Güncelleme Tarihi:
İşte Mine'nin yazısı:
TABU DEVİREN KÜÇÜK KADIN
Türk milletinin önemli bölümü yalnızca fotoğrafını gördüğünde bile ağlamaya başlıyor. Henüz 24 yaşında ufacık bir kadın. Yalnızca bir avuç insan ona inanırken mucizelere imza atmayı başarmış. Bireysel başarısını topluma hediye edip, eğik başları az da olsa kaldırmış.
Süreyya Ayhan, canını dişine takmış, koştukça koşuyor. O koşuyor, çok bilmişler konuşuyor, formasından çekiştiriyor. Çok bilmişlerin tamamı sapına kadar erkek, her konuda uzman medya mensuplarından oluşuyor. Her yarışın öncesinde-sonrasında bunların testosteron seviyeleri had safhaya çıkıyor. Kırmızı görmüş boğalar gibi oluyorlar. Hobaraaaaa diyerek tam gaz üzerine çullanıp, “sözlerini dinletmeye” çalışıyorlar. Başarıdan nema toplayacaklar ki, mevcudiyetlerini sürdürebilsinler, “ben dedim, oldu” diyebilmenin hazzını tatsınlar.
Süreyya hem koşuyor, hem deviriyor. Ama devirdiği çok bilmişlerin çoktan enkaz haline gelmiş bedenleri ve beyinleri değil. O tabu deviriyor.
* * *
Önce, bacaklarının kaslarıyla değil, arasıyla uğraşanlara karşı duvar gibi dikildi. İkiyüzlü toplum ahlakını dayatmaya çalışanlara dersini verdi. Özel hayatına burnunu sokmaya uğraşanlara kapıyı kapattı, bir daha da açmadı. Bunun bedelini “yerel hareket eden uluslararası sponsor adayı şirketleri” kaybederek ödedi.
“Yerel hareket eden uluslararası firma” kavramını iyi öğrenin. Anlamı, “ben ABD’liyim, Avrupa’lıyım ama sizin ülkenizde sizin değerlerinizi kabul ediyorum ve onları destekliyorum” demek (Örneğin, Pepsi Cola’nın Türk milli futbol takımını, Aria’nın süper lig takımlarını desteklemesi gibi). Küreselleşen dünyada yerel tüketiciye daha sevimli görünüp satışları artırmanın en geçerli (pazarlama) yöntemlerinden biri bu.
Yerel hareket eden uluslararası sponsor adayları, “yerel değerlere” sahip çıkıp “toz olurken”, Süreyya’ya “uluslararası hareket eden yerel bir şirket” sahip çıktı, Vestel. Belki şirket sahiplerinin benzer zorlukları aşarak bugünkü noktaya gelmelerinden, belki de Süreyya’nın geleceğini aydınlık görerek vizyoner davranmalarından, bilinmez. Bilinen o ki, artık Süreyya’nın arkasında dev bir sponsor var.
* * *
Süreyya, (pek farkında olamasa da) ikinci büyük tabuyu Paris’te yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası’nda yıktı. Halkımızın, sanki kadınların başına ayda bir böyle bir şey gelmiyormuş gibi davrandığı “adet” durumunu tartışmaya açtı. Elbette amacı tartışma açmak değildi, o yalnızca başına geleni herkesle paylaştı.
Çok bilmiş laf ebeleri yine apar topar darağaçlarını kurup, iplerini yağladılar. Dünya atletizm şampiyonalarında, 50’li yaşlarını sürenler dışında kimsenin hatırlamadığı bir üçüncülüğümüz vardı. Bunun dışında herhangi bir başarımız yoktu. Ülkemiz, tarihinin en büyük başarısını kazanmıştı ama Süreyya çok bilmişleri dinlemeyip ikinci olmuştu.
Süreyya, yüzde 99’u erkeklerden oluşan ve kadın bedeni konusunda en ufak bir fikri olmayan medya-yazı işlerini de ters köşeye yatırdı. Sahi buna ne deniyordu? Adet mi, regl mi, aybaşı mı, periyot mu, mensturasyon mu, kanama mı, hastalanmak mı yoksa “kirlenmek” mi?
Adet ve ‘regl’i bir arada kullanmaya karar verdiler. Jinekologlar ve kadın doğumcular başta olmak üzere harıl harıl doktor aradılar. Allah rızası için biri çıkıp kadınların başına ayda bir gelen meretin ne menem bir şey olduğunu anlatsındı.
* * *
Bazıları deneyimliydi. Sevgilisine ya da karısına ayda bir “bel masajı” yapıyordu. Çok azı markete gidip utana sıkıla kadın bağı alıp koşarak kasaya giderek parasını ödemişti. Bu arada gerekli gereksiz bir sürü şeyi ped paketini kamufle etmek için almıştı. Geri kalanların “adet” konusundaki bilgisi reklamlarda, kadın bağlarının üzerine dökülen mavi sudan ibaretti. Muhtemelen ayda bir kadınların mavi kan döktüklerini sanıyorlardı.
Tabii, kadınların o dönem başlamadan bedenlerinde ve psikolojilerinde önemli değişiklikler olduğunu da bilmiyorlardı. Ve bu değişikliklerin yarattığı şiddetin en önemli nedenlerinden birinin, 13-14 yaşlarında “ilk şoku” yaşadıkları anda anneleri tarafından suratlarına yedikleri tokadın şiddetinden ileri geldiğini de... (Bu tokadın anlamının ‘aklı başa getirmek’ olduğunu da bilmelerini bekleyemeyiz). Erkek çocukların “aklının başına gelmesini” (sünnet) düğün dernek yapıp çoğu zaman çocukcağızın cinsel organını sergileyerek kutlayan aileler, iş kızlara geldiğinde nedense pek bir ketum oluyorlardı.
Olayın adı “adım atmaktı”. Yani küçük çocukların kadın ya da erkek olması için başlarına bir iş gelmesi gerekiyordu. Kadınların adımına “adet”, erkeklerin adımına “sünnet” deniyordu. (Bu arada erkeklerin sünnetten birkaç yıl sonra atmaları gereken bir adım daha olduğuna inanılıyor. Buna ‘milli olma’ deniyor. Milli olunan yerlere ise genelev. Neyseki ikiyüzlü toplum ahlakının erkeklere bahşettiği ‘milli olma’ aksiyonu için tören yapılmıyor. Yani şimdilik o kadar da çivisi çıkmamış bu işin. Kadınların ‘ilk milli olmaları’ öncesinde yapılan törene ise bilindiği üzere düğün-nikah deniyor).
* * *
En ilkel tanımıyla, her ay bir spermle buluşarak döllenmeyi amaçlayan kadın yumurtasının bunu başaramadığı anda işe yaramayan yumurtayı bir miktar kanla birlikte dışarı atma işlemine “adet” deniyor. Yumurta döllenirse adet 9 ay 10 gün boyunca yerini hamileliğe bırakıyor. Neslin sürmesi, kadın ve erkeğin anne-baba mertebesine ulaşıp aileyi oluşturması için muhtelif sayıda veledin dünyaya gözlerini açması gerekiyor.
Kendilerine doğurganlık gibi üstün bir vasıf ihsan edilse de maalesef bu özellikler hemen her erkek egemen toplumda “zayıflık” olarak işleme sokuluyor. ABD’nin bazı eyaletlerinde ve bazı Avrupa ülkelerinde adet dönemi öncesinde ve sırasında suç işleyen kadınlar için ceza indirimi uygulanıyor. Çünkü bu süreç kadınların önemli bölümünde “aklını başından alacak kadar” ağır geçiyor. Neler mi oluyor?
Dr. Kağan Kocatepe tarafından hazırlanan www.jinekoloji.net sitesinde bu sorunun bilimsel yanıtları mevcut (Ben söylersem erkek okurlardan inanmayanlar olabilir). Adet döneminde kadınların yaşadığı en önemli sorunlardan biri premenstruel sendrom (PMS-Adet öncesi gerginlik sendromu). PMS tüm vücut sistemlerini etkileyebiliyor. Hafif de olabiliyor ağır da. İş kaybına, sosyal ilişkilerde sorunlara, kişide depresyona yolaçacak kadar şiddetli olabiliyor. Ruhsal belirtileri depresyon, yorgunluk hissi, aşırı uyuma, çevreye ilginin azalması, duygu durumunda dalgalanmalar, sinirlilik, gerginlik, asabileşme. Ayrıca memelerin dolgunlaşması, büyümesi ve ileri derecede hassaslaşması gibi belirtileri de var. Vücutta ödemlere (şişmeler), 1.5 kilogramdan fazla ağırlık artışına, karında şişkinliğe ve elbiselerin dar gelmesine yol açan sıvı tutulumuna neden olabiliyor. Baş ağrısı, bulantı-kusma, kabızlık, ishal, iştah artışı, aşırı susama, alkole tahammülsüzlük, cinsel istek artışı, akne (sivilce) ortaya çıkması ise diğer sık gözlenen belirtiler.
* * *
Dr. Kocatepe’ye göre PMS, kadının yaşantısını derinden etkileyen sosyal bir durum. Çünkü ABD’de yapılan istatistiksel bir çalışma bu ülkede kadınların adet öncesi dönemlerinde daha fazla suç işlediklerini ortaya koymuş. Aynı raporda tıbbi ya da psikiyatrik bir hastalık nedeniyle hastaneye yatırılan, intihara teşebbüs eden, çocuklarını küçük şikayetler nedeniyle doktora götüren kadınların önemli bir kısmının adet öncesine yakın günlerde oldukları görülmüş.
PMS, sıklıkla 30 yaşın üzerinde kadınlarda görülüyor. Ancak kadınların önemli bir yüzdesi bu belirtilerin bir ya da birkaçını her ay yaşıyor.
Bu yıl üniversite sınavına başvuran kızların yüzde 86’sı, erkeklerin yüzde 77’si sınavı kazanmış. Kızların yüzde 66’sı, erkeklerin yüzde 54’ü 185 puan barajını aşabilmiş. Bu kızların önemli bölümünün “kan dökerken” sınava girdiklerini söylemek için araştırma yapmak gerekmiyor. Bel, kasık, baş ağrısı çekerken bir yandan da geleceğini etkileyecek soruları çözmek (ya da koşmak) herkesin harcı değil.
* * *
Özet olarak kadın olmak karmaşık ve çok bilmişlerin abuk sabuk yorumlarını kaldırmayacak kadar özel bir durum. Erkeklerin yüzde kaçı biliyor bilmiyorum. Biz her ay şu muhabbetlerden en az birini yapıyoruz: “Ha geldi ha gelecek, gelmedi acaba hamile miyim, gecikti- gecikmedi, ped var mı, tampon var mı, çaktırmadan bir tane versene, arkama baksana, pedi çantamın neresine sokuştursam, vermidon, baralgin, ağrı kesici var mı, karnım yine şişti lanet olsun, kasıklarım-belim çok ağırıyor, kan kaybından öleceğim, ne olur ne olmaz açık renk giymeyeyim, demir hapı içmekten bir hal oldum, ödemim var, uykum var, zartım var zurtum var.”
Bu arada hiçbir şeyi çaktırmamaya, normal hayatımızı sürdürmeye, para kazanmaya, kariyer mücadelesi vermeye, ev kadını olanlar ev işlerini yapmaya, çocuk ve koca bakmaya, kirli donları yıkamaya, saçmasapan bir sürü muameleye katlanmaya da çalışıyoruz.
Yani Süreyya, biz sana inanıyoruz.