OluÅŸturulma Tarihi: Mart 07, 2004 00:00
Adını gümüşten alan ülkenin, güzel havalar anlamına gelen başkenti Buenos Aires deyince aklıma bir sarışın düşüveriyor. Andrew Lloyd Weber’in notalara döktüğü, Tim Rice’ın sözlerinde hayat bulan, yılların kapalı gişecisi Evita müzikalinde bir tanışma sahnesi var.Gayrimeşru bir ilişkinin ürünü olan Eva Duarte soluğu büyük şehirde almış, şöhret basamaklarını hızla tırmanmakta olan bir yıldız adayı ve bir gün Başkan Juan Peron’la karşı karşıya geliyor .O sırada fonda ‘İnanılmaz ama inanın, bu rastlantıyı planlamadım’ şarkısı yankılanmakta. Ne kadarı plan ne kadarı kader bilinmez ama 33 yıllık hayatına çok şey sığdırmış olan Eva, halkın gözünde azize mertebesine yükselirken, Arjantin’in yakın tarihini de değiştirivermiş... Buenos Aires’e her geldiğimde aklıma büyüklerimizin ‘Beterin beteri var, ya Arjantin gibi olsaydık?’ lafı geliyor.Yüzümde gülümseme, ‘Keşke olsaydık’ diye iç geçiriyorum. Bunu söyleyenlerin kaçı gördü acaba Güney Amerika’nın Paris’ini? Eminim ki Arjantin dendiğinde, sizin de aklınızda tek bir görüntü var; market yağmalayan insanlar. Bir ülkenin bütün imajını tek bir karede dondurmak, ne büyük bir haksızlık. Hele bizim gibi yıllarca Geceyarısı Ekspresi filminin acısını yaşamış insanlar için. Dünyanın en büyük on ekonomisinden biriyken, baştaki yöneticilerin basiretsizliği yüzünden sefalete düşen halkı tepkisini gösterip sokaklara dökülünce, bizler tahtalara vuruyoruz, ‘Allahtan...’ diye başlayan cümlelerle. Evet, gecekondular, çöpten karton toplayarak geçinen ‘Cartonera’lar, sokaktaki dilenciler Arjantin’in gerçeği ama bu görüntüler bize de çok yabancı değil. Bence görmemiz gereken, dünyanın en görkemli şehirlerinden birinin diğer yüzü...ÇANTAYA, CÜZDANA SAATE PAYDOSAblamla kafayı takmışız, yeni yıla tişörtlerle ve sokakta tango yaparak gireceğiz. Aralık ayının son günleri ve güney yarımküre çoktan yaza merhaba demiş. Madrid’den 12 saat uçup Ezeiza havaalanına sabahın köründe inmemize rağmen hálá enerjiğiz. Otele yerleşme faslından sonra ilk iş 1858’den kalma Cafe Tortoni’de soluğu almak. Kafe kimlere evsahipliği yapmamış ki. Bunlardan biri de çok başarılı bir edebiyatçı olmasına rağmen Nobel’i her seferinde ıskalayan Jorge Louis Borges.Borges, ‘Şairlerin söz kullanarak yaptıklarının, tangocular tarafından dansla ifade edilmesi’ diyerek tanımlamış tangoyu. Perşembe hariç her gece 22.00’de tango gösterisi yapılan kafede yemeklerimizi yerken, benden tavsiyeler bombardımanı geliyor: ‘Mücevher, saat takmak yok, çantaya, cüzdana paydos. Biraz para ve kredi kartı, hepsi o.’ Bir yıl önce, en işlek cadde olan Florida’nın üstünde, bas bas bağırmakta olan bir kadın görüntüsü var hafızamın kuytularında, adamın biri kolundaki saati çekmekte. Ben de dahil herkes seyirci statüsünde. Kadın, ‘Rolex’im, Rolex’im gitti’ derken, koşup giden bir adam ve benim tarafımdan alınan ciddi bir ders. Ama gel de karşı cinsten birine bunu anlat! Bizimki kolda çanta, tüm insanlara olan güveni tam, Arjantin sokaklarını arşınlamakta, bana da piyangodan çıkan bodyguard rolü!Günlerden pazar olduğu için,
