Tahtakale’nin Çinli Kemal ve Orhan abileri

Güncelleme Tarihi:

Tahtakale’nin Çinli Kemal ve Orhan abileri
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 13, 2007 00:00

Bu kadar çok Çinli’yi sadece burada gördüm: İstanbul’da, Tahtakale’deki Şark Han’da. Eskiden çarşıda pazarda sokağa açtıkları tezgahlarda rastlardık.

Şimdi bu handa firma sahibi olmuşlar, beş katlı hanın neredeyse iki katına sadece Çinliler hakim. Arı gibi çalışırken karşılarına gazeteci çıkınca sabit gözlerle bakıp, "Türkçe bilmiyorum" diyor, konuşmaktan kaçınıyorlar. Aynı anda dükkana giren bir müşteriye ise "Buyur abi yardımcı olayım" diye koşuyorlar. Firma sahiplerinin çoğu kadın. Yanlarında Türk işçi de çalıştırıyorlar.

İstanbul’da ticari hayatın en kaotik, en canlı, en ucuzcu, en eğlenceli yeri Tahtakale’deyim. Çıfıt çarşısı tabirinin belki de cisme dönüştüğü tek yer burası. Bir tarafta hac malzemeleri satan esnaf, hemen yanında prezervatifler, Viagralar, porno CD’ler satan bir başka esnaf, okul malzemeleri, binbir çeşit plastik malzemeler, hediyelik eşyalar, baharatlar, yok yok. Ve tabii ki Çin malı furyası. Ortalığın Çin malı kaynaması elbette sürpriz değil ama sürpiz olan İstanbul’da ticaret yapan Çinlilerin dükkan ve firma sahibine dönüşmesi. Tahtakale’nin bütün Çinli patronları, toptancıların bulunduğu Şark Han’da.

İlk girdiğim dükkanda, Çinli satıcının aksanlı Türkçesiyle müşterisine, "Valla kurtarmaz abi" demesiyle irkildim. Kırk yıl düşünsem bu lafı bir Çinli’den duyacağım aklıma gelmezdi. Ama beni asıl yerlere yapıştıran, bir başka Çinli’nin "Türklerin pazarlık huyu sizi bezdiriyor mu" soruma verdiği cevaptı: "Pazarlık sünnettir abla!"

Türk esnaftan bir farkları kalmamış. "Buyur abi" lafı ağızlarından düşmüyor. Onlarla çatır çatır pazarlık yapan müşterilerine aynı ısrarla kırık Türkçeleriyle çatır çatır karşılık veriyorlar.

Şark Han’daki 200’e yakın dükkanın yaklaşık 50’si Çinlilerin. 30’lu yaşlardaki firma sahiplerinin büyük çoğunluğu Çinli kadınlar. Hemen hemen her dükkana girdiğinizde, masasına gömülmüş, bilgisayarının başında kulağındaki kulaklıkla Çince konuşan bir Çinli görüyorsunuz. Dünyanın bir ucundaki Çin’le ucuza konuşmasının yolunu, internet aracılığıyla indirdikleri skype programından yararlanarak bulmuşlar.

Çinlilerin işlettiği dükkanların neredeyse hepsine girip, Çinliler’le ilgili bir haber yapmak ve kendileriyle konuşmak istediğimi söylediğimde, cevap yerine sadece yüzüme baktılar. Başlarını hayır manasında iki yana sallamakla yetindiler. "Türkçe bilmiyorum" diyerek konuşmayı reddeden, aynı anda kapıdan giren müşteriye "Buyur abi nasıl yardımcı olabilirim" diyerek koşturuyordu. "Bak işte Türkçe biliyorsunuz, kaçak işçi değilsiniz, verginizi veriyorsunuz. Niçin konuşmaktan çekiniyorsunuz" dediğimde yine aynı tavırla kafalarını iki yana sallıyorlardı. Kimisi de, konuşuyor ama isim vermek istemeyip, "George" yazarsınız diyerek beni başından savıyordu. George(!), en çok Türklerin çek verip karşılıksız çıkmasından şikayetçi.

DELİKANLISINIZ AMA...

