Taytlı fotoğraflarımdan asla utanmadım

Güncelleme Tarihi:

Taytlı fotoğraflarımdan asla utanmadım
Oluşturulma Tarihi: Mart 05, 2007 09:26

Kanal D'de yayınlanan "Binbir Gece" dizisinde karizmatik, dominant, doğrucu, sert bir işadamını canlandıran Halit Ergenç, gerçek yaşamını, kimseyle paylaşmadığı çok özel dünyasını Kelebek'e açtı. Birkaç hafta önce, dans ettiği yıllarda çekilmiş taytlı fotoğraflarıyla gündeme gelen yakışıklı oyuncu, "O fotoğraflarımdan hiç utanmadım, rahatsız olmadım. Zaten o fotoğrafları benimle değil, Onur'la bir araya getiremediler" dedi.

Haberin Devamı

- Dans ettiğiniz yıllara ait (1993) fotoğraflarınızı gazetelerde gördüğünüzde ne düşündünüz? Özellikle taytlı fotoğrafınızı gördüğünüzde?O gün Hafta Sonu'nu Bergüzar (Korel) gösterdi bana. Çok şaşırdım, çünkü o yıllara ait fotoğraflar bende yoktu ve onları bulmaya çalıştığım dönemde fotoğraflar karşıma çıkmıştı. Dolayısıyla görünce mutlu oldum ve hemen o fotoğrafları temin etmeye çalıştım. Sizin bilmediğiniz çok işte çalıştım ben. Keşke o işleri yaparken çekilmiş fotoğraflarım da bulunsa. Müthiş olurdu!

- Paspas sattığınızı biliyoruz. Başka ne iş yaptınız?

Pencerelere güvenlik filmleri takan bir şirkette çalıştım. Ankara'daki Cinnah Caddesi üzerindeki İş Bankası ve Levent'teki İş Bankası'nın bütün camlarının güvenlik filmlerini ben taktım. O güvenlik filmlerini takarken bir fotoğrafım çıksa, süper olur. Çünkü o işe dair hiç resmim yok elimde.

Haberin Devamı

- Karizmatik, ağır rollerin adamı olarak, taytlı fotoğraflarınızın yayınlanmasından rahatsızlık duymadınız yani...

Hiç rahatsız olmadım ve utanmadım. Utanılacak bir şey yok ki. Sonuçta o fotoğraflarda 23 yaşında bir adam var. İşimi severek yapıyor ve deli gibi dans ediyordum. Bütün hayatımı dans ederek kazanıyordum. Sahne üzerindeydim. Dans hocalığı yapıyordum, şarkı söylüyordum. Hiçbiri de gocunduğum işler değil.

Taytlı fotoğraflarımdan asla utanmadım
- Gerçekten karizmanızın çizildiğini düşünmediniz mi?

Hayır, düşünmedim. Çünkü böyle bir şey yok. İnsanlar beni birkaç diziyle tanıdı. İlk "Zerda"da Devran'ın karizmasıyla gördüler. Arkasından "Aliye" ile Sinan geldi. "Aliye"de Sinan'ın her türlü halini gördüler. Afra tafra yapıp, karısını aldatığı halini de gördüler, düzgün bir hayatı olsun diye sürünen halini de. Bütün bunlar Sinan'ın karizmasıydı. Şimdi karşımızda "Binbir Gece" ve Onur Aksal var. Ve seyirci Onur'un karizmasına kapılmış durumda. Fotoğraf olarak benim fotoğrafım ama karizmanın benimle alakası yok. Ben bunların hiçbiri değilim. Benim amaçlarım, hayata bakışım, sevdiğim veya nefret ettiğim insana bakışım, olaylar karşısındaki tepkilerim bambaşka. Dolayısıyla onlar benim karizmam değildi. O yüzden de benim açımdan çizilen bir şey yoktu. İnsanlar bence Sinan'ın o halinden sonra Onur'un dominant, doğrucu, güçlü bir karaktere sahip olmasından etkilendiler. Yani o mavi taytlı çocuğu Halit Ergenç'le değil, Onur'la bir araya getiremediler. Bu da çok normal.

Haberin Devamı

- Evet herkes sizi canlandırdığınız karakterler doğrultusunda biliyor. Halit Ergenç nasıl yaşar, ne yapar, nelerden hoşlanır, nasıl biridir?

Benim uzlaşmacı bir yapım var. Kavga etmekten asla hoşlanmam. Genelde sorun çıkarmak yerine sorunları çözmeyi, hayatı olabildiğince kolaylaştırmayı seviyorum. Sabahları mutlaka kızarmış ekmek ve beyaz peynir yemeği seviyorum. Aksi biri değilim. İşimi seviyorum. Benim hayatımda her şey sevgi üzerine yürür. Öyle yıkıcı hırslarım yoktur. Tabiata çok bağlıyım. Eğer etrafımda yeşili, denizi göremezsem huzursuz olurum. Evime gittiğimde yeşillik görmeliyim ve mutlaka kapımı açtığımda burnuma çiçek kokusu gelmeli. Romantik, yemek yapmayı, ata binmeyi, motosikletle dolaşmayı, şarkı söylemeyi, dans etmeyi seven bir adamım işte.

- Kaç kardeşsiniz, biraz ailenizden bahseder misiniz?

Anne-baba bir olarak iki kardeşiz. Ama baba bir anneler ayrı, altı kardeşiz. Babam Mehmet Sait Ergenç, Şehir Tiyatroları'nda oyunculuk yapıyordu, emekli oldu. Kendisi aynı zamanda söz yazarı ve bestecidir. Hayatının büyük kısmını Unkapanı'nda geçirmiş, o dönemin hâlâ söylenen önemli bestelerine imzasını atmış biridir. Hatırlıyorum da Müslüm Gürses, Orhan Gencebay bizim eve çok sık gelip giderlerdi. Ama ben onların ünlü olduğunu bilmiyordum. Annem İnci Aliye Yüceışık ise ev hanımı. Çok zehir gibi bir zekası olmasına rağmen çalışamadı. Bir dönem çalışmak istedi ama kız kardeşim Azade dünyaya gelince bunu yapamadı. Çünkü kardeşim zihinsel özürlü dünyaya geldi.

Haberin Devamı

- Eğer çok özel değilse, kardeşinizin zihinsel özürlü olmasının nedeni nedir?

Bir kan uyuşmazlığı sorunu... Annemin kanı negatif ama bu test sırasında yanlış çıkabiliyormuş. Bazı insanların kanının pozitif mi, negatif mi olduğu çok net belirlenebilirken, annemin kanı negatif olmasına rağmen birçok testte pozitif çıkmış. Azade'nin zihinsel özürlü olmasının sebebi de tamamen budur.

- Azade kaç yaşında?

İki yaş küçük benden. 35 yaşında... Diyaloğumuz müthiştir. Bana çok düşkün. Ben de ona... Neyse, çocukluğuma gelince, ağaç tepelerinde büyüdüm ben. Yapım tamamen tabiata yönelik olduğu için geç sosyalleştim. Kendime ait bir dünyam ve kahramanım vardı. O dünyamda, o kahramanla yaşıyordum.

- Kimdi kahramanınız?

/images/100/0x0/55eaa02ef018fbb8f88c479e
Tarzan... Onu ilk gördüğüm anda benim kahramanım olmuştu. Çünkü hayvanlarla bir aradaydı, ormanda geziyordu, her şey ilkeldi ama çok mutluydu. Ona acayip özeniyor ve onun gibi yaşamaya çalışıyordum. İplerle ağaçtan ağaca atlıyordum, ağaç tepelerinde yaşıyordum. 37 yaşındayım ve hâlâ kahramanım Tarzan'dır.

Haberin Devamı

- Dikkat ediyorum da hiç futbol oynamak, takım tutmak gibi şeylerden söz etmiyorsunuz...

Ben hiç futbol oynamadım. Hayır, bir kere oynadım ama rezaletti. Hayatım boyunca hiç takım tutmadım. Sadece kaleci Yasin'i tutardım o kadar. Galatasaray'ın kalecisiymiş, onu da yeni öğreniyorum. Bir dönem Eczacıbaşı'nda basketbol oynadım. Fakat takım oyunları bana göre değildi. O disiplinim gelişmemişti. Çok fazla kendine dönük yaşayınca, ekip oyunlarına dahil olamıyorsunuz. Benim mutlu olduğum spor dalları, bireysel sporlar olmuştur. Mesela bisiklet... Bisikletimle İstanbul'da gezmediğim yer kalmamıştır. Etiler'de otururduk, Florya'ya, Kartal'a hep bisikletimle gider, dolaşırdım.

- Zaten taytlı fotoğraflarızda göze ilk çarpan şey de kaslı bacaklarınız. Demek ki bunun sebebi kilometrelerce bisiklet sürmenizmiş?

Tabii. Bisiklet kullanmaktan oldu o kaslar. Bisiklet ve dans sayesinde... Hiç spor salonuna gitmedim. Buna ihtiyaç duymadım.

Haberin Devamı

- Futbolla ilgilenmiyorsunuz, dans etmeyi seviyorsunuz, yemek yapmaya bayılıyorsunuz, aşırı romantiksiniz, her zaman kendinize ait bir ormanınız oldu ve orada yaşamayı tercih ettiniz. Buraya kadar süper. Politika, siyaset, ekonomi... Bu konulara karşı da ilgisiz misiniz?

8 yıl öncesine kadar bir siyası görüşüm yoktu. 8 yıl önce TRT'ye, Feride Bilgin'le beraber "Düşünceden Neşeye" diye bir program hazırlıyorduk. O programla beraber bazı şeylerin farkına varmaya, araştırmaya, okumaya başladım. İlk olarak "Karşı Devrim" kitabını okudum. Okuduklarıma inanamadım. Çünkü o zamana kadar meğer benim yaşanan olaylardan hiç haberim olmamış, bunu fark ettim ve büyük bir kayıp olduğunu gördüm.

- Kayıp derken?

Şöyle ki; bir evimiz var, o ev yaşadığımız ülke... O evde bir takım sıkıntılar yaşanabilir, refah olabilir, sorun çıkabilir vs... Ama o ev, bizim evimiz. O evde yaşananlardan habersiz kalamazsınız. Bu ülkede yaşıyorsak, bu ülkenin ayakta kalmasını sağlamak için hepimizin çalışması gerek. O noktada hiçbir şeyden habersiz kalamazsınız. Farkında olmadan yaşamak büyük hata. Daha büyük hata da farkında olup farkında değilmiş gibi yapmak. Ben öyle yaşamıyorum.

Taytlı fotoğraflarımdan asla utanmadım
- Ne yapıyorsunuz mesela?

Mutlaka oy kullanıyorum. Gece yatarken elektrik fişlerini çekiyorum. Su israf etmemeye çalışıyorum. Mutlaka rahatsız olduğum şeyleri gerekli yerlere bildiriyorum. Bu evde yaşayan bir birey olarak, evin huzurlu ve mutlu olması için elimden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorum.

- Neden 30 yaşındayken Amerika'ya gittiniz o zaman?

Gitmem çok iyi oldu, çünkü farkındalığımın oluşmasında Amerika'nın etkisi çok büyüktür. Oraya gittiğimde Amerika'nın dünya üzerindeki yerini, neler yapabildiğini, insanlar ve ülkeler üzerindeki etkisini gördüm. Bizim ülkemizin hangi konumda olduğunu ve bundan nasıl etkilendiğini fark ettim.

- Sadece bunun için gitmediniz herhalde?

Çok sevdiğim müzikaller, o müzikallerde oynamayı hedeflediğim roller vardı ve ne yazık ki bu müzikaller Amerika'da oynanıyordu. Orada bunu yapmak istedim. Müzikallerde oynamak, sahneye çıkmak, sonra da sinema yapmayı hedefliyordum. Oradaki müzikalleri sevmeyince, özellikle Amerikan müzikallerini kendime uygun görmeyince, geri dönüp kendime baktım. Hangi müzikalleri seviyordum; bestecileri İngiliz olan... Ve ben yanlış ülkedeydim.

- Ondan sonra ne oldu?

Ondan sonrası çok ciddi bir boşluk oldu, ortalık simsiyah oldu. Ve kendimle çelişmeye başladım. "Amerika'dayım, burada müzikal yapmayı sevmiyorum, o zaman niye buradayım" diye düşünmeye başladım. Sıkışmışlık yaşadım. Derken başka işlere yöneldim. İki okuldan kayıt olmak üzere form aldım. Bunlardan biri aşçılık okuluydu, diğeri masaj ve terapi okulu. İkisi de Amerika'yla alakalı olmayan şeylerdi. Bunlara yöneldim. Tam kayıt yaptırmak üzereyken Türkiye'den bir müzikal teklifi geldi. Üç ay sürecek bir işti. Atladım geldim. Geliş o geliş. 3 Şubat 2001'de geldim, köprüden geçerken özgürlüğümü hissettim. Bir daha geri dönmeyeceğimi biliyordum. Ve gezmek için bile bir daha Amerika'ya gitmedim.

YARATTIĞIM EFSANEYE KENDİMİ KAPTIRMAM

/images/100/0x0/55eaa02ff018fbb8f88c47a2
- Amerika'dan döndükten sonra çok farklı bir noktaya getirdiniz kendinizi... Hem sektör içindekiler hem seyirciler sizi çok beğeniyor. 30 yaşına kadar çektiğiniz sıkıntılar yerini güzel bir kariyere, güzel bir kazanca bıraktı. İyi ki Ajda Pekkan'ın arkasında dans ettiğiniz yıllarda şöhret olmamışsınız...

Bu noktaya gelmem, bir şans. Bugün param, kariyerim var ama yarın olmayabilir. Bunu kimse garanti edemez. Benim her dönemim çok güzeldi. Mesela çok parasız olduğum 20'li yaşlardaki dönemim... Her anı çok keyifliydi. Evet, 23 yaşında şu an sahip olduğum şöhreti istemezdim. İyi ki olmamış. Beğenilmeye gelince, beğeni çok ciddi bir tehdittir. Beğenilmek insanda çok ciddi sıkıntılar yaratabilir. Marlon Brando "Bir aktörün başına gelebilecek en kötü şey, kendi hakkında yaratılan efsaneye inanmasıdır" demiş. Çok doğru. Bu bir efsane. Ama Devran'ın, Sinan'ın, Onur'un efsanesi. İş bitti mi, etkisi en fazla bir ay sürüyor.

 

* Özel hayatımdan söz etmeyi sevmiyorum. Sadece şunu söylemek isterim ki hayatım sevgi üzerine kuruludur. Evlilikse, neden olmasın...

* Beyaz atlı prens olduğumu düşünmüyorum. Dizideki atım kahverengi çünkü...

Taytlı fotoğraflarımdan asla utanmadım
* Kadın hayranlarım kadar erkek hayranlarım da çok.

* Sahne üzerinde olmaktan, şarkı söylemekten çok hoşlanıyorum. Kısmet olursa albüm yapacağım.

* Sinema filminde zihinsel engelliyi canlandırmak çok isterim. Bir amaca hizmet ederse de çok güzel olur.

Röportaj: Sema DENKER Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!