Tanrı bazen torpil geçiyor

Güncelleme Tarihi:

Tanrı bazen torpil geçiyor
Oluşturulma Tarihi: Kasım 07, 2006 00:00

Nazan Öncel, röportajımızın ikinci bölümünde, "Kış Baba" şarkısının iki kere zatürree geçirdiği çocukluğuna uzanan öyküsünden neden güneş gözlüklü erkekleri sevmediğine kadar birçok konuda ilginç açıklamalarda bulundu.

 "7’n Bitirdin"deki kartonet fikri nasıl ortaya çıktı?

- Düşündüm ve İsmail Gülgeç’i aradım. Şarkılarıma çizgileriyle hayat vermesini istedim. Sağ olsun beş ay süreyle bu çizimlerle uğraştı, yüreğini ve emeğini koydu. Birlikte düşüne, konuşa halleştik. Gülgeç çizer de güzel olmaz mı hiç? Şarkılarımdaki duygunun anlamı daha iyi verilemezdi gibime geliyor. 

Neden medyanın gündeminden uzaktasınız? Bunu ’marka ve star’ stratejisi olarak yorumlayanlar var...

- Mikrofonu elime aldığımda yıl 1969’du. Sanırım daha siz bile hayatta değildiniz. Bu size bir şey söylüyordur umarım. Bu bir tercih meselesidir, ama bir kural da değildir. 35 yılımı verdiğim emeğime saygı göstermeye çalışıyorum sadece. Müsaade edilirse o kadar lüksümüz olsun artık.

Bir yazınızda "Eski İstanbul’u, eski damalı taksileri, gece sohbetlerini, konu komşuyu, SEVİYORUM"... diyorsunuz. Sanki sevdiklerinizin ortak noktası hayatın amatörce yaşandığı Türkiye’ye dair olması.

- Genelde büyük kent insanı, batıya olan bir hayranlık besleme ve batılı gibi konuşma, yaşama ve giyinme, hatta vahim düşüncesini benimseme gibi bir durum içinde olunduğundan beri biz olmaktan uzaklaştığımızı görüyor ve üzülüyorum. Ama buna rağmen hálá bir yerlerde bu duyguların kıymetini bilenler de yok değil. Mesela gidin Ağrı, Malatya, Konya, Tunceli’ye, ya da gelin benim köyüme (Kemerburgaz’a) görün. "Komşum kek yaptım, çocuklara da getirdim" diyenleri de, "Senin derdin benimdir" diyenleri de buralarda görmek mümkün.


Yine aynı yazıdaki sevmedikleriniz listesinde "Güneş gözlüğü takan ve parfüm kokan erkekleri" lafına takıldım. "Milenyum çağında erkek kendi doğasından uzaklaştırılıyor mu?" diye sorsam...


- Kişinin kendi iradesi ne güne duruyormuş? Uzaklaşmasınlar efendim. Her şeyin doğal ve kendi olanını sevdiğimden olsa gerek, erkeğe güneş gözlüğünü yakıştıramıyorum. Güneş gözlüğü takan bir adam gözümde plaj zamparalarını canlandırıyor. Bu özgüvenle alakalı bir şey sanırım. Hani ergen çağdaki bir çocuk nasıl elindeki bir sigaradan medet umuyorsa, ki doğru değil, gözlük meselesi de böyle bir şey galiba.

Modern toplumda kadınlar güçlenmenin acısını aşkta yaşıyorlar galiba...

- Güç, tehlikeli ve kötücül bir şeydir, yani insani duyguları köreltir. Güzel ve iyi olan duyguların düşmanıdır. Ama öte yandan bir de töre cinayetlerine kurban verilen aşk yüzünden yitip giden kızlarımız var. Kendi ayakları üzerinde durabilen büyük şehir kadını, ’sıkıldım senden’ diyerek noktayı koyabilirken kırsal kesimin kadını ya da kızları için bu söz konusu olamadığı gibi, kadının özgürlük ve insanlık haklarından bile bihaber olduğunu da unutmamak lazım. Ama aşk her yerde aşktır.

- "Kış baba geliyor / Sırtında karlarla / Evsizi barksızı var / Kış baba kimlerden yana"... "Kış Baba" şarkısında Tanrı insanlardan yana değil galiba...

- Önce bu şarkıyı yazdıran duyguları tazelemem gerekirse, "Kış Baba" 12 yaşımın şiiridir. İzmir’in Bayraklı’sında bir evde oturuyorduk o günlerde. Babaannem sabahları köşedeki ekmek fırınından pirina (zeytin çekirdeği) aldırırdı ısınmak için. Mangal ateşinde çayımızı içer, ellerimizi ısıtırdık. Odunu kömürü olmayan bir kömürlüğümüz vardı. Orada matematik defterimin sarı yapraklarına yazmıştım "Kış Baba"yı. Sonra o kış üst üste iki kere zatürree geçirmiştim. Hepimiz bir tek Tanrı’nın çocuklarıyız ve Tanrı çocuklarını ayırmaz diye düşünürüm. İnsanlardan yana değil diyemem ama, galiba bazen torpil geçtiği oluyor. Ya da bazı insanlar doğuştan torpilli olabiliyor. n Mevlüt TEZEL

Lübnanlı bir balıkçı

Kendinizi en güçlü ve en güçsüz hissettiğiniz anlar hangileriydi?

- Bir evlat sahibi olduğum gün kendimi muazzam güçlü hissetmiştim. Çünkü o benim o güne kadar sahip olduğum ilk ve tek gerçek eserimdi. Diğer taraftan insanın kendini aciz hissettiği ve elinden hiçbir şeyin gelmediği dünya gerçekleri var. Bir bananecilik, bir vurdumduymazlık hakim. Gözümü hangi yana çevirsem mutsuz insanları, talan edilen ülkeleri, çaresizliği ve gözyaşlarını görüyorum. Geçenlerde Lübnanlı bir balıkçı İsrail ambargosuna karşı şöyle diyordu: "Bu balıklar nasıl ölüp gidiyorsa biz de çalışmayınca böyle ölüyoruz." Başka bir örneklemeyle şöyle de anlatabilirim: İnsan vücudundaki organların ne kadar fedakár olduğunu tıp doktorları çok daha iyi bilirler ama okuduklarıma göre insan vücudundaki en küçük bir kastan en büyüğüne kadar hepsi el ele tutuşurlar, birinin eli kaysa en büyük kas hemen atlayıp onu kurtarırken kendini feda edermiş. Eğer dünya da böyle olsaydı bugün ne savaşlar olur, ne de insanlık böylesine büyük acılar çekerdi. Bütün bunların karşısında güçsüz kalıyor insan.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!