yemek sonrası taksiyle San Telmo’ya gidiyoruz. Taksiler çok ucuz, açılış 1.28 peso. On dakikalık bir yola altı yedi peso (Yaklaşık iki dolar) civarında bir para ödüyorsunuz. Bit pazarı çoktan kurulmuş, ortadaki meydanda bir çift tango yapıyor. Tezgahlarda yok yok. Tabak çanaktan küçük heykelciklere, tablolardan el işi dantellere her şey satılık. Bu bölge tango kulüplerine olduğu gibi, muhteşem antika eşya dükkanlarına da evsahipliği yapıyor. Fiyatlar el yakıyor ama satılanlar inanılmaz ve Arjantin’in zengin geçmişinin bir göstergesi.O kadar çok dükkan var ki ‘nasıl oluyor da hepsi iş yapıyor?’ sorusu kafanızı kurcalıyor. Bandeneon çalan müzisyenler, kukla oynatanlar, bahşiş karşılığı objektifinize konuk olan canlı heykeller kalabalığın baş aktörleri. Bir köşeye çekilip yüzlerinde hikayeleriyle ortalıkta dolaşan insanları seyrediyoruz. Etraf gökkuşağından fazlasıyla nasiplenmiş.MİLYON DOLARLIK MEZARLARBir sonraki durak Recoleta. Taksiden inerken şoför sağdaki duvarı gösteriyor: ‘Burada zengin ölüler, sol tarafta da gördüğünüz üzere zengin diriler.’ Soldaki kafelerde ‘Porteno’ diye adlandırılan Buenos Aires’liler sabah mahmurluğundan arınma çabası içindeler, kahvelerini içerken. Şehir büyüyünce, eski mezarlık ortada kalıvermiş, bizdeki Karacaahmet misali. Gerçi mezarlık deyip haksızlık etmeyelim; adeta bir sanat eseri. Ünlülere ve zengin kişilere ait anıt mezarlara biçilen değerler milyon dolarlarla ifade ediliyor. Arada bir Tütüncüyan gibi Türkçe kökenli isimler de dikkatinizi çekiyor ama yığınları takip edince, biraz ileride solda Eva Peron’un mezarını buluyoruz. Evita’nın kabri tavaf edildikten sonra, mezarlıktan çıkıp sola dönüyoruz. Recoleta’da da pazar var bugün, etraf satıcıdan geçilmiyor. Abla bir de buzdolabı magneti delisi olunca, gözlüklü bir adamcağızın tezgahının önünde buluyoruz kendimizi. Biz konuşurken ‘Türk müsünüz?’ diye soruyor beyaz saçlarını at kuyruğu yapmış adam. Annesi Ankaralı, ud çalan babası Gaziantepli olan Sarkis Arslanyan’la sohbete başlıyoruz. ‘Evde Türk müziği dinlenirdi hep’ derken gözleri buğulanıyor. ‘Gözlerine kurban olduğum...’ diye başlayan bir şarkıyı söylermiş babası. Bazen tarih gibidir insanlar, kitaba gerek bırakmayan. Onlar kendi tarihlerinin sayfalarından satırlar paylaşırken sizinle, kesişen ortak bir geçmişe tanıklık edersiniz bir dinleyici olarak...Gün devam etmektedir hálá. Sadist kardeş bu sefer de biraz ilerideki Güzel Sanatlar Müzesi’ne sürükler ablayı. Gözlerinde uyku varmış ne gam! Bizde gezgin ruhu var. Bu arada mazeret de hazır: ‘Türkiye’yle olan zaman dilimi farkından kaynaklanabilecek jet lag’den etkilenmemek için bu şehrin saatiyle yatmamız gerekiyor! Müze kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Benim gibi her şehirde en az bir müze diyenlerdenseniz, tercihiniz, Museo Nacional de Bellas Artes olsun. Avrupalı ustalardan Renoir, Rodin, Monet, Toulouse-Lautrec, Goya, Gauguin ve Van Gogh zenginleştirmekte on bin parçalık koleksiyonu...EL TURCO KİMDİR?Akşamki yemekteyse Türkiye’nin Arjantin Büyükelçisi Şükrü Tufan’la sohbetteyiz. ‘El Turco kimdir?’ sorusuna açıklık getiriyor Tufan. Birinci Dünya Savaşı öncesi Ortadoğu halen Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası ve Osmanlı’dan göçüp soluğu Güney Amerika’da alan herkes Türk anlamına gelen El Turco diye adlandırılıyor. Bunların en ünlüsü de ailesi Suriye kökenli olan, eski başbakan Carlos Menem. Hatırlarsanız, Türkiye’yi ziyarete geldiğinde jest olarak kendisine Türk pasaportu verilmişti. Bence bir diğeri de Kolombiyalı Shakira, kızcağızın ailesi vaktinde Lübnan’dan gelmiş, adı bile bizden: Şakire.Son gün birkaç kare daha çekmek için La Boca’ya gideceğim. Yoldan çevirdiğim bir taksiye biniyorum, Arjantinli bir arkadaşımın uyarısı geliyor aklıma: ‘Mutlaka resepsiyondan çağrılan taksiyle git, yoksa soyulabilirsin.’ Gerçi uç bir örnek bu ama sinek misali mide bulandırmakta. Arjantin ağır bedeller ödüyor krizin ardından. Radyoda ‘Cahil Periler’ filminin de müzikleri arasında yer alan bir şarkı çalmakta. Joan Baez’in ‘Gracias a la Vida’sı. ‘Yaşama gerçekten teşekkür borçluyuz, değil mi?’ diyorum şoföre. Geçtiğimiz korkunç mahallelerden sonra amaç dostane bir ortam yaratmak. Kafasını bana çevirip sonra da hayır anlamında sallıyor. ‘Baban beş çocuk üstüne anneni bırakıp gitmişse değil’ diyor, ‘Kırgınım hayata.’ SANCI VE UMUT BİR ARADAHüzün içerikli bir öykü başlıyor, La Boca’nın rengarenk boyanmış barakaları arasında dolaşırken. Evlerdeki sefalet Pascal’ın kelimelerinde de gezinmekte, oysa dış cepheler gökkuşağının her renginde. Bazen hiç tanımadığımız birine beş dakikada aktarıyoruz en kuytularımızı. Aklımda kalan alkolik bir baba ve kahrından ölen bir anne. Ne zor iş çocukluğumuzda kirletilen bilinçaltlarımızı temizlemek. Aslında sınır tanımıyor hikayeler. İyi bir dinleyici olmanın ödülünü, şehirle ilgili olarak anlattığı bir sürü küçük detayda buluyorum. Beni bir restoranın önünde indirirken, ‘Bir kadeh de benim için iç’ diyor, yüzünde bir gülümseme. Evet yaşam küçük mutlulukların birikimi, büyüklerinde hálá gözüm yok...İktidarı döneminde bitecek dediği enflasyon yüzde 8000’lere çıkan Carlos Menem, Mayıs 2003’teki
seçim yenilgisi sonrası, kızı yaşındaki yeni karısıyla bir köşede olanı biteni izlemekte. BaÅŸkan olan Nestor Kirchner ise yeni bir söylemle ortaya çıkmış; ‘ABD ve IMF’ye hayır!’ Ä°ÅŸsizlik hálá yüzde 30’larda ama Kirchner’in popülaritesi yüzde 70’lerin üzerinde ve halkın yüzde 65’i 2004’te her ÅŸeyin daha iyi olacağına inanıyor. Arjantin daha çok sancılara gebe ama tango devam ediyor. YaÅŸam da öyle deÄŸil mi? Hem de aynı tango lezzetinde, káh neÅŸeli, káh alabildiÄŸine duygusal...KRÄ°ZDE HEM TANGO YAPARLAR HEM PROTESTOLatin Amerika’nın en büyük efsanelerinden Che (Adının anlamının ‘Hey, sen!’ demek olduÄŸunu biliyor muydunuz?) Guevara’nın da memleketi olan Arjantin’de tangonun ayrı bir yeri var. Ãœnlü Aralık 2001 krizinde bile insanlar hem tangolarını yaptılar, hem de protestolarını. Tango ilk olarak 1880’lerde Buenos Aires’in genelevlerinde ortaya çıkmış. FahiÅŸelerle yapıldığından ve seks fazla ön planda diye, elit tabaka tarafından aÅŸağılanmış. Altın yılları olan 1920-1930’larda da bir isim öne çıkmış: Buenos Aires’in ÅŸakıyan kuÅŸu olarak adlandırılan Carlos Gardel. Gardel’in bir uçak kazasında öldüğü 1935’lere kadar yaptığı en büyük iÅŸ tangoyu batakhanelerden çıkartıp tüm dünyaya tanıtmış olması. Daha sonraki isimler Julio Sosa ve Astor Piazzolla da büyük katkılarda bulunmuÅŸlar tangoya.Â
button