Güncelleme Tarihi:
Büyükada doğumlu sanatçı, ‘Ciddi-yet-siz-lik’ sergisiyle seneler önce terk etmek zorunda kaldığı İstanbul’a geri dönüyor. Üstelik ciddiyet timsali takım elbiseli adamları renkten renge sokarak.
Nedir ciddiyet? İyi midir ciddi olmak, faydalı ya da gerekli midir?
- Ciddi olmak ilk önce insan olmaktır. Buradan da anlaşılacağı üzere, ciddi olmak elbette toplum açısından çok faydalı ve gerekli bir şey. Ama bu sergide ciddiyet kavramı, hayatımızdaki otoriteyi temsil ediyor. Baskıcı toplumlarla hep sorunum olmuştur. İşte bu sorunumu yaptığım eserlerle dile getirdim.
Siz ne kadar ciddisiniz?
- Hayatım boyunca gerek sanat yaşamımda gerekse bireysel olarak sosyal hayatımda hep ciddi ve karakterli olmayı tercih ettim. Sözünü ettiğim ciddiyet, topluma yararlı olmak anlamında.
Ciddiyetin toplumsal simgeleri nelerdir?
- Yaşamım boyunca takım elbiselilerden, okul müdürümden korktuğum gibi korktum. O yüzden benim için takım elbise, ciddiyetin toplumsal simgesi oldu. Toplumu sınıflandırmanın sorumlusu, merkezi otoritedir. Buna sanatçılar da eserleriyle karşı durabilir. Ben de buna eserlerimle gayret ediyorum.
Doğu ve Batı kültürlerini tanımış biri olarak, Türkiye toplumunu ciddiyet açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türkiye birden fazla medeniyete yüzyıllardır ev sahipliği yaptığından, tarihte birçok rengin oluşmasına neden olmuş. Ancak bu toprakların yaşadığı acı ve savaşlar toplumdaki toleransı yok etti. Elbette ki bu, merkezi otoriteye de yansıdı... Dünyadaki söz sahibi ve sorumluluk sahibi insanların toleranssız karakter yapıları insanlığı tamamen olumsuz yönde etkiliyor.
Heykel-resim işlerinizde takım elbiseli adamları rengârenk giydirerek, onları ciddiyetten uzaklaştırıyorsunuz sanırım. Peki tektipleşmeyi niçin takım elbiseyle –kot pantolon değil de mesela- özdeşleştiriyorsunuz?
- Çocukluğumdan itibaren karşılaştığım takım elbiseli adamlar beni hep korkutmuştur. İşte bu yüzden kot pantolon yerine takım elbiseyi tercih ediyorum.
Peki, tek düzelik isteniyor mu, yoksa mecbur mu ediliyor?
- Kurulu dünya çarklarının işlemesi için insanlar buna mecbur ediliyor.
KABUĞUMDA SESSİZCE İNSANLARI GÖZLEMLİYORUM
Sergi için niçin ‘Ciddi-yet-siz-lik’ başlığını seçtiniz? Niçin kelimenin gövde ve eklerini çözümlemeyi tercih ettiniz?
- Sergimin başlık fikri Atina’ya eserlerimi seçmek için gelen küratör Feride Çelik ile yaptığımız beyin fırtınası sırasında oluştu. Geçen yıllar benim Türkçemi biraz körelttiği için kendisi bu başlığı uygun buldu.
Resimle heykeli buluşturduğunuz işlerinizde -ki onlara heykel kompozisyonları da diyebiliriz- resimde üçüncü boyutu yakalıyorsunuz aslında. Doğu ve Batı kültürlerini yakından tanımanız üslubunuzu nasıl etkiledi?
- Belki de ressamdan çok heykeltıraş olmamdan kaynaklanıyordur bu durum. Aslında farklı kültürlerde yaşamış olmamdan ötürü kendimi çok şanslı görüyorum. Çünkü bu, sanatımda muazzam bir gözlem yeteneği kazanmama sebep oldu. Beni daha da hür kıldı.
Katalogdaki yazısında Feride Çelik, takım elbiseli adamlara “Doğulu Xchristakos’un gözünde Batı’nın simgeleşmesidir” diyor. Katılıyor musunuz?
- Feride Hanım beni ziyaret etmek için Atina’ya geldi. Evimde eşimin hazırladığı oğle yemeği sırasında uzun uzun sohbet ettik. Ona Büyükada’daki mutlu çocukluğumu ve sorunlu gençliğimi, göç etmeme neden olan dışlanmamızı anlattım. Ben insanların ayrıştırılmasına ya da bir nevi sınıflandırılmasına katılmıyor ve desteklemiyorum. Bu her felsefe ve bilinen kavramlar için de geçerli. Sadece kabuğumda sessizce insanları gözlemliyorum.
İçeride ‘gavur’ dışarıda
‘Türk tohumu’
Xchristakos, kuşaklar boyu Adalar’da yaşayan bir Rum ailenin bireyi olarak 1948’de Büyükada’da doğdu. Babası o 3 yaşındayken vefat etti. İlkokulu adada okudu. Liseyi bitirmesi için Atina’ya yollandı. Sonra büyük tutkusu Ada’ya döndü. Atina günlerinde iyi hocalardan özel resim dersleri aldı. Çevresi sayesinde sanat piyasasının ortasında buldu kendini. İlk sergisini 18 yaşında, İstanbul Kültür Merkezi’nde açtı. İki senelik askerlik görevini de Türkiye’de yaptı. Avrupa’ya yaptığı gezilerde hayatını hep sanatla kazandı. Aynı dönemde Atina’dan aldığı dekoratörlük tekliflerini değerlendirdi. Ancak Rumlara karşı Türkiye’de baş gösteren politik tavırlar ve olaylar gün geçtikçe büyüyor, İstanbul’da iş bulması zorlaşıyordu. Sonunda evi olarak gördüğü Büyükada’yı terk etmesi gerekti. Ona bugün bile en çok dokunan, iki kültür arasında kalışı. Çünkü doğup büyüdüğü yerde kendisine ‘gavur’ deniyor, Türkiye dışındaysa ‘Türk tohumu’ diye dışlanıyordu. Xchristakos, seneler sonra ailesiyle İstanbul’a birçok kez geldi. Ama Büyükada’ya ayak basmaya cesaret edemedi. Deyim Sanat Galerisi’yle çalışmaya başlayınca İstanbul’a bir kez daha yakınlaştı. Öyle ki, ekonomik fırsat bulursa yerleşmeyi bile düşünüyor.