Nihayet, aksansız Türkçe konuşan 29 yaşındaki Chen Yilei’yi konuşmaya ikna ettim. Meğer, Çin’deki Luoyang Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nun Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezunmuş. 2003’ten beri İstanbul’da yaşıyor. Türk ekonomisinin dışarıdan çok iyi göründüğünü ama içine girince insanın kendini bir türlü kurtaramadığını söylüyor. Hálá pek çok Çinli’nin Türkiye’yi İran ya da Arabistan gibi gördüğünü, laik bir ülke olduğunu bilmediklerini bu yüzden de gelmekten korktuklarını söylüyor.

Konuşmasının arasına çok tatlı argolar serpiştiriyor, Türkler için, "Delikanlı bir millet ama arada yamukları çıkıyor" diyor. Bir de sitemi var: "Bu Türkleri anlamıyorum, hem Çin mallarının kalitesiz olmasından yakınıyor, hem de biz biraz daha kaliteli mal getirince, çüş bunlar çok pahalı, el yakıyor, diyorlar."

Handaki diğer Çinliler’in suskunluğunu ise şöyle açıklıyor: "Bir kısmının Türkçesi gerçekten çok az. Fakat asıl sebep, herkes Çin mallarını o kadar kötülüyor ki, olumlu bir haber yayınlanmayacağını düşünüyorlar."

Biz onunla sohbet ederken, dükkana çaycı girdi. "Orhan Abi çay içer misin" diye sorunca, sağıma soluma baktım, dükkanda bizden başka kimse yoktu. Bu çaycı kime Orhan diyor diye düşünürken, Chen Yilei, "Yok istemem" dedi. "Hayırdır nerden çıktı bu Orhan" diye sorduğumda, üniversitede okurken, hocasının sınıftaki herkese bir Türk ismi verdiğini ve kendisinin payına da Orhan düştüğünü söyledi. Üstelik bir de açıklama yaptı: "Orhan sadrazam demektir."

Handaki bir başka ilginç Çinli ise, yine bir firma sahibi olan Pan Weijie. 10 yıldır eşiyle Türkiye’de yaşıyor. "Türkiye’yi çocukluğumdan beri merak ediyordum. 1001 Gece Masalları’nı okurken hep Türkiye’yi düşünürdüm. Türkiye hakkındaki pek çok şeyi kitaplardan öğrendim. Çinliler için Türkçe çok zor. 10 yıldır burada yaşamama rağmen, gazeteleri sözlüğe bakmadan okuyamıyorum. "Esnaf bana Kemal, diyor. Atatürk hayranıyım ve adımın Kemal olmasını istedim."

Handaki Türk esnaf Çinlilerin gelmesinden pek memnun olmasa da bir gerçeği çoktan kavramış: "Aramızda tabii ki rekabet var ama biz yabancıları seviyoruz. İstemiyoruz desek ne olacak sanki, artık dünya küçük bir köy."

ÇİNCE KONUŞAN ÇAYCI

Şark Han’ı gezerken, az önce Chen Yilei’ye "Orhan Abi" diyen çaycının, koridorlarda Çince konuştuğunu duyunca iyice ezberim dağılıyor. "Global bir çaycı olmuşsunuz, tebrik ederim. Çince neler söylüyorsunuz siz öyle" diye soruyorum. Hasan Adıgüzel cevap veriyor: "Burada Çince ve Türkçe anlamayana ekmek yok. Çay içiyor musun, günaydın, seni seviyorum, diyorum sadece. Başka Çince bilmiyorum." Aslında türkücü olmak isteyen Hasan Adıgüzel’in Çinlilerden tek şikayeti cömert ve misafirperver olmamaları: "Çay markası alıyorlar, bir yılda bitmiyor. Misafirlerine de çay, kahve ikram etmiyorlar..."

Geçen yıl Zeki Ökten’in "Çinliler Geliyor" filmi vizyona girmişti ya, işte o Çinliler gelmekle kalmamış, çoktan bizden olmuşlar bile.

İstanbul’da ticari hayatın en kaotik, en canlı, en ucuzcu, en eğlenceli yeri Tahtakale’deyim. Çıfıt çarşısı tabirinin belki de cisme dönüştüğü tek yer burası. Bir tarafta hac malzemeleri satan esnaf, hemen yanında prezervatifler, Viagralar, porno CD’ler satan bir başka esnaf, okul malzemeleri, binbir çeşit plastik malzemeler, hediyelik eşyalar, baharatlar, yok yok. Ve tabii ki Çin malı furyası. Ortalığın Çin malı kaynaması elbette sürpriz değil ama sürpiz olan İstanbul’da ticaret yapan Çinlilerin dükkan ve firma sahibine dönüşmesi. Tahtakale’nin bütün Çinli patronları, toptancıların bulunduğu Şark Han’da.

İlk girdiğim dükkanda, Çinli satıcının aksanlı Türkçesiyle müşterisine, "Valla kurtarmaz abi" demesiyle irkildim. Kırk yıl düşünsem bu lafı bir Çinli’den duyacağım aklıma gelmezdi. Ama beni asıl yerlere yapıştıran, bir başka Çinli’nin "Türklerin pazarlık huyu sizi bezdiriyor mu" soruma verdiği cevaptı: "Pazarlık sünnettir abla!"

Türk esnaftan bir farkları kalmamış. "Buyur abi" lafı ağızlarından düşmüyor. Onlarla çatır çatır pazarlık yapan müşterilerine aynı ısrarla kırık Türkçeleriyle çatır çatır karşılık veriyorlar.

Şark Han’daki 200’e yakın dükkanın yaklaşık 50’si Çinlilerin. 30’lu yaşlardaki firma sahiplerinin büyük çoğunluğu Çinli kadınlar. Hemen hemen her dükkana girdiğinizde, masasına gömülmüş, bilgisayarının başında kulağındaki kulaklıkla Çince konuşan bir Çinli görüyorsunuz. Dünyanın bir ucundaki Çin’le ucuza konuşmasının yolunu, internet aracılığıyla indirdikleri skype programından yararlanarak bulmuşlar.

Çinlilerin işlettiği dükkanların neredeyse hepsine girip, Çinliler’le ilgili bir haber yapmak ve kendileriyle konuşmak istediğimi söylediğimde, cevap yerine sadece yüzüme baktılar. Başlarını hayır manasında iki yana sallamakla yetindiler. "Türkçe bilmiyorum" diyerek konuşmayı reddeden, aynı anda kapıdan giren müşteriye "Buyur abi nasıl yardımcı olabilirim" diyerek koşturuyordu. "Bak işte Türkçe biliyorsunuz, kaçak işçi değilsiniz, verginizi veriyorsunuz. Niçin konuşmaktan çekiniyorsunuz" dediğimde yine aynı tavırla kafalarını iki yana sallıyorlardı. Kimisi de, konuşuyor ama isim vermek istemeyip, "George" yazarsınız diyerek beni başından savıyordu. George(!), en çok Türklerin çek verip karşılıksız çıkmasından şikayetçi.

DELİKANLISINIZ AMA...

Nihayet, aksansız Türkçe konuşan 29 yaşındaki Chen Yilei’yi konuşmaya ikna ettim. Meğer, Çin’deki Luoyang Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nun Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezunmuş. 2003’ten beri İstanbul’da yaşıyor. Türk ekonomisinin dışarıdan çok iyi göründüğünü ama içine girince insanın kendini bir türlü kurtaramadığını söylüyor. Hálá pek çok Çinli’nin Türkiye’yi İran ya da Arabistan gibi gördüğünü, laik bir ülke olduğunu bilmediklerini bu yüzden de gelmekten korktuklarını söylüyor.

Konuşmasının arasına çok tatlı argolar serpiştiriyor, Türkler için, "Delikanlı bir millet ama arada yamukları çıkıyor" diyor. Bir de sitemi var: "Bu Türkleri anlamıyorum, hem Çin mallarının kalitesiz olmasından yakınıyor, hem de biz biraz daha kaliteli mal getirince, çüş bunlar çok pahalı, el yakıyor, diyorlar."

Handaki diğer Çinliler’in suskunluğunu ise şöyle açıklıyor: "Bir kısmının Türkçesi gerçekten çok az. Fakat asıl sebep, herkes Çin mallarını o kadar kötülüyor ki, olumlu bir haber yayınlanmayacağını düşünüyorlar."

Biz onunla sohbet ederken, dükkana çaycı girdi. "Orhan Abi çay içer misin" diye sorunca, sağıma soluma baktım, dükkanda bizden başka kimse yoktu. Bu çaycı kime Orhan diyor diye düşünürken, Chen Yilei, "Yok istemem" dedi. "Hayırdır nerden çıktı bu Orhan" diye sorduğumda, üniversitede okurken, hocasının sınıftaki herkese bir Türk ismi verdiğini ve kendisinin payına da Orhan düştüğünü söyledi. Üstelik bir de açıklama yaptı: "Orhan sadrazam demektir."

Handaki bir başka ilginç Çinli ise, yine bir firma sahibi olan Pan Weijie. 10 yıldır eşiyle Türkiye’de yaşıyor. "Türkiye’yi çocukluğumdan beri merak ediyordum. 1001 Gece Masalları’nı okurken hep Türkiye’yi düşünürdüm. Türkiye hakkındaki pek çok şeyi kitaplardan öğrendim. Çinliler için Türkçe çok zor. 10 yıldır burada yaşamama rağmen, gazeteleri sözlüğe bakmadan okuyamıyorum. "Esnaf bana Kemal, diyor. Atatürk hayranıyım ve adımın Kemal olmasını istedim."

Handaki Türk esnaf Çinlilerin gelmesinden pek memnun olmasa da bir gerçeği çoktan kavramış: "Aramızda tabii ki rekabet var ama biz yabancıları seviyoruz. İstemiyoruz desek ne olacak sanki, artık dünya küçük bir köy."

ÇİNCE KONUŞAN ÇAYCI

Şark Han’ı gezerken, az önce Chen Yilei’ye "Orhan Abi" diyen çaycının, koridorlarda Çince konuştuğunu duyunca iyice ezberim dağılıyor. "Global bir çaycı olmuşsunuz, tebrik ederim. Çince neler söylüyorsunuz siz öyle" diye soruyorum. Hasan Adıgüzel cevap veriyor: "Burada Çince ve Türkçe anlamayana ekmek yok. Çay içiyor musun, günaydın, seni seviyorum, diyorum sadece. Başka Çince bilmiyorum." Aslında türkücü olmak isteyen Hasan Adıgüzel’in Çinlilerden tek şikayeti cömert ve misafirperver olmamaları: "Çay markası alıyorlar, bir yılda bitmiyor. Misafirlerine de çay, kahve ikram etmiyorlar..."

Geçen yıl Zeki Ökten’in "Çinliler Geliyor" filmi vizyona girmişti ya, işte o Çinliler gelmekle kalmamış, çoktan bizden olmuşlar bile.

ÇİNLİLER ARASINDA REKABET VAR

SONG ZIBIN (Çin İşadamları Derneği Başkanı): 1994’ten beri Türkiye’de yaşıyorum. Önceleri ben de hediyelik eşyalar getirtiyordum. Sonradan piyasaya giren Çinliler fiyatları ucuzlatınca, "Tamam siz o işi yapın, ben turizm yapacağım" dedim. Türkiye’deki Çinliler arasında çetin bir rekabet var. Hepsi fiyatlarını eşit tutsun, herkes kazansın diye uğraşıyorum. Şark Han’daki 100 civarında Çinli’nin hepsi, çalışma izinleri alınmış, vergisini ödeyen firma sahipleri. Türkiye’de ticaret yapmaya çalışan Çinlilerin karşılaştığı en büyük sorun gümrük işlemleri. Çin’den Rusya, Bulgaristan, Romanya’ya TIR kamyonu dolusu mal gidiyor. Türkiye’de bir kamyon bile mal almıyorlar. Üstelik karşılıksız çeklerle pek çok Çinli’nin canını yakıyorlar. Şimdi bizimkiler uyandı, nakit yoksa mal yok. Buradaki Çinlilerin tek düşündüğü şey çalışmaktır.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!