Mesude ERŞAN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 04, 2011 00:00
Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı Prof. Dr. Cihan Aksoy (57) aslında alanında tanınmış bir hekim. Ama Kanal D’deki ‘Doktorum’ programıyla onu daha geniş kitleler tanıdı. Renk renk fularları ve pantolon askılarıyla sık sık konuk olduğu ekranda, en karmaşık sağlık sorunlarını bile öylesine yalın, komik ve keyifli örneklerle anlatıyordu ki kısa zamanda hayran kitlesi edindi. HTV’den teklif aldı şimdi kendi de program sunmaya başladı
Prof. Dr. Aksoy için Ekşi Sözlük’te bir yazar “Doktorum’daki performansıyla oldukça dikkat çekmiş, insanları gülmekten kırıp geçirmiştir” diyor. Bir başkası, “Doktorum’da ‘Sırtımda kamburluk var skolyoz hastası olabilir miyim?’ diye soran seyirciye, ‘Jennifer Lopez kalçalı mısınız?’ diyen komik prof” diyor. Diğer bir maddede, “Mükemmel, keyifli ve insana pozitif enerji veren cici doktor” yazıyor.
Aksoy ise kendini şöyle anlatıyor: “Ben amatörüm, aslında çok eğleniyorum. Derdim, seyircilerin anlattıklarımı anlayabilmesi.” Orijinal benzetmeler yapıyor, bir tayın konuşmasını, koşmasını taklit ediyor, oyuncak tırtıl kullanarak hastalıkları anlatıyor. Hekimi aşçıya ya da tedaviyi yemeye benzetiyor. “Ağrı alarmdır, kapatırsanız hırsız girer” diyor. Kısacası söylediklerini unutmaya imkan yok...
Aksoy’un anlattıklarıyla insanları kavraması yeni bir şey değil aslında. Tıp fakültesinde dokuz profesörün olduğu kürsüye yıllar sonra kabul edilen ilk asistandı. Olmayacak saatlerde dersler veriliyordu. Derslerine öğrencileri çekebilmek için geliştirdiği yöntemler önce amfilerde tuttu. Dersleri giderek daha kalabalıklaştı. Bu durum diğer hocaların dikkatini çekti, sonra ortaya çıktı ki meğer sadece tıp fakültesinin değil, başka fakültelerin öğrencileri de onu dinlemek için derslerine geliyormuş.
ÇARŞI PAZARDA TANINIYOR
Prof. Dr. Aksoy, sokağa çıktığında sarılanlar, öpenler, kolunu sıyırıp derdini anlatmaya çalışanlar etrafından eksik olmuyor. En son semt pazarında alışveriş ederken bir gömlekçi görmüş; “Gel gel vatandaş, Cihan Hoca da burada” diye bağırmış. Aksoy, “Hiç rahatsız olmuyorum, aksine çok keyif alıyorum” diyor.
Aslı nasılsa ekranda da öyle. Çünkü Aksoy yaptığı işi, hekimliği çok seviyor. şişli Etfal Hastanesi’nin çocuk klinik şefi babası merhum Dr. Mazhar Aksoy’a doktor olmak istediğini söylediğinde, “Bu işi seviyorsan ol. Git klinikte asistanlarımla kal, gör” demiş. Cihan Aksoy, gerçekten de bir hafta boyunca eve gitmeden, klinikte yaşamış. Babası yine “Olacak mısın?” deyince, “Evet” demiş kendinden emin.
Önce babasının ihtisasını seçmiş. Sonra vazgeçip beyin cerrahisine geçmiş. Tekrar bir üçüncü sınava girerek, fizik tedavi ve rehabilitasyonda karar kılmış. Ama seçtiği bölümden hiç pişman olmamış. “Hastaların anlattığımızı anlayabilmesi lazım. Bize çok basit gelen bir şey hasta için çok önemli. Anabilim dalı başkanı olduğumda asistanlara günde 20’den fazla hasta muayene etmelerini yasaklamıştım. Hastanın mutlu olması için yeterince zaman ayırmak şart. Kafalarındaki soru işaretlerini görebilmek ve yanıtlayabilmek lazım.”
FAKÜLTEDE YASAK GELDİ
Aksoy, Almanya ve Avusturya’da manuel tıp, nöral terapi öğrendi. Ağrıyla uğraşan ilk hekimlerdendi. Kliniğinde çene polikliniği, enjeksiyonla tedavi birimlerini kurdu. Ancak şimdi o da kamu doktorlarının tam gün çalışmasını düzenleyen son kanun hükmünde kararnameyle getirilen yasaklardan mustarip: “Benim için esas olan sevdiğim işi yapmak. Hastalarımdan, öğrencilerimden ayrı kalmak istemiyorum. Ama son yasaklar yüzünden fakültede hasta bakamıyorum. 20-25 yıldır takip ettiğim hastalarım var. 8.00’den 17.00’ye fakültedeki odamda oturuyorum. Onlara nasıl ‘Sizi muayene etmem yasak’ derim? Hasta bakmadan edemem. Tatilde bile garsonları muayene etmeye başlarım.”
ÇİN TIBBINI FİLAN ÖNEMSEMEYEREK YANLIŞ YAPIYORUZ
Doçent olduğum 1990’lı yıllarda biri akupunkturu anlatmaya geldi, bu ne böyle deyip dışarı attım. Yıllar sonra Bakanlık’ta kabul gören bir yöntem oldu. Mantığını anlamaya başladık. Beş bin yıllık Çin tıbbı, yedi bin yıllık Hint tıbbını ya da burnumuzun dibindeki Rus tıbbını, Avrupa’nın ortasındaki Alman tıbbını, Japon tıbbını hiç önemsemeyerek yanlış yapıyoruz.
DOKTOR HASTASINA DOKUNMALI
Hastasıyla konuşan, anlamaya çalışan doktor sayısı giderek azalıyor. Tıp fakültesinde hocaya günde en az 30 hasta bakacaksın denirse, tabii ki yeterince zaman ayrılmamış olur. Ben hastama bir saat ayırdığım için beni aşağılama, aç bırakma! Kararlar politik ama hem bize hem de hastalara yazık oluyor. Hastalar olan bitenin henüz farkında değil. Hatta belki de büyük çoğunluğu mutlu. ıstediğim doktora gidiyorum, istediğim ilacı alıyorum sanıyor. Ama performans kaygısı olan doktor ona yeterince zaman ayırabilmiş mi? Ayırdığı zaman içinde doğru tanı koyabilmiş mi? Verilen ilacın kalitesi nedir? Bunların farkında değil. Doktorun hastaya dokunmasının değeri kayboldu. Halbuki dokunarak elde ettiğiniz bilgiyi ne MR ne de EMG verir. Bazı ameliyatları yapabilecek uzmanlar sayılıdır. Onlar da üniversiteden birer birer ayrılıyor. Kim bu karışık ve zor ameliyatları yapacak, hastalara bakacak? Bizim fakültede onkolojiye giden hastaların sayısı üç misli arttı. Çünkü 12-13 saatlik tümör ameliyatlarını yapacak hekim kalmadı. Halbuki bu ameliyatlar yapılsa belki ışın ve kemoterapiye gerek kalmayacak.