SURVIVING PICASSO Ben obsesyona yatkın bir adamım.

Güncelleme Tarihi:

SURVIVING PICASSO Ben obsesyona yatkın bir adamım.
OluÅŸturulma Tarihi: Åžubat 14, 2001 00:00

SURVIVING PICASSO Ben obsesyona yatkın bir adamım. BirÅŸeye taktım mı takarım vesselâm!.. O yüzden de "takmamaya" çalışırım... Ama her zaman baÅŸarılı olamıyorum maalesef... Son takıntım Picasso. Ölmüş adamın arkasından konuÅŸmak gibi olacak ama... Bir önceki haftanın Cuma günü baÅŸladı herÅŸey... Vizyona girdiÄŸinde kaçırmış olduÄŸum Surviving Picasso adlı filmin dvd'sini alıp eve geldim... Çocukların hanımın annesinde olduklarını ve orada kalacaklarını öğrenince, ne yalan söyleyeyim, içim neÅŸeyle doldu. Genelde kayınvalideler sevilmez ama benimki bizim eve zırt-pırt gelmeyip, ayda birkaç kere de çocukları misafir ettiÄŸi için her daim başımın tacıdır. Neyse efendim, yemek yendi, televizyonun karşısına kurulup Picasso'ya baÅŸladık... Belki de Anthony Hopkins'e baÅŸladık demeliyim; bilemiyorum... Filmi izleyenler biliyordur, izlemeyenler için kısaca özetleyivereyim: Filmde Picasso'nun kadınlara olan tutkusu ve onlara karşı hastalıklı bağımlılığı iÅŸleniyor. Dâhî ressam hayatına giren bütün kadınların hayatını yönetiyor, hatta onları terkettikten sonra bile bu durum deÄŸiÅŸmiyor. Resimlerine karşı da bir bağımlılığı var tabii olarak ama o da biraz tuhaf bir düzeyde. Meselâ, kendisine resimleri karşılığında yüzbinlerce dolar ödemeye hazır galeri sahipleri var, ama o resimlerini satmamak konusunda dirençli. "Paraya ihtiyacı yoktur da ondan" diye düşünmeyin, bu doÄŸru deÄŸil. Çünkü kendisi, halâ sadakatini muhafaza eden eski eÅŸlerine ve çocuklarının annesi olan kadınlara bile hayatı boyunca ya hiç para vermiyor ya da açlıktan ölmeyecekleri kadar bir miktar para yardımı yapıyor. Kendi öz oÄŸluna bile bir paçavra muamelesi yapan bu adam, yirmi beÅŸ senelik emektarı olan ÅŸoförünü yaptığı ilk kazada kovuyor. Her türlü iÅŸinde kendisine destek olan ve otuz yıldır asistanlığını yapan adam kendi evine ancak ayda bir kez gidebiliyor ve maaşı da, tahmin edebileceÄŸiniz gibi karısı ve çocuÄŸunu açlıktan öldürmeyecek bir miktarda... Filim, Picasso'nun, hayatına giren kadınlardan Francoise Gilot'la tanışmasıyla (Francoise yirmili yaÅŸlarında, ressam altmışın üzerinde) baÅŸlıyor. Arada bir çekim oluyor, ve Francoise kısa sürede ressamın evine taşınıyor. Evlenmiyorlar ama Gilot Picasso'nun iki çocuÄŸunu doÄŸuruyor ve on yıla yakın bir süre birarada kalıyorlar. Kadın bu çocukları doÄŸurup büyüttüğü halde, ve aynı evin içinde, hatta çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için bile kendi parasını harcıyor, zira Pablo Picasso bu hanıma, hayatı boyunca bir tek kuruÅŸ para dahi vermiyor. Kadınlara karşı daima aÅŸağılayıcı ifadeler kullanması da baÅŸka bir hikâye... Hasıl-ı kelâm, ben bir yandan ilgi ile filmi izlerken, bir yandan da içimden düşünüp duruyor ve ÅŸu bir türlü çözümlenemeyen kadın-erkek iliÅŸkisinin dinamikleri hakkında bir fikir sahibi olmama yardımcı olur ümidiyle analizler yapıyorum... Aklımdan geçenleri özetlemem gerekirse, evvelâ, Ä°spanyol ırkının sertliÄŸi ve dikbaÅŸlılığının ressamın kiÅŸiliÄŸinde etken olduÄŸunu tespit ettim. Benzer bir kiÅŸiliÄŸin, baÅŸka Akdeniz toplumlarında bile geliÅŸmesi bu kadar kolay deÄŸil gibi geldi bana. Ä°kinci tespitim, erkeklerin yönetmekten haz aldıkları oldu. Aynı güce ve cazibeye sahip olsak belki de hepimiz onun gibi davranırmışız gibi geldi bir an... Hatta biz erkekleri, "Picasso olmaya çalışanlar", "Picasso olmaya çalışmayı göze alamayanlar", ve "kesin olarak Picasso olamayacağının bilincine varmış olanlar" ÅŸeklinde üçe ayırabileceÄŸimizi düşündüm.. (Bendeniz bu sınıflandırmada ikinci grupta yer alıyor olabilirim.) Üçüncü ve en önemli tespitimse kadınların "güç"e taptıkları yönünde oldu. Öyle ya, Picasso öyle boylu boslu erkek güzeli bir adam deÄŸil... Kadınları varlık ve bolluk içinde de yaÅŸatmıyor... Onlara ÅŸiirler yazıp günlerini gözlerinin içine bakarak aÅŸkını anlatmakla da geçirmediÄŸine göre?.. Bu cazibenin kaynağı "güç" olmalı herhalde diye düşündüm. Eh, bunun hanımları memnun edecek "fizikî" anlamda bir güç olması da ihtimal dahilinde ama, bu kadar büyük bir cazibe yaratması için Picasso'nun "mutant" olması gerekirdi, ve öyle "deÄŸiÅŸik" bir durumu olsaydı, herhalde ÅŸimdiye kadar iÅŸitirdik diye bir sonuca vardım... Evet evet, bu cazibe "güç" e dayanıyordu. Toplumun gözünde ne denli "güçlü" iseniz, o kadar cazibeniz oluyordu kadınlar nezdinde... Åžimdi... Bilirsiniz, ve muhakkak size de olmuÅŸtur, bir olay karşısında belli bir sonuca varırsınız. ve o anda bu yargı hayatın sırrı imişçesine "dosdoÄŸru" gibi gelir insana. Benim için de durum bu idi aslında. Zira ertesi gün olayları düşününce, bunun bir film olduÄŸundan ve gerçeklikle örtüşmüyor olabileceÄŸinden baÅŸlayarak vardığım yargının saplantı haline gelmesine engel olacak, dahası filmi unutarak akÅŸam elimde bir demet çiçekle evime ve eÅŸime dönecektim. Ayaklarımı yere sıkı basmanın ve herzaman rasyonel davranabilmemin yolu bu olmuÅŸtur çünkü. Ama olmadı; bu defa olmadı... Ben kaşındım aslında. Filim bitti; jenerik yazıları akıyor... Hanım'la aramızda hiç konuÅŸmadan, hatta nefes almadan seyretmiÅŸiz filmi. Döndüm eÅŸime, ve: "Kadınlar güce tapıyor valla" dedim! Demek gafletinde bulundum! Hay dilimi... EÅŸim bu sözüm üzerine bana döndü ve uzun uzun yüzüme baktı: "Bu dersi mi çıkardın bu filimden" diye sordu. Ben aslında, o anda anladım baltayı taÅŸa vurduÄŸumu ama... Kazı çevirmeye çalıştım: "Ä°spanya tabii, farklı toplumsal dinamikler..." diyecek oldum; sözümü bitirmeme fırsat vermeden ayaÄŸa kalkıp "Kadınlar diye baÅŸlayan genelleme cümleleri kurma lütfen" dedi kızgın bir ifadeyle "adam dâhî olabilir ama o da senin gibi hiçbirÅŸey anlamamış iÅŸte"... Sonra da salonu terkedip gitti. Biraz bekledim, gelmeyince gidip baktım ki, yatmış. Uzun süreli evlilikler yaÅŸayanlar bilir, bu gibi durumlarda konuyu uzatmaya gerek yoktur. Sorgulamak ve anlamaya çalışmak da yararsızdır, anlasanız bile "anlamadığınıza inanılacaktır". Ama ben gerçekten anlamadım, ve anlamam da resmen imkânsız. Åžimdi, bu kadın ne demek istedi? Kadınlar "aÅŸk" için onunla birlikteydiler gibi bir sonuca vardı ise bile bu benim tezimi çürütmez ki?.. Kadınlar böyle bir adama niye aşık oluyorlar sorusunun cevabı yine benim nazariyemde yatıyor olabilir pekalâ... Peki Picasso'nun da, "dâhî olmasına raÄŸmen" benim kadar "anlama özürlü" olması yorumuna ne demeli?.. Ertesi sabah kahvaltıda hiç bu konulara deÄŸinmedik. AkÅŸama çocuklar eve dönmüştü ve neÅŸe içerisinde bir akÅŸam yemeÄŸi yedik. Hep böyle olur; çocuklar gidince sevinir, geldiklerinde yine sevinirim... EÅŸim Cumartesileri çalışmıyor ve haftasonu için birkaç çeÅŸit yemek piÅŸiriyor. HerÅŸey çok lezzetliydi yine... Ben de sofrayı toplayıp bulaşık makinesini yerleÅŸtirdim... Biraz gazete okuduk, sonra da Beyaz'ı seyredip uyuduk... Picasso'dan, ya da filimden konu açmıyorum, açılırsa da "valla ben biraz sıkıldım, çok yorgundum herhalde ve filmi de pek iyi anlayamadım" diyerek yorum yapmaktan kaçmaya kararlıyım. EÅŸimi ve ailemi seviyorum... 14 Åžubat kapıda, ve yeni bir gaf yapmanın hiç sırası deÄŸil. Ya da sadece "Picasso olmaya çalışmayı göze alamayanlar"danım, hepsi bu... Nejad BÄ°LGÄ°- 14 Åžubat 2001, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!