SÜT... deyip geçmeyin sakın! Doğar doğmaz bebeciklerin ağzına biberonla mama dayayacak bir teknoloji henüz bulunamadığına göre, anamızın ak sütünü hakettiğimiz anda, "vazgeçilmez"ler zinciri başlıyor. İlk gıdamız su ve süt. Anadolu insanının dediği gibi, gıdanın yanı sıra, başka kazandıklarımız da var:"Sütle giren huy, canla çıkar."Bu noktada, tamamen savunmasız olduğumuz ortada: Anamızın memesini zor zahmet bulurken, "Ingaaa... Ingaaa..." feryatları arasında, domates seçer gibi, huy beğenecek halimiz mi var, tanrı aşkına?Şimdi, müsaadenizle, "vazgeçilmezlik" üzerine, size muzip bir anekdot aktarmak istiyorum. Bir filmde geçen -ismini hatırlamıyorum- matrak olduğu ölçüde de düşündürücü bu sahne, beni günlerce güldürmüştü.Üstelik, hepimizin "futbol rüzgârları" önünde sağa sola savrulduğumuz şu günlerin esprisine de pek uygun:İki bıçkın delikanlı konuşuyorlar. İkisi de asker:"- Maç Cumartesi mi?-Evet...-Fakat, ben oynayamam.-Nedenmiş o?-O gün hamursuzumuz var. Maçın tarihini değiştiremez misin?-Sen dinini değiştiremez misin?"Faciaya bakar mısınız? Delikanlılardan biri Musevi. Maç günü de Cumartesi. Museviler zaten cumartesileri pek hareket etmezler. Kimisi, elektrik düğmesini çevirmez de, komşusundan rica eder. Değil maça çıkmak, delikanlının kendine bir salatalık soyması dahi caiz değil. "Hamursuz" ise, Museviler'in en büyük dini bayramı. Çocuk ne yapsın şimdi? Hem Cumartesi, hem Hamursuz!.. Hamursuz mu, futbol mu? Al sana, bir adet kimlik bunalımı.Dinin pek hassas bir mevzu olduğunun farkındayım. Ama, bence süt, en vazgeçilmez. Farzedin ki, süt yok. Doğunca ne emeceğiz? Yoğurt yok, ayran yok, tereyağı yok, bilumum peynirler yok, sütten yapılan hiçbir tatlı yok. Dolayısıyla, kalsiyum yok; herkesin kemikleri eriyor, vücut çatısı gelişmiyor, ileri yaşlarda çöküyor, dişler çürüyor. Yok, yok... Çekilir dert değil..."Sütümü isterim!.." diye tutturduğuma bakmayın. Bizim ailede sütle ilgili öyküler pek acıklı. Rahmetli babaannem, Beykoz'un Akbaba Köyü'nde daha 30'una varmadan dört çocukla dul kalıverince, çocuklarını nasıl besleyeceğinin telaşına düşmüş. Babam, o zamanlar, sıska mı sıska. Babaannem, koskocaman bir bardağın içine çiğ yumurta kırıyor, çırpıyor. Babam nazlanıyor, ama takan kim? Elde kallavi bir kerpeten, canı çıktı çıkacak babamın başında bekliyor. O süt içilecek, Allah'ın emri. Babam şimdi 85'inde, hâlâ domatesin o hep oynaşan çekirdek kısmını görünce içi fena olur. Çiğ yumurtanın sallantıları yüzünden. Ama, hayatta kalmasını süte ve mantıya borçlu.Ben de "süt mahkûmu" idim. Bir su bardağına sekiz kaşık toz şekeri boca edip sonra burnumu vargücümle -sütün kokusunu almamak için- kıstırıp içerdim. Burs kazanıp ABD'ye gittiğimde bir süt cennetinin içine düştüm. Ülkenin en muhteşem tarım eyaletlerinden biri: Iowa! İneklerin cüssesi Edirne'den Ardahan'a. High School'da, her gün öğle yemeği + hamburger + süt var. BELEŞ. Her öğlen hamburger yedim, ama süt içmedim! Şimdi düşünüyorum da, bundan daha büyük dangalaklık olabilir mi? Ya, ileri yaşlarımda kemik erimesi başlarsa? Böylesine sorumsuz davranmış oluşumu kendime nasıl izah edeceğim? 17 yaşında, hazır fırsat varken, dünyanın tüm kalsiyum yüklemesini yapsam, fena mı olurdu?Çocukların -zorla da olsa- beslenmesi çok mühim. Ama, bunu hayat boyu silinmeyecek tepkiler yaratmak pahasına yapıyorsanız, astarı yüzünden pahalıya geliyor. Bendeniz fukaranın, anama inat, burnumun ucundaki galonlar dolusu sütü içmeyişim gibi...Süt neredeyse hayat kadar önemli. Fazla kanıta gerek yok: Bizim üç afacan yavru kedimizin Marilyn'in memişlerini bir türlü terketmeyişlerinden belli. Sarışın bomba anne kedimizin ne tatlı memeleri varmış? Yavrular kocaman oldu, her türlü mamayı yiyorlar, ama Marilyn'in yumuşak karnını bulunca hemen yumuluyorlar. Annecik de, analığına ve memelerinin süt dolu oluşuna uslu uslu boyun eğiyor.Anadolu'da, "Sütsüz koyun meleğen olur" diye boşuna dememişler. Etrafına bir faydası olmayan, elinden bir iş gelmeyen kişi kederli, acılı ve dertli olur anlamında. Tam tersi de şöyle:"Sütlüyü sürüden çıkarmazlar."Eminim, bu özdeyiş bir zamanlar gerçeği yansıtıyordu. Ama, ya şimdi? Liyakat'in esas olduğu bir toplumda yaşadığımıza inanıyor musunuz, sahiden? "Sütlü"yü olsa olsa, tepe tepe kullanırlar, ama asla değerini bilmezler.Vallahi, "sütten ağzı fena yanmış..." biri olarak, ayran olsun, yoğurt olsun, her önüme geleni üfleye üfleye helak edeyim. Sevimsiz...Ama, siz siz olun. Her gün bir bardak sütünüzü için, olmazsa cânım yoğurtların hatırını sorun. Ne acıdır ki, bu tavsiyenin, maddi durumu iyi, dolayısıyla marketteki kalite kontrolünden geçmiş, gıda değeri nispeten yüksek, kısmen dayanıklı ürünlere ulaşma imkânına sahip ailelere yönelik olduğunun farkındayım. Büyük çoğunluk, uyduruk kaydırık sokak sütleri ile vaziyeti idare ediyor.Sanki biraz ayıp mı oldu? "Sokak sütü" derken "sokak çocuğu"nu çağrıştırmamak mümkün değil. Fakat, çağrışımda bir yanlışlık yok: Sokak çocukları ne kadar bakımsız ise, sokak sütlerinin durumu da o kadar feci.Tabii, "çocuklarımızı sütleyelim..." demekle olmuyor. Geleneksel olarak, bir tarım ve hayvancılık ülkesi bilinsek de, kişi başına süt tüketimi, batılı standartların gerisinde. Normal şartlarda, yeni doğmuş bebeklerin 6 hafta ile 3 ay arasında süt emmesi gerek. Özellikle, kırsal kesimdeki kadınlarımızın ne derece sağlam beslendiğini düşünürsek, bebeklerimizin hayata başlarken 1-0 mağlup olduğu düşünülebilir. Az beslenen annenin sütünde de az gıda olur. Ne kadar ekmek, o kadar köfte.Kimi zaman, annenin sütü miktar olarak da yetersiz olabiliyor. O zaman, hayvan sütüyle takviye şart. Belki şaşıracaksınız, ama anne sütünü en yakın süt, eşek sütü imiş! (Ben de, ansiklopedilerin yalancısıyım.) Antik Çağ'da, kraliçenin, namlı hanımların eşek sütüyle güzellik banyosu yaptıklarını hep biliriz. Süt banyosu harika! Ama, sütü taşıyan bahtsız hizmetkârlardan biri olmak istemezdim, doğrusu. Eşek sütü kolay bulunamadığı için, en yakın ihtimaller keçi ve inek sütü. Anne sütünde yüzde 1.3 protein varken, bu oran inek, koyun ve keçi sütlerinde sırasıyla, 3.4, 5.4 ve 3.6. Şeker açısından, anne sütü öbürlerine kıyasla daha zengin (yüzde 6.8).Ülkemizde yıllık süt üretimi 10 milyon ton civarında. Bunun yüzde 15 kadarı sanayide kullanılırken, geri kalanı ya çiğ olarak satılıyor, ya da mandıra ve imalathanelerde değerlendiriliyor. "Değerlendirme" azıcık lafın gelişi... Denetlemenin yetersizliği, kimi mandıraların senelerdir birer pislik yuvası olarak "icra-i sanat" eylemelerine fırsat veriyor.Zaten, hayatta iki şeyi hiç görmek istemem: Fırınların arka kısmı ve mandıralar. Aksi takdirde ekmek ve peynire hayat boyu elveda demek gerekecek. Mezbahalarda yaşanan pislik + vahşete hiç girmiyorum.Peynir konusundaki sefil durumumuzu kavradıktan sonra asıl sorun, açıkta satılan sütler. 1952'de bir tüzük çıkarılmış: "Gıda Maddeleri Tüzüğü." Bu tüzük, nüfusu 100 binin üstündeki kentlerde de günde 150-200 ton civarında sokak sütü satıldığını göz önüne alarak, bu yerleşim yerlerinde "açıkta süt satışı"nı yasaklamış.Dinleyen kim?Sokak sütü ucuz. Üstelik, kapıya geliyor.Durum feci. Zira, hijyenik olmayan ortamlarda hazırlanan sokak sütlerinde bakteri kaynıyor. Bakteri oranı o kadar yüksek ki, Malta hummasından ("Brucelles") tutun da, kızıl, anjin, daha ne ararsanız her türlü hastalık tehlikesi var. Üstelik, en kolay yapılabilecek hile, sütün yağını almak! Yağı alınınca sütün besin değerini büyük ölçüde kaybettiği yetmezmiş gibi, ne idüğü belirsiz katkı maddeleri sorunu da var.Açıktan alınan sütün, emniyet için kaynatılması ise, tüm besin yükünü yok ediyor. Zaten, süt hababam kaynatılsa bile, uzak mesafelere iletilene kadar -özellikle, büyük kentlerde- başına gelmedik kalmıyor. Sözün özü, sütün "süt"lükle pek bir alakası kalmıyor.Hem çok değer verilen, sembolik bir kıymet, süt. Hem de, pek nazenin. "Sütanne"ler "Sütnine"ler padişahların gözbebeği idi. "Sütata", "Sütkardeş", "Süt kızı", "Sütoğul" hep yakın sayılmış, değer verilmiş. "Süt çekmek", aynı annenin emzirdiği kişilerin karakter benzerlikleri için kullanılmış.Listeyi uzatmak mümkün."Süt başı", kaynatılmış sütün üstünde biriken kaymak tabakası; "Sütbeyaz" yani bembeyaz; "Sütdişi" yedi yaşından evvel tabiat marifetiyle, çocukluğumun yokluk günlerinde ise kapıya bağlanıp sonra aniden çekilen ipler vasıtasıyla kaybettiğim tüm çocukluk dişlerim.Beyaz süt benzeri sıvısı olan tüm ağaçlar, "Süt ağacı", "Sütkırı" beyaz renkli at; "Sütçü" ve de onun tüm kahrını çektiği halde bir o kadar da küçümsenen "Sütçü Beygiri."Kimilerinin gözde tatlısı "Sütlaç." Süt gibi beyaz, ama zehirli özsuyu çıkaran güzel çiçekli bitki ailesi "Sütleğen-giller." Bizim Küçüksu Çayırı'nda yazın satılan, namlı ve de "Sütlü mısır." Sütü gelene, "Sütlenmek..."Süt emen çocuğa "Süt çocuğu" derken, pek nazlı nazenin tecrübesiz, dayanıksız olan da anlaşılır. "Kuşsütü" ise, çok muteber olan, yere göğe konulamayana ikram diye düşünülmüş."Hanım süt verecekse, ben de can veririm!"Erkeklerin "iktidar" yoluyla değil de, salt özünden, kendinden verişini öne çıkaran, pek de sık rastlanmayan bir sahipleniş örneği.Doğum ertesinde bizi besleyen ana sütü öylesine değerli ve vazgeçilmez ki, soylu, kişiliği sağlam insana "sütü temiz" (ya da, "anasından temiz süt emmiş") derken, cılk çıkana "sütü bozuk" deyivermişiz. O yüzden, bebekleri vakitsiz "sütten kesmemek"; ananın sütünün zamanından önce kesilmemesi için de özen göstermek gerek."Süt dökmüş kedi gibi..." derken, gene "süt"ün ehemmiyeti vurgulanıyor fena halde. Zira, kediler her şeyi kırar döker, ama asla kabahatli durmazlar. Demek ki, süt kabı, bizatihi kedi için de önemli."Anamın ak sütü gibi helal."Karşılıksız yapılan iyilik, fedakarlık. "Ağzı süt kokmak..." yine sütçocuğu çağı, tecrübesizlik. "Sütünü helal etmemek..." büyük tehdit; aile, sülale ya da aşiret içi meselelerinin gelip tıkandığı, düğümlendiği noktada, geleneksel ana tipinin kullandığı bir silah. Karşı durulması, azıcık zordur. Ananın sütü sana helal değilse, sen "bittin" demektir. Allah vermeye...Tehdit yerine, o kişiyi vicdanı ile başbaşa bırakacaksanız, "Sütüne kalmış..." dersiniz. Tekrar annenin verdiği malzemenin temizliğine sığınılırken, bir yandan da iş tanrıya havale ediliyor.Hepimizi her an yüz yüze geldiği, günde bilmem kaç sefer her şeye lanetler savurduğumuz anlarda hissettiğimiz şey:"Anamdan emdiğim süt, burnumdan geldi."Korkarım, bu deyişin altında, "Yahu, şu hayatta gördüğümüz tek helal ve eyi şey, anamızın sütüydü. Onun da hakkından geldiler" serzenişi yatıyor.SÜT'ün temizlik, iyi ahlak, sağlam kişilik anlamının yanı sıra, hiç akla gelmedik bir "düzen, istikrar" ama aynı ölçüde de "aymazlık ya da gaflet" sembolü olabileceğini de ünlü yazar George Orwell (Eric Blair) keşfetmişti. Avrupa'da felaket ve acı yüklü bir ikinci cihan harbinin günbegün yaklaştığını, kendilerini adalarına hapsetmiş İngilizler'in nasıl olup da göremediğini yeisle kavradığında veryansın edişi unutulur gibi değil:"İngiliz halkı, her sabah kapılarının önünde gazete ve süt şişelerini buldukları sürece, savaşın patlak verdiğinin farkına bile varamayacaklar."Baştan aşağı süte boğulduk. Sıra, ağzımızı tatlandırmakta.Madem, süt ve bilumum türevleri bu kadar önemli, birkaç tarif vermek farz oldu.İlk tarifte, hem süt, hem de peynir var.PEYNİRLİ SUFLEMALZEME (8 KİŞİLİK):125 gr. Margarin6 çorba kaşığı un2 bardak dolusu süt8 yumurta150 gr. Kaşar veya gravyer peyniri (rendelenmiş)½ kahve kaşığı kırmızı biber1 tutam hindistan cevizi (rendelenmiş)1 tatlı kaşığı tuzYAPILIŞI:Bir tencereye margarin ile unu koyup çırpma teli ile karıştırın. Orta ateşte, 3-4 dak. kadar, yakmadan kavurun.Kaynar sütü ekleyip iyice karıştırın. Ateşten alın ve ılındırın. Yumurta sarılarını katın ve karıştırın.Peynir, kırmızı biber, hindistan cevizi ve tuzu katın, karıştırın.Yumurta aklarını, ayrı bir kapta, kar gibi olana kadar çırpın. Harcın içine katarak madeni bir kaşıkla yavaş yavaş karıştırın.Karışımı sufle kabına boşaltın ve pişirin. (Ne denir, böyle harika bir açılımdan sonra? Afiyet şeker olsun.)Dünyada bundan daha kolay (ve de "lezzetli")
yemek var mıdır acaba? ***Sütlü tatlıların en gözdelerinden KAZANDÄ°BÄ° ile minik tatlı tariflerimize baÅŸlayalım...KAZANDÄ°BÄ°MALZEME:1 lt. Süt250 gr. Åžeker125 gr. Pirinç unu15-20 gr. Pudra ÅŸekeri1 paket vanilyaYAPILIÅžI:Sütü polyflon tencereye koyup kaynatın.Sütü ve suda eritilmiÅŸ pirinç ununu ekleyin. Karıştırarak 15 dakika kaynatın.Polyflon tepsinizi hafifçe yaÄŸlayıp pudra ÅŸekerini tepsinin her tarafına eÅŸit ÅŸekilde dökün.Muhallebiyi de boÅŸalttıktan sonra, önceden ısıtılmış fırında, yarım saat piÅŸirin.SoÄŸuması için, ıslak bir bezin üzerinde bekletin.Kare ya da dikdörtgen ÅŸeklinde (arzunuza baÄŸlı) keserek, yeÅŸil fıstık ya da dondurma ile servis yapın.Önümüzdeki yaz günleri için ideal, pratik hem de bol meyveli, ÅŸipÅŸirin süslü bir tatlı size:MEYVELÄ° PRENSES TATLISIMALZEME:2 ÅŸeftali, 1 muz15-20 dondurulmuÅŸ (ya da) taze viÅŸne3 yemek kaşığı niÅŸasta10 yemek kaşığı irmik5 su bardağı süt1 su bardağı toz ÅŸekerNot: Åžeftalilerin dağılmaması için sert olanları tercih edilmeli. Ayrıca, piÅŸme süresi 3-4 dakikayı asla geçmemeli.YAPILIÅžI:Åžeftalilerin kabuklarını soyup dilimleyin.Küçük bir tencereye 1 çay bardağı su ve bir çorba kaşığı toz ÅŸeker ekleyip 3-4 dakika piÅŸirin.Çukur bir tencerede mısır niÅŸastası, irmik, tozÅŸeker ve sütü koyun. Kaynayıncaya kadar sürekli karıştırın. Düz bir kalıba dökün. Bırakın, soÄŸusun.SoÄŸuduktan sonra, üzerini ÅŸeftali, muz dilimleri ve viÅŸne ile süsleyin.****Bu kurabiyenin de ismine bayıldım:EBE SÃœTÃœHAMUR MALZEMESÄ°:6 su bardağı un (650 gr.)1 ½ su bardağı süt (300 gr.)¾ dolu çorba kaşığı sıvı yaÄŸ (8 gr.)2 çay kaşığı tuz (6 gr.)¾ dolu çorba kaşığı kuru maya (12 gr.)1 2/3 tatlı kaşığı tozÅŸeker (8 gr.)1 çay bardağı ılık süt (100 gr.)1 adet yumurta sarısı (kurabiyenin üstüne sürmek için)İÇ MALZEMELERÄ°:1 su bardağı ceviz (115 gr.)1 çay kaşığı tarçın (2 gr.)Böylesi milimetrik gram hesaplarına oldum bittim pek aklım ermez. Zaten, mini minnacık ölçüm yapacak cihazım da yok. Nedir yani, laboratuvarda deney mi yapıyoruz, kurabiye mi piÅŸiriyoruz? Ninemlerin, annemlerin "göz kararı" diye kotardıkları her ÅŸeyi, parmaklarımızla yemedik mi? Neyse, yeni usullerin de bir bildiÄŸi vardır, elbet.HAMURUN HAZIRLANIÅžI:Kurabiye hamurunun ekmek hamuru kıvamında olması gerek. Bunun için, kullanılan kuru mayanın 3 katı miktardaki ve 35-40 °C'deki sütün içine 1 tatlı kaşığı ÅŸeker ekleyin. Maya da, bu sıvıda eritilir.Unun ortasını hafif çukurlayın. Mayalı sıvıyı ekleyin. Ve, ön mayalanma için 10 dakika bekleyin. Daha sonra, yaÄŸ, tuz ve yumurtayı ekleyin.Hamur kuru hale gelince, yani, kendini kabın kenarından ayırana kadar, elle veya mikserle yoÄŸurulur. Ãœzeri örtülerek dinlenmeye bırakılır. Dinlenmenin ölçüsü, oda hararetine baÄŸlı olarak, 15-60 dak. Arasında deÄŸiÅŸebiliyor. Ne zaman ki, hamur, ilk cüssesinin iki katına eriÅŸir, yeterince dinlenmiÅŸ demektir. Bu arada, hamurun dış yüzeyinde çatlaklar olmamasına dikkat ediniz.KURABÄ°YENÄ°N HAZIRLANIÅžI:Hazırlanan hamuru 14 parçaya bölüp her parçayı yarım santim kalınlığında açın. Bu parçaların üzerlerine sıvı yaÄŸ sürüp ceviz ve tarçın karışımından serpin.Hamuru kıvırarak rulo yaptıktan sonra, istediÄŸiniz büyüklükte kesin. Ä°ki ucunu sıkıca kapatarak top ÅŸekline getirin.Bu hamurları, yaÄŸlanmış tepsiye dizerek 45 dak. Dinlendirin. Daha sonra, üzerlerine yumurta sarısı sürerek 200 °C ısıtılmış olan fırında, 15-20 dak. Kadar piÅŸirin.Afiyetler olsun...Jülide ERGÃœDER - 28 Haziran 2000, ÇarÅŸamba Â
button