Yedi yıl görev yaptığı Yozgat Sorgun’daki köyden sonra, başkente tayin olmuştu. Henüz 36 yaşındaydı. Ankara’da buluşmaya, kitabının kahramanlarının yaşadığı Kababel Köyü’nü birlikte ziyaret etmeye karar verdik. Takım elbisesi, şık güneş gözlüğüyle geldi. Tokalaşırken ellerimi kavrayışındaki özgüven, karşımda modern bir din adamı olduğunu anlatıyordu. Kababel, Ankara’ya üç saat uzaklıktaydı. Yolculuk boyunca yaptığımız sohbet sırasında iyi bir hatip olduğunu da gösterdi.
Ebuzer Gıffari Bakır, Yozgat’a bağlı Sorgun’un Hoşumlu Köyü’nden. Evli ve iki çocuklu. Din adamlığı, aile mesleği. Babası Osman Bakır, 45 yıl imamlık yapmış, ağabeyi Mahmut Riyat Bakır da ilahiyatçı. Sorgun İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra 1992’de imamlık sınavını kazanınca tayini kendi köyüne yakın Alevi köyü Kababel’e çıkıyor. O köy hakkında bildikleri, önyargılardan ibaret. Arkadaşları, şakayla karışık, "Neden gidiyorsun? Onlar Kızılbaş, sıraç. Yemekleri yenmez, suyu içilmez. Seni yakarlar" diyor.
Ama görev bu, çaresiz gidiyor. Tam yedi yıl kalıyor o köyde. Kendi isteğiyle ama aynı zamanda imamlarını çok seven, bağrına basan Kababel köylülerinin de isteğiyle.
Aradan dokuz yıl geçtikten sonra o yılları yazmasının nedeni, babası. Önce itiraz ediyor. "Benim hatıralarım kimi ilgilendirir? Okuduklarında hayatlarında ne gibi değişiklikler olur ki" diyor. Ağabeyi ısrar ediyor: "Sünnilerin Alevileri tanımaları konusunda bir boşluk var. Bu boşluğu doldurmalısın. Sen nasıl ki o köye giderken kafanda önyargılar vardı, benim de öyle. Bu önyargıları yıkmak adına yazmalısın."
1999’un sonunda kitabı bitiriyor ama yayınlamıyor. "Şartların olgunlaşmasını bekledim" diyor. Aradan geçen yıllarda, yazdıklarını fikirlerine güvendiği kişilere ve köydeki birkaç Alevi ileri gelenine okutuyor. Kitapta bazı düzeltmeler yapıyor, yanlış anlamalara neden olabilecek sözcükleri çıkarıyor. Kitap piyasaya çıktıktan sonra meslektaşları hem şaşırıyor hem takdir ediyorlar. Alevi köylerinde çalışan imam arkadaşlarından bazıları da benzer anıları yazmayı düşündüklerini ama cesaret edemediklerini itiraf ediyorlar.
HİÇ SÜNNİ’NİN YAŞAMADIĞI KÖYDE 200 YILLIK CAMİ VAR80 haneli Kababel Köyü, otoyoldan sadece 5 kilometre içeride, buna rağmen yolu çok bozuk. Biraz sonra köylülerin, mezhep ayrımcılığı nedeniyle yollarının hiç yapılmadığı yolundaki şikayetlerini dinleyeceğim. Turgut Özal döneminde yaptırıldığını zannettiğim caminin, aslında tarihi boyunca hiçbir Sünni’nin yaşamadığı bu köyde 200 yıldır var olduğunu ve 50 yılda üç kez yeniden yapıldığını da öğreneceğim. Köyün tarihini çok iyi bilen Dede Mehmet İnanç’ın (81) anlattığına göre, Osmanlı-Rus Harbi sırasında (1877-1878) Kars’a gelmişler, oradan da göç edip Kababel’i kurmuşlar. Caminin ne zaman yapıldığını bilmiyor Dede, ama Osmanlı’dan beri varmış. "Köyümüzde hiç Sünni olmadı ama cami yapmışlar işte. Üç kez tamir ettik. Ara sıra giderdi köylüler" diyor.
Başlıca gelirini nohut üretiminden sağlayan köyde hasat vakti. Çoğunluk tarlada. Köyün ileri gelenleri, İmam Bakır’ın kitabında adı geçenlerin bir kısmı bizi bekliyor. Hepsi, eski imamlarını çok seviyor. O köyün bir ferdi gibi. Mezhep ayrımcılığının çok hissedildiği bu Anadolu köşesinde, istisnai bir duruma tanık oluyorum. Çünkü 30 yıl önce Anadolu’nun birçok kentinde yaşanan acı saldırılar hálá hatırlanıyor, açılan yaralar kolay kolay kapanmıyor. Örneğin köyden Dursun Ali Şimşek (49), 20 Nisan 1978’de Yozgat’ta Alevilere ait dükkanların yakıldığını, birlikte büyüdüğü arkadaşlarıyla asıl o günden sonra yollarının ayrıldığını anlatıyor.
VEFAT EDERSEM HOCAMI GETİRİN BENİ DEFNETSİN Ama bugün, böyle acı anların hatırlandığı bir gün değil, tam aksine kardeşliğin öne çıktığı bir gün. Gurbetçi bir ailenin evinde, ölmüş anne ve babalarının ruhuna
yemek veriliyor. Oturuyoruz, yemekler yeniliyor, hocayla anılar tazeleniyor. Çaylar, meşrubatlar içildikten sonra "Hadi hocam, yemek duası oku" diyorlar. Herkes ellerini açıp hocayı huşu içinde dinliyor, Fatiha Suresiyle dua sona eriyor.
Köyde dolaşıyor, kadın-erkek herkesle konuşuyoruz. Kadınlar, İmam Bakır’ı anlatırken hep aynı deyimi kullanıyorlar: "Kıymet yetmez, değer yetmez." Herkes, onun farkının farkında. Yusuf Özcan (52) "Akrabamız oldu, sofralarımıza oturdu, Alevi köylerle Sünni köyler arasındaki ilişkiyi pekiştirdi, bir çığır açtı" diyor. Dursun Ali Şimşek "Ebuzer, diğer imamlardan farkını kendisi yarattı" diye anlatıyor. "Bize sevecen yaklaştı. Güven duyduk, evimize aldık, aileden biri oldu."
Bakır’ın köyde çok sevilmesinin asıl nedeni, onların içine girmesi için bir çaba harcaması: "Cami dibinde oturup futbol muhabbeti yaptım. Gençlerle futbol oynadım, arkadaş oldum." Köy halkıyla içiçe yaşadığını anlatıyor: "Köy odasının önünde toplanıp haberleri tartışırdık. Radyodaki türküyü beraber dinler, beraber coşup hüzünlenirdik." Hatta Ebuzer Bakır’ın, hasat zamanı tarlalara gidip köylülerle nohut patosladığı oldu.
Genç imam, köye ilk geldiğinde bekardı. Köylüler onu o kadar sevmişti ki, isteseydi kız vermeye hazırdılar. Erdoğan Bektaş (45) imamın o zamanlar "Problem olmayacağını bilsem, bu köyden evlenirim" dediğini,di kimseye açılamadığını söylüyor: "Açılsaydı, toy düğün yapardık" diye ekliyor. Ebuzer Bakır, 1994’te Ankara’da evleniyor, eşini de alarak yeniden köye dönüyor. Herkes hediyesiyle geliyor. Genç imamın eşi de köy halkına hemen uyum sağlıyor.
Bütün bu anıları tazeledikten sonra ayrılık vakti geliyor. İmam Bakır, her gelişinde olduğu gibi Bektaş Şahan’ı (77) görmeden, elini öpmeden gitmiyor. Kitabında da uzun uzun anlattığı Bektaş Şahan’ın gözleri artık görmüyor ve sağlığı da iyi değil. Hocanın sesini duyunca kapıda beliriyor. Öyle bir sarılıyorlar ki. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyor. Şahan "Senin hasretindeyim. Can yoldaşımdın" diyor, hakkını helal ediyor. Şiir gibi konuşuyor: "Poyrazdan yana duldan, güneşten yana gölgen oluyordum. Çok dertleştik, çok halleştik seninle. Vasiyetim var. Vefat edersem hocayı getirin, beni defnetsin, dedim. Hocamın yeri ayrıydı. Muhabbetimiz çok sargındı."
DEDE MEHMET İNANÇ
Doğru demeseydi hemen dur derdimKöyümüzden çok imam gelip geçti. Ama Ebuzer’in farkı var: Alevi ile Sünni’nin birlik olmasını konuştuk ve onayladı. Ebuzer, hem Alevi’nin hem Sünni’nin imamı. Hakikatleri biliyor. Dedemden kalan eski yazılı Ehli Beyt (Hz. Muhammed’in ailesi) kitaplarını okudu. Camide vaaz sonrası kitap bir, din bir, Peygamber bir, toprak bir, bayrak bir, dedi.
Biz de tasdik ettik. Doğru demeseydi, hemen dur, derdim orada. Hakikat her camide ve her toplumda keşke böyle olsa. O zaman arada hiç senlik benlik, ikilik davası kalmaz. Yozgat’taki diğer Alevi köyler, imamdan yana bizim kadar şanslı değil.
Konuşuyorum, izliyorum. Hiçbiri bizim imama benzemiyor, yerini tutmuyor.
İMAM EBUZER GIFFARİ BAKIR
Uykudan zamandan mekándan fedakárlık yapmak lazımYıllardır Kababel’de yaşıyorlardı. Etraflarındaki Sünni köyler onları dinlemeden, anlamadan önyargıyla bakıyorlardı. Bu nedenle Sünnilerle aralarında soğukluk vardı. Ben bu soğukluğu gidermeye çalıştım. Arada sevgi köprüsü kurulması gerekiyordu. Tüm imamlar sevgi köprüsü kurar ama biraz daha gayret göstermek lazım. Uykudan, zamandan, mekándan fedakárlık yapmak lazım. Çünkü külfet olmadan nimet olmuyor. Kababel Köyü’nde içlerine girmek yerine kenarda dursaydım, bugün beni unutmuş olacaklardı. Aradan 9 yıl geçtiği halde hálá cenazelerine, düğünlerine çağırıyorlar. Anlıyorum ki yeryüzünün en değerli kavramı, sevgi.
NEDEN ONUN KIZI BİZİM TORUNLA EVLENMESİN?Köye gitmeden önce, kitapta adı sıkça geçen, Kababelli Dede Mehmet İnanç’ın (81), Ankara Altındağ’daki evine gidiyoruz. Mehmet İnanç, Hıdır Abdal Ocağı’ndan. Anadolu’da sözü dinlenen, sevilip sayılan bir Dede. Köyde yaşarken, İmam Bakır’ın çok saygı duyduğu, iyi ilişki kurduğu insanlardan biri. İmam Bakır’ı karşılarında görünce çok mutlu oluyorlar, sanki oğulları gelmiş gibi. Soruyorum: "Diyelim ki torununuz ve Ebuzer Bey’in kızı büyüdüler, birbirlerini sevdiler. Evlenmelerine razı olur musunuz?"
Dede: Elbette.
İmam: Tabii neden olmasın? Kızımın köyde süt annesi bile var.
Mehmet İnanç’ın eşi Yeter Ana atılıyor: "İmamımız, Ehli Beyt’e çoğu Alevi’den daha bağlı. Çocuğum gibