Güncelleme Tarihi:
Ferzan Özpetek’in çekimlerini ıtalya’nın “çizme topuğundaki” doğa, tarih ve mimari açıdan en zengin kentlerinden Lecce’de yaptığı son filmi “Serseri Mayınlar”, yine herkesin kendine yakın bir karakter bulabileceği bir film olmuş.
50 yıldır makarna üreticiliği yapan, geleneksel ve ahlaki kalıpların dışına çıkmayan bir ailenin öyküsü var bu kez karşımızda. Ailenin iki oğlu, üzerlerindeki baskıyla yaşamaktan bunalıp sınırların dışına çıkarak babalarına yıllardır sakladıkları her şeyi itiraf ederler. Tabii bu durum ister istemez ailede bir krize neden olur.
Filmden çıkan izleyiciler “Türk aile yapısında da böyle durumlar çok fazla yaşanıyor. Bu film sayesinde çocuk ve anne-baba arasındaki ilişkiler daha açık hale gelebilir” diyor.
Özpetek ise bu durum için “Film, her ne kadar eşcinsellikle öne çıksa da asıl önemli konu anne ya da babanın çocuğuna nasıl davrandığı. ‘Benim çocuğum çöpçülük yapmak istiyorsa yapsın, yeter ki mutlu olsun’ denmeli. Çocuğun neyi sevip, neyi yapmayacağına karışmak yerine, mutlu olup olmadığını sorgulamalılar.”
Gaziantep geleneklere, tabulara bağlı bir şehir. Eşcinsellik konusunun ön planda olduğu “Serseri Mayınlar”ın galasını burada yapmaya karar verirken çelişkileriniz oldu mu?
- İçten davranıp, her şeyi ortaya koyduğunuzda seyirci bunu çok iyi anlıyor. Beğenmediği, yadırgadığı bir şeye bile saygı gösteriyor, anlayışlı davranıyor. Ayrıca aşk ve sevgi her şeyi aşar. Filmde de bunu görüyoruz. ıki adamın uyuduğu ya da öpüştüğü sahneleri kesebilirdim, benim için hiçbir şey değişmezdi. Daha fazla seyirci bile gelebilirdi. Ama artık birilerinin bir şeyler yapması, bazı tabuları yıkması gerek. Bunun için hayatımda her zaman kararlarımın, yaşantımın arkasında durmaktan hoşlandım. Her şeyi gizlersem rahat uyuyamam. Dolambaçlı bir hayata gerek yok. Sinemam da bunu yansıtıyor.
Filmdeki anne arkadaşına, eşcinselliğin tedavi edilebilir bir şey olup olmadığını soruyor. Gündemde de böyle bir konu var. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “Eşcinsellik hastalıktır” açıklamasına ne diyorsunuz?
- “10 aspirinle geçiyor” desem... Aslında bu pek çok insanın canını yakan bir konu. Bir sürü kişi bundan dolayı hayatını mahvediyor. Her şeyi kalıba sokmaya ne gerek var? Bir gün öyle bir dünya olsa ki, gay’lerin ya da lezbiyenlerin kulüpleri ayrı olmasa... Bunun için 360 derece açık olmak lazım. Belirli kutulara girmek hayata ihanet gibi geliyor bana. Ama gazeteler tarafından ben de hep kutulara sokuluyorum.
KİLİSE EŞCİNSELLİĞE ‘TERCİH’ DİYOR
İtalya’da da aynı önyargı var yani...
- Mesela ıtalya’da kilise bunu “tercih” olarak adlandırıyor. Halbuki filmde benim anlatmak istediğim “tercih” değil. ınsan ya öyledir, ya böyle. Bu tercih edilmez. Ama kilise tercih olarak adlandırarak, “Bunu tercih etme” diyebiliyor. Tanrı böyle yaratmışsa seni, kabul etmek zorunda kalacağını biliyor.
Filmde nasıl yaklaştınız bu konuya?
- Aslında konuyla biraz eğlenmiş oldum. Babanın, oğlunun gay olduğunu öğrendikten sonra aşırı derecede ağlaması ve bunalıma girmesi beni çok eğlendirdi. Bir de tabii sokakta dolaşırken sürekli gülerek çevredekilere ruh halinin bozuk olduğunu belli etmemeye çalışması da çok komikti. Ama bir o kadar da gerçekti. Çünkü filmi çektiğim Lecce, aslında ıtalya’nın en ilerici kesimlerinden biri. Yine de o bölgede bir erkeğin babasına gay olduğunu söylediğinde nasıl tepki alacağını araştırdım. Burada bile “Çocuk söyledikten 30 dakika içinde bütün şehir biliyor olur” dediler. Kimse kimsenin yüzüne karşı bir şey söylemiyor. Babanın paranoyaklığı da buradan geliyor.
İTALYA’DA DA KAPILAR YÜZÜME KAPANIYOR
Türkiye’de de insanlar çevrelerinin ne düşüneceğini önceden kestirip ona göre kaygıyla hareket etmiyor mu zaten...
- Evet, ne yazık ki öyle. Ama karda iz bırakmak için başkasının izinden yürünmemeli. Sanmayın ki ıtalya’da yaşarken her şey kolay oluyor. Pek çok yerde zorluk yaşıyorum, kapılar yüzüme kapanıyor. Örneğin ıtalya’da Türk bir yönetmem olmam da zorluk getiriyor. Yaptığım her işte başkalarından daha fazla efor harcamam gerekiyor.
İtalya’yla ülkemiz arasında benzerlikler var mı erkek çocuğa verilen değer arasında?
- Erkek çocuk her yerde önemli. Kadınlara karşı da her tarafta sessiz, derinden bir ayrımcılık var. Bu yüzden ben filmlerimde kadınları öne çıkarıyorum. Hayatta ırkçı olduğum tek bir konu var; o da kadın-erkek ilişkisi. Her zaman kadınların daha üstün olduğuna inanıyorum hayata karşı. Çünkü aynı işyerinde, aynı özelliklere sahip kadınla erkek arasından erkek çok daha çabuk yükseliyor. Ama bunun kadına sağladığı avantajlar da var. Örneğin bir kadın her zaman daha hazırlıklı, detaycı olur. Siz farkında olmadan pek çok şeyi idare etmeyi başarır.
BABAM İÇİN SİRKTE ÇALIŞAN AKROBAT GİBİYDİM
ınsan ister istemez ailesinin hoşuna gitmek için bir şeyler yapıyor. Onların onayını alma, kendini kanıtlama hissi hiç bitmiyor. Sanırım bu 80 yaşına kadar devam edecek. “Hamam” filmini yaparken babam durumdan memnundu ama yine de onun için “Sirkte çalışan akrobat” gibiydim. Çünkü diğer kardeşler mühendislik gibi işlerde çalışıyordu. Bir gün bana telefon açtı. Mezun olduğu Haydarpaşa Lisesi’nden arkadaşlarıyla yemeğe gitmiş. Orada “Sen Ferzan Özpetek’in nesi oluyorsun” demişler. “Babası oluyorum” deyince filmin ne kadar güzel olduğundan bahsetmişler, beni övmüşler. Bunun üzerine hemen beni aramış...
SENARYO GERÇEK HİKAYEDEN ÇIKTI
Altı yıl önce New York’ta bir arkadaşımla buluştum. Ailesiyle sıkıntısı vardı. “Ağabeyimin de gay olduğunu biliyordum ama ailemize pat diye söylemesi her şeyi altüst etti. şimdi annem ‘iyi ki sen varsın’ diyor. Büyük bir sorumluluk altındayım” diye anlatmıştı. O sırada aslında çevremdeki pek çok kardeşin eşcinsel olduğunu fark ettim. Üç yıl sonra da bu konu üzerine kafa yorup genişletmeye karar verdim. Yaşımdan dolayı hayata daha farklı bakmaya başlamıştım. Belki de bu sayede hiçbir şeye aldırmadan, eğlenerek yaptım bu sefer filmi.
İLK SEZEN AKSU İZLEDİ
Yaşamın tamamını anlatan, her kesimden izleyicinin kendini bulabileceği bir film yapmayı çok istiyordum. Bunun ilk olumlu geri dönüşünü Sezen Aksu’dan aldım. şarkısını koyduğum sahneyi görmesi ve filmi izlemesi için iki ay önce buluştuk. Ve şimdiye kadarki en iyi seyircim oldu. Kahkahalar atıp ardından hüngür hüngür ağlaması aslında tam da istediğim şeydi. Sonunda da bir süre konuşamadı ve “Bak neler olacak bu filmle. Çünkü hayatı tamamıyla anlatıyorsun” dedi. Yani tam da istediğim şeyi söyledi. Bir diğer hoşuna giden şeyse oyuncuların, şarkıyı anlamasalar da onun şarkısıyla gözlerinin dolması oldu.
GÜZİN HANIM’A HIRSIZ GİRMİŞ
Filmdeki ilginç karakterlerden biri olan hala, çocukluğumda çevremdeki kadınlardan oluştu diyebilirim. 7 yaşında Kalamış’ta otururken yan bahçemizde Güzin Teyze yaşardı. Geceleri “Hırsız var” diye sesi duyulurdu. Ertesi sabah temizlikçi Hafize Hanım, anneme “Bu gece yine Güzin Hanım’a hırsız girdi” derdi ve konu orada kapanırdı. Ben de hiçbir şey anlamazdım. Yıllar sonra, Güzin Teyze’nin aslında bir sevgilisi olduğunu ve adam gecenin bir yarısı evinden çıktığında laf olmasın diye “Hırsız var” diye bağırdığını öğrendim. Bir de içki içmeyi seven Handan Teyze vardı. Bize geldiğinde annem içkinin yerini kesinlikle göstermemem gerektiğini söylerdi. O da bunu bildiğinden öksürüğü varmış gibi yapıp “Evde cinzano var mı” diye sorardı. Ben de hemen getirirdim. Filmdeki halada da bunlar var.
SAÇINI KESMESEK MANTAR GİBİYDİ
Başroldeki oyunculardan Riccardo Scamarcio’nun (Tommaso) saçları lüle lüle ve uzundu. Seyirci onu sevsin, ne kadar sevimli çocuk desin istiyordum. O ise uzun saçları ve sert bakışlarıyla bir havalardaydı. Hemen saçlarını düzleştirip kestirttim. Ama biraz daha kesilmeliydi, yine de pek bir şey demesin diye çekimlere başladık. Üçüncü gün dayanamadım, çünkü mantara benziyordu. Sabah erkenden uykulu bir halde çekime geldiğinde daha da kestirttim. Kendine geldiğinde saçları çoktan gitmişti. ılk iki günkü çekimleri yeniden yaptık. Bana “Setten ayrılıyorum artık” diye çok bağırdı ama filmi görünce o da beğendi. Kız da uzun saçlıydı, çocukluğundan beri öyleymiş. Onunkini de ağlamaklı bir haldeyken kestik.
TUTMAYAN ŞARKI POPÜLER OLDU
Filmin müzikleri için bir potpori yapacaktım. Bunun için 150 tane şarkı gönderdiler. Bir pazar günü otelde hepsini arka arkaya sıralayıp dinlerken 50 Mila’yı (50 Bin) keşfettim. şirket bu şarkının sekiz ay önce çıkıp hiç tutmadığını söyledi. Ama şimdi şarkı ıtalya’da o kadar popüler ki, söyleyen Nina Zilli benimle karşılaştığında önümde diz çökecek gibi oluyor. şarkı eğlenceli gibi duyulsa da aslında kızın 50 bin gözyaşı döktüğünü anlatıyor.