyi taban yapacak. Ve de sandıkta yapacak.

 

Haberin Devamı

EKŞİ: Özal misyonuna sahibiz dediniz.

 

Özal misyonunun bazı unsurlarına sahibiz anlamında söylüyorum. AB, liberal ekonomi, fikir ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü. Bütün bunları ikinci demokrasi programında beş yıl önce yazdık biz. İnanarak yazdık. Bütün bunların yanında, Kırat misyonunun gerçek sahibiyiz. Ama Özal o misyondan çıkan bir kol. O misyon eğer yasaklanmasaydı, belki de olmayacaktı.

 

EKŞİ: Ama biliyorsunuz, o ‘benim geçmişle ilgim yok' dedi. Biz yeni kuruluyoruz, dört eğilimi bir araya getiriyoruz ve Napolyon’un ‘asalet benden başlar' dediği gibi o da bizden başlıyor dedi. Ben onu aktarıyorum yani.

 

ANAP’ın tavanı çok şirketleşmiş bir görüntü veriyor. Yani tabandan kopuk. Yani çiftçi yok. Biz ANAP’ın bütün tabanıyla kardeşiz ama tavanda farklı yaklaşımlar var. Biz çiftçi diyoruz, esnaf diyoruz, işte KOBİ’ler diyoruz, AB atılımı diyoruz ama, samimi olarak diyoruz. Biz Gümrük Birliği’ne soktuk Türkiye’yi. Kopenhag kriterleri çıktı, halen Türkiye’nin iyi bir diplomasi yapamadığı anlaşılıyor orada. Yani iyi bir pazarlık yapamadığı anlaşılıyor. Sizinle bir anlaşma yapsak şurada, ben bir şey imzalasam, siz de bir şeyi imzalasanız, ben bunu yaptığım zaman sen de bunu yapacaksın. Ben bunu sordum Kopenhag kriterleri sonucunda böyle olmamalıydı. Her şey aşağı-yukarı bir çerçeve içine alınsın diyordum. Çerçeve içine alınırsa destekleriz. Bütün Avrupa’nın kesimleri de bunu söylüyordu. Nihayet o da yapıldı. Biz de sorduk o zaman ‘her şey tamam mı?' Adımı atıyoruz çünkü. Muhalefette olmamıza rağmen yardım ediyoruz. Biz bu misyonla geldik buraya. Ama gördük ki o arada tamamlanmamış bir olay var. Türkiye elindeki kozları verdi, ama gereğini de alamadı. Dolayısıyla bizim bakışımız biraz daha kitlesel, biraz daha tabana yönelik. Ama, bir o kadar da restorasyona yönelik. Başlangıç ve barışa dönük önermeler.

 

Haberin Devamı

BARAJ YÜZDE 10’DA KALMALI

 

TÜRENÇ: Sizce kaç olmalı baraj?

 

Yüzde 10 olmalı. Yüzde 10’un altına katiyen inmemeli.

 

TÜRENÇ: Peki demokrasi açısından bu yüzde 10 barajını makul buluyor musunuz?

 

Çok makul buluyorum. Öyle olmasaydı zaten yüzde 10 barajı olmazdı.

 

EKŞİ: Onu askerler koydu ama, yüzde 5’i makul bulmamanızın gerekçesi ne?

 

Çünkü üç partili koalisyonlarla Türkiye’nin ne hale geldiğini görüyoruz. Yüzde 10 barajını indirdiğiniz zaman belki 10-15 parti girecek. 7-8 partili koalisyonlar olacak. Türkiye böyle idare edilemez.

 

TÜRENÇ: Yüzde 10 baraj temsilde adalette bir aksamaya neden olmuyor mu?

 

Hayır, niye olsun. Ama istikrar diye bir şey var yani. Anayasa ikisini de koymuş.

 

TÜRENÇ: Ama şimdi yüzde 40-50’sinin dışarıda kalma olasılığı oluyor. Ama gerekliydi bu yüzde 10 baraj. Ama bugünkü yapılanma içinde diyorum, hem merkezde birleşmiyorlar, hem de yüzde 10 baraja ısrar ediliyor. O zaman temsilde adalette problem çıkıyor.

 

Buradaki mesele, eğer yüzde 50’nin altında bir seçmenle girilirse, hiç şüphe yok ki Türkiye’de bir meşruiyet tartışması çıkar. Ama bu da iki turlu seçime götürür. Bence başlangıçta iki turlu seçime gitmek lazımdı. Ben bunu önerdim, hazırladım. Üç buçuk yıl peşinde koştum, sonra birden popüler oldu. Meclis’e götürdük, beş defa liderlere götürdük, beş defa Meclis Başkanı’na götürdük. ‘‘Ele alacağız'' diye sözler verildi, hiçbirisi yapılmadı. Bakın, Yunanistan komşumuz, bir defa daha seçim yaptı ve Türkiye de onun yaptığı gibi istikrarı bulabilir. Yunanistan, Avrupa’da istikrarlı ülkelerin arasına girdi. İstikrarsız yaşayan bir ülkeydi. Yüzde 50’nin altında bir oy olursa meşruiyet tartışması çıkabilir. Çıkarsa da bir seçime daha gidilir. O zaman fiili olarak iki turlu seçim olur. Sayın Bayar’ın bir ifadesi vardı siz de onu kullandınız, ‘makul çoğunluk'. Çok doğru bir kavram, ben bunu biraz daha geliştirdim, bölünmüş çoğunluğun imtiyazlı bir azınlığın hükmü altına girmek istememesi. Bunun içinden nasıl çıkarız. Bunun içinden iki turlu seçimle çıkarız. Çünkü, herkes ikinci tercihiyle yaşayabilir. Böylelikle bir çok partiyi içeren birliktelikler de gündeme gelmez. Bakınız, ÖSYM sınavında bile herkesin bir ikinci seçeneği var. Bu ikinciyle, üçüncüyle de mutlu olabiliyor insan; ama bir de hiç istemediği bir şey varsa, onu da reddetme imkanı oluyor.

 

HATALARIMDAN DERS ALARAK GELİYORUM

 

ÖZKÖK: Ödünç oy meselesi tepki yaratmaya başladı. Kimse gerçek anlamda kendi istediği partiye oy veremiyor. Bu ipoteği ortadan kaldıracak bir politik tutum gerekmiyor mu acaba?

 

Gerekiyor, o da iki turlu seçimdir. Birincisini istediğinize verin, sonra ilk üç kalır. Birincisinde herkes istediğini, özgür iradesini kullanır, sonuçta iki turlu seçimde üç parti kalır. Bunun da hiçbir şeyi yoktur sayın Özkök. Ben yüzde 10 barajını geçiyorum, şu ikinci parti, şu üçüncü parti... bunların hiç birisinin değeri yok. Ben siyasette 10 yıldır varım, bunu öğrendim siyasette. Siyaset son haftada belirleniyor. Biz bazı seçimlere en önde başladık. Meclis’e girenlerin sonuncusu biz olduk. CHP, o zaman ön seçim yaptı falan. Onun için bence yine bir yanlış içinde Türkiye. O da şu; AK Partisinin karşısında karşısında CHP’yi gösterdikçe AK Partisi’ni güçlendirirsiniz. Bu çok önemli bir refleks yani. Çünkü Türkiye’de sağın oranı yüzde 70, solunki ise 30’dur. Cumhuriyet tarihi boyunca böyle oldu. CHP var dedikçe, orada takılır kalır. Halbuki Türkiye’de bir de merkez var, merkez sağ var. Biz aslında hem merkezi, hem merkez sağı kucaklıyoruz. Bir restorasyondan yanayız. Yeni başlangıçtan yanayız. Şahsen kendi siyasi hatalarımdan ders alarak geliyorum. Ekonomide pek öyle hata yapmadım. Ama siyasette hata yaptım. Dolayısıyla yeni başlangıç, yeni bir bütünleşme. Bunun için de elimizi uzattık, bir çok kişiyi toparladık. Bizim ortaya koyduğumuz şey bir ittifak değil tam anlamıyla. Bir iltihak derseniz o da değil. Bir işbirliği, bir güç birliği.

 

TÜRENÇ: Fiilen bir iltihak oldu bu yani.

 

Hayır, fiilen iltihak da demiyorum ben.

 

TÜRENÇ: Bayar dönecek mi seçimden sonra DTP’ye?

 

Ben onun adına konuşma hakkına sahip değilim.

 

HER MAHALLEDE 10 TRİLYONER YARATACAĞIZ

 

AKPINAR: Son Ege gezinizde her mahallede 100 trilyoner yaratmaktan söz ettiniz.

 

Evet. Bizim programımız o. O bizim bütün programımızdır. Amacımız o.

 

TÜRENÇ:Yani iki anahtar vaadinden sonra.

 

EKŞİ: Nerede söylediniz bunu?

 

Denizli gezisinde. Biz herkesin zengin olmasını istiyoruz. Herkesin almasını istiyoruz. Bizim bu konuda bir çok programımız var, bunu birazdan size göstereceğim. Bütün bunlar içerisinde o iki anahtarı iyi ki sordunuz. İki anahtar. Yıl 1994 Aralık 16. ‘Hatçe gel', sıra sende. Değil tabi ki o. ABD ve AB vizyonuydu. Avrupa’ya gittiğiniz zaman herkesin bir arabası bir evi yok mu. Yani AB vizyonu. Yani orada ne varsa Türkiye’de o olsun. Üç çarpıcı vaadim var. Birisi ekmek. Ekmeği büyüteceğiz diyorum. Bunların hepsi 100 kişilik bir kadroyla ve çok ciddi olarak hazırlandı. Mesela kamuya gelir artışları diyoruz. İlk önce yüzde 8.5’luk ekonomide bir canlılık sağlanacak. Ondan sonra vergi uzlaşmalarıyla bir milyar koyuyoruz. Özelleştirme Kurumunu bile özelleştireceğiz.

 

EN İYİ TAKIM BİZDE

 

ÖZKÖK: Özelleştirme Telekom’da daha önce yapılsaydı Telekom’la sağlanacak gelir 40 milyar dolar mıydı?

 

TÜRENÇ: Şimdi ne ediyor?

 

1.5 milyar dolar.

 

Bunu Ecevit’e de sorun, sayın Yılmaz’a da sorun. Daha o zaman Doğu Bloku ülkeleri bile yoktu ortada. O zaman 16 milyar dolardı bütün Türkiye’nin dış borcu. Ne iç borç kalıyordu o zaman, ne dış borç kalıyordu. Ve benim ortağım da o zaman SHP, 2 gece ben Meclis’ten hiç dışarı çıkmadım. Mecliste yattım-kalktım. Bir e-devlet projemiz var. Burada biz GAP projesini satıyoruz, buna da çok kızacaklar. Hidroelektrik santrallerinin gelir ortaklığı senetlerini satıyoruz. Ve ihracat artışı, turizm artışı vs. Bütün bunlar için hepsinden ilk yıl 47 milyar, ikinci yıl 34 milyar, 225 milyarı 5 yılda çıkarıyoruz. Her 10 puanlık faiz düşüşü 4 milyar dolarlık bir gelir sağlıyor. Buna Sayın Baykal 20 milyar deyip geçiveriyor. Böyle bir olay yok tabi.

 

EKŞİ: Kamu sektörü için yaratmayı düşündüğünüz kaynak?

 

Doğrudan yabancı sermaye artışına 1 milyar dolar koyuyoruz. Ama bunların hepsinin çok iyi ve bilerek hesaplandığını belirtmek istiyorum. Çok iyi bir kadroyla çalıştım.

 

ÖZKÖK: Ekonomik konularda bu seçimlerde en büyük rakibiniz kim? Derviş mi, Mesut Yılmaz mı?

 

Eğer biz kendimizi anlatma imkanı bulsak, takım olarak, görüntüyle bizim rakibimiz yok. Hakikaten yok. Şu Ankara’nın son iktidar dönemindeki refleksine bakın. 289 bin yeni kadro almışlar. Bunun dörtle çarptığınızda 1 milyon insan eder. Ankara’ya 1 ilden fazlası ilave edildi. Bıraktığımız Türkiye 34 milyar dolar. Bizden sonra Türkiye’nin hiçbir döviz kazanma imkanı kalmadı. Geçen yıl 34 milyar, yani onca devalüasyondan sonra bıraktığımız Türkiye’de sadece 2 milyar dolar. Biz 15-16’lık bir ihracat yürüyüşünün devam edeceğini düşünüyoruz. Ama nasıl, 2 milyar Eximbank’ta. Bugün 400 milyon dolar var, borçla almışlar, bu 400 milyon doları sahibine veriyorlar, ama ihracatçıya veremiyorlar.

 

BU SEFALET DEMEK

 

TÜRENÇ: Peki bu yarattığınız kaynaklarla özellikle zor durumda olduğumuz iç borçlar ne zaman tasfiye olur, ne zaman rahatlar Türkiye?

 

İç borcun aşağı-yukarı üçte biri kamuyadır. Diğerleri de piyasaya. Yüzde 40 civarı kamuya ait. Burada hedefimiz büyüyerek ve ihracat yaparak, turizm patlamasıyla büyük bir üretim artışı sağlamak. İki türlü denge olabilir, birincisi; talebi düşürürsünüz, üretimi de onun altına indirirsiniz ve dengeyi burada kurarsınız. Bu sefalet demek. Ama sürdürülebilir bir denge değildir. Çünkü, millet bir süre sonra isyan eder, talepler olur, talepler oldukça dayanamazsınız buna. Bu bir patlamaya götürür. Ve döviz kazanmadığınız için de borcunuzu ödetmez size. Bu sürdürülebilir değildir. İkincisi, bırakırsınız üretim artar, şu anda üretim artışı yok, neden yok? İçeriye talep yok, dışarıda da talep yok. Kasım sonuna doğru Türkiye’de çok ciddi sıkıntılar olacak. Bunu bence bu hükümetin bir bölümü en azından görmüş durumda.

 

BÜROKRASİ SİZİ SUYA GÖTÜRÜR, SUSUZ GETİRİR

 

ÖZKÖK:Yani, bir sonraki iktidarın eline kızgın bir top mu bırakıyoruz?

 

Hiç kuşkunuz olmasın. Bu söylediklerimizin doğru çıktığını hatırlatmak isterim size. 1999’da herkes ‘Kurtuluş Savaşı' derken, ‘bekleyiniz sonbaharı. O zaman benim dediğimin ne kadar doğru olduğu çıkacak, sonbaharda kriz geliyor' dedim. Geldi. Sonra ‘kriz bitti' dediler, ‘hayır bitmedi Şubat’ta bir daha geliyor' dedim. Yine geldi. Dolayısıyla biz bu hastayı biliyoruz. Belki dünyanın en iyi iktisatçıları ile boy ölçüşecek bir kadroya sahip olmayabiliriz. Ama onlar bizimle Türkiye konusunda boy ölçüşemez. Çünkü, ben de yıllarca Boğaziçi Üniversitesi’nde ekonomi okuttum. Türkiye’nin kendine özgü refleksleri var. Onu öyle teorik olarak oraya getirip ‘tak' diye uyguladım Türkiye’ye diyemiyorsunuz. Teori hiçbir zaman bütçe açığıyla kamu açığının bu kadar birbirinden kopacağını öngörmez. Onun için IMF’ye bunu anlatmak lazım başından. Bunu anlatabilmek için onların lisanını konuşabilmek lazım. Bu verilerin elinizin altında olması lazım. Hem de bürokrasiye söz geçirebilmeniz lazım. Yoksa o bürokrasi sizi suya götürür, susuz getirir.

 

EKONOMİ DERVİŞ’E VERİLEMEZ

 

ÖZKÖK: Diyelim ki 4 Kasım sabahı başbakanlık koltuğuna siz oturdunuz. Bir kere koalisyon ortağı olarak kimi istiyorsunuz yanınıza?

 

Aslında şu anda biz kendi aramızda bir söz verdik koalisyon konuşmayacağız diye. Ama koalisyon illa konuşulacaksa CHP. Çünkü CHP ile geçmişte olan koalisyonumuzda bir sinerji yarattık. En önemli mesele de Türkiye’de AB konusudur ama, yani biraz daha ciddi bir pazarlıkla, biraz daha hızlandırarak konuyu, bunu hızlandırmak için en önemli mesele ekonomidir. Neden ekonomidir.

 

ÖZKÖK: Ama o zaman Derviş olacak ekonominin başında...

 

Derviş ekonomiye verilemez. Ekonomiyi bilen bir tek kadro var. CHP kendi içinde o konuda nereye saplanacağı belli olmayan bir altı okla karşı karşıya. Hakikaten öyle. Birileri liberal bir şey söylüyor, öbürleri tabanda, ‘ha IMF mi?' diyor. Bizimkiler de şaşkın izliyorlar. İlçe başkanı, il başkanı falan ‘IMF’den hesap soracağız' diyorlar, yukarıdaki de başka söylüyor. Bu bir kadro hareketidir. Bu kadronun ekonominin başında başbakan vardır. Başka kimse yoktur. Ama tek başına başbakan da yapamaz. Çok ciddi, uyumlu bir kadronuzun olması lazım.

 

TAYYİP ERDOĞAN YEŞİL ELMANIN DİĞER YARISI

 

ÖZKÖK: Peki Tansu hanım o konuda AKP daha iyi bir ortak değil mi?

 

AKP bana göre bir elmanın iki yarısı, elmanın iki yarısı.

 

EKŞİ: Hangi elmanın?

 

RP’nin. Ben şimdi bunları bir elmanın yarısı olarak daha radikal bir yarısı olarak görüyorum. Yeşil elmanın yarısı. Bundan hiç kimse şüphe duymasın. Ama ben bunun yanında yasakları da savunmuyorum. Ben inanıyorum ki biz eğer Türkiye’yi nasıl yöneteceksek, ‘‘Haydi bakalım ne yapacaksın AB’de gerçekten. Veya ne yapacaksın üretimde. Nasıl yöneteceksin ekonomiyi' diye tartışma ortamına çekebilseydik... Ben onun için yasaklı Türkiye’nin yanında değilim. Söz milletindir, hak milletindir. Hep bunu savunarak geldim. Yasakların yanında değilim ama iki turlu seçimin yanındayım. Bu olayı Türkiye’den silmek lazım. Böyle azınlıkta olan bir yüzde 20’lik blokun bölünmüş bir yüzde 80’i hakimiyeti altına almasını önleyecek formülasyon iki turlu seçimdir.

 

Ben onları en iyi tanıyanlardanım. Benden önce Ecevit tanıdı, ondan sonra Demirel tanıdı. Ondan sonra Özal tanıdı. Ama en son ben tanıdım.

 

EKŞİ: Galiba en büyük fiyatı da siz ödediniz, öyle mi?

 

Evet ödedim tabi. Ama şimdi çok ilginç buluyorum. O zaman bütün buna ayakta hayır diyen bütün şövalyeler şimdi niye Ak Partisiyle CHP’ye evet diyorlar, anlamış değilim. Biz Gümrük Birliği’ne girdikten sonra Türkiye 8.1’le en yüksek büyümeye sahipti, diğer aday ülkelerin hepsini geçiyorduk. İşte bana o zaman Kohl dedi ki, ‘sen şimdi AB’ye tam üyelik filan diyorsun, ama işsizlik sorununu ne yapacaksın. Ne yapacaksınız Avrupa’ya akar?''

Ben o zaman ‘‘7.8 işsizlik oranı' dedim. O, OECD rakamıydı. Almanya’nın o sırada 9.4’tü. ‘Bizimki sizinkinden düşük' dedim, İnanmadı. OECD raporlarını gösterdim. Fransa’dan, İtalya’dan daha düşük işsizliğimiz vardı, hepsinden daha büyük bir büyüme oranımız vardı. AB için cazipti Türkiye. Bu OECD rakamı. Yani tek denklemle tek kavramla ölçülen ve kıyaslamak açısından yapılabilenler. Biz de bunu DTP farklı yapar, DİE farklı çıkarır, İTO farklı çıkarır. Ama bu tek rakamla ve karşılaştırılabilen bir rakamdır. Biz o zaman işsizlikte düşüktük. Şu anda iki milyon 200 bin insanımız işsiz, 4.5 milyona yakında yarı istihdam edilebilen var. Düşünün siz biz yüzde 8’lik bir büyüme ile geliyoruz.

 

HATALARIM BÖLÜNMELERE YOL AÇMAKTI

 

EKŞİ: Bizim politikacılarda çok görülmeyen bir söz kullandınız. Bizim liderlerimiz biliyorsunuz hatasızdırlar. Yani diğer insanlar hata yaparlar ama liderler hatalı olmazlar. Bizim siyasetçinin tabiatı budur. Siz biraz evvel ‘ekonomide yapmadım ama siyasette hatalar yaptım’dediniz. Bize iki iki somut örnek verir misiniz?

 

Bir kere siyasetçiler toplumun her kesimini ayrım yapmadan kucaklayan bir görüntü vermeli ve öyle de olmalı. Yani seçimde herkesi kucaklayarak ileri götürmek... Siyasetçi belirli kesimlerle kavgalı olamaz.

 

EKŞİ: Somut örnek istiyorum

 

Yani mesela bölünmelere neden olmamalıydım, her şeye rağmen.

 

EKŞİ: Bölünmelere neden olmamalıydım, yani oldum diyorsunuz?

 

Evet. İstanbul sanayicisinde oldu, siyaset arenasında oldu. Belki her birinin nedeni vardı. Bugün baktığım zaman farklı yapabilir miydim diye düşündüğüm şeyler var. Ama her şeyi de o günün şartlarında değerlendirmek lazım tabi. Ama her şeye rağmen o günün şartlarında bugün farklı yapacağım şeyler var. Bir tanesi daha hoşgörülü daha diyaloğa açık, daha çok konuşan... Ne kadar çok konuşabilseydim, daha çok diyaloğa açık olabilseydim, ben de kendimi daha iyi ifade etme imkanı bulacaktım.

 

RP İLE KOALİSYONA MECBUR KALDIM

 

EKŞİ: RP ile kurduğunuz işbirliği açısından da geçerli mi bunlar?

 

O işbirliği aslında bir mecburiyetti. Hata çerçevesinden baktığımızda hem evet, hem hayır. Şu aşamaları geçirdim. ANAP’a gittim başbakanlığı verdim ve 10 milletvekilim fazlaydı. Ondan sonra o iş yürümeyince gittim bütün liderlere ‘seçime gidelim' dedim. Ona da ‘hayır' dediler. Bu defa gittim bütün liderlere dörtlü koalisyon yapalım dedim. Ona da ‘hayır' dediler.

 

ÖZKÖK: O sırada ANAP RP ile flört etmeye başladı.

 

Flörtün ötesinde. İçişleri Bakanı’nın kim olacağı bile kararlaştırılmıştı ama bütün bunları biliyordum. O sırada da ANAP, AB demiyordu. İkisi beraber Gümrük Birliği’nden çıkmayı düşünüyorlardı. Orada, bir yerde artık başka çare görmedim. Hem Türkiye için, hem partim için, hem AB için görmedim ve bir yerde mecbur kaldım. Bu mecburiyette kalan ilk liderde değilim. Sayın Ecevit, laik cumhuriyetten hiç ödün vermeyen birisi olarak bile buna mecbur kaldı. Dediğim gibi demokrasiyi kurumsal düzlemde kurtarmak lazım bundan.

 

ÖZKÖK: İki turlu seçim olmazsa eğer Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde öbür partilerle belediye başkanlığı için işbirliğine var mısınız?

 

Yapılmalı ve yaparım.

 

İSTANBUL HALA MEDYADAN ÇOK ETKİLENİYOR

 

SUDA: Büyükşehirlerde zayıfsınız

 

Biz büyükşehirlerde 95’te iyi oy aldık. Fakat Pakize Hanım ben şimdi bir şey görüyorum. Eğer bu korku refleksiyle solda CHP, sağda AK parti var gibi bir yaklaşımla girilen seçimde, merkezdeki ve merkez sağdaki oluşumu da ortaya çıkarabilirsek sağlıklısı budur.

Biz bu defa İstanbul’da çok ciddi bir artış trendine girdik. İstanbul medyadan halen çok etkileniyor. Varoşlarına kadar etkileniyor. Burada tekrar ediyorum. Solla kıyaslarsanız, sola gidecek oylar AKP’de takılıp kalır. Ona bir seçenek daha vermelisiniz. Bu da var. Ben bu defa çok ciddi bir farklılaşmanın büyük şehirlerde olacağını düşünüyorum.

 

SUDA: Gençler de pek olumlu yaklaşmıyor gibi...

 

Aslında bu her zaman olmuştur gençlerde. Kitle partilere değil de ideolojiye kaçıyorlar. Heyecan onları ideolojiye itiyor.

 

MESLEK OKULLARINI ARTTIRACAĞIZ

 

Biz eğitimde, meslek okullarını artıracağız ve yönlendirme dördüncü sınıftan itibaren başlayacak. İmam hatip okulları için geçerli değil. Bunlar meslek okullarına ilişkin. Çocuk jimnastikçi olacak, piyanist olacak. Sen buna 8 yıl sonra ‘konservatuvara git' diyemezsin. Dördüncü sınıftan itibaren dünya ne yapıyorsa yapmamız lazım. O doğrultuda 10 yılda 60 tane üniversite olmak üzere çok ciddi bir eğitim programı yaptık. Mesela, iki yıllık okulu bitiriyor turizmde çocuk, 4 yıl okumak istiyor ama önünü kesiyorsunuz. Üniversitede atıl kapasitede var. Burada okumak isteyen çocuk var, yani ABD sistemini düşünün, özellikle bizimki Alman sistemi. Netice itibariyle biz bu sorunları bitiriyoruz. Bütün bunlar hesaplandı. Bunu tek tek bizim eğitim kadrolarımız yaptı. Bunları bir gün sizin karşınıza çıkarabilirim eğitim kadroları diye. Cevap verirler bunlara. Ben iddia ediyorum ki, böyle bir şeye Türkiye hiç hazırlıklı olarak gelmedi. Beş yıl boyunca biz kendimiz hep ölçtük biçtik. Yüzde bir bile sapsak, bunu bile hesapladık. Mesela 1999’da cari işlemler açığı 2.8 milyar dolar diyordu IMF, ben dedim ki 10 milyar dolar olacak dedim açık. 9.8 milyar dolar çıktı. Biz bir kadroyuz. Ayfer Yılmaz da gelse size bunları anlatırdı.

 

SAĞLIK POLİTİKALARI

 

EKŞİ: Mevcut bürokrasiyle bu konuda birebir temaslar oldu mu?

 

Biz eğitim programımızı önce ARGE’den hazırladık. Eğitimin bürokrasisini çıkardık, rakamlarla her şeyi ortaya koyduk. Mesela size şimdi sağlıktan bir şey göstereceğim. Bu kart sağlık kartı, Ali Kırca’nınki. Örnek olarak hazırlanmış. Sağlık çok önemli. Ben sağlık deyince yine herkes iki anahtar diyor. Bu sağlık kartı ABD’deki sağlık sisteminin getirilmesi. 1998 yılında 9.5 milyar dolar bir harcaması var Türkiye’nin sağlıkta. Altı milyar doları kişiler ve doğrudan ilaç ödemelerine yapılıyor. Üç milyar dolara ulaştı tahmin ediyorum 2001’de. Bütün hastanelerin kapasite kullanımları, bunların hepsi ölçülmüş, sağlıkta herhangi birisi gelse kadromuz çıkar cevap verir.

 

Şu anda yüzde 40’ı bulan bir istismar var. Ve yüzde 40’da kapasite boşluğu var. Gitseniz herhangi bir hastaneye SSK’da yok, ama başka hastanelerde ortalama aldığınız zaman bütün Türkiye’de yüzde 40 yatak boşluğu var. Biz diyoruz ki, şimdi 11 milyon insan sigortasız. Bir kere devlet Türkiye’deki bütün hastanelerden çekiliyor. Devlet hastaneye verdiği parayı vermeyecek. Hastane yöneticileriyle de, doktorlarla da görüştük. Diyorlar ki, ‘Yönetimi biz alalım, devlet maaşımızı vermesin biz kendi hastanemizi idare edelim. Kazancımızı bize gelen hastadan alalım'.

 

Nereden alacaklar, sigortadan. 11 milyon insanın sigortası yok Türkiye’de. Ama hastanelere verdiği parayla 178 dolar harcıyor kişi başına. Halbuki özel sigortacılık da bu 122 dolara inecek. Bizim sigorta sistemimiz sığ. ‘Hadi yap' dediğin zaman yapamıyor. Yabancı sermayle bütünleşmesi lazım, derinleşmesi lazım. Onun için biz bunu pilot uygulamalarla gidiyoruz. İlk önce Bilecik, Eskişehir, belki Bursa’yı da kapsayan pilot uygulamayla yapacağız. Bu sigortaları şirket ödüyor, kendisi ödüyor vatandaş. Ödeyemeyeninkini ise devlet ödüyor.

 

HÜLYA AVŞAR’I ÇOK TAKDİR EDİYORUZ

 

SUDA: Saat 10.30 sularında Hülya Avşar görünmüş buralarda.

 

Hülya Avşar’ı katiyyen görmedim, haberim yok, ilk defa sizden duyuyorum. Yalnız ben bir şeye üzüldüm, onu da bu vesileyle düzelteyim. Hülya Avşar’ı biz ailece çok beğeniyoruz. Bir kere tenis oynadık. Aslında çok sempatik geliyor. Beni bir programa çağırdılar, hanımlara yönelik bir program. Hülya Avşar’ın oraya çıkacağını bilmiyordum. Benim genel olarak siyasi yaşamımda magazinden uzak bir siyasi üslubum oldu. ‘Beni magazine sokmayın' dedim, ama orada Hülya Avşar’ın olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlar öyle bir şey ayarlamışlar. ‘Beni çok fazla şov malzemesi yapmaya çalışmayın' dedim. Konular daha başa çıkamayacağım şekilde olmasın. Hülya Avşar çok ciddi bir insan, hakikaten ailece çok seyrediyoruz. Bir de çok takdir ediyoruz. Biz de çok büyük sempati de yarattı tenis oynayınca.

 

ÖZKÖK: Tansu hanım oğullarınız neler yapıyor? Evlilik filan yok değil mi?

 

Büyük oğlan köpek büyütüyor şu anda. Köpeğin adı Taysın. O şimdi yatak yapıp satıyor. Küçük oğlan, ABD’de okuyor. Daha önce Boğaziçi’ndeydi. Ortalama 4 tutturdu. Şimdi ABD’de finans okuyor.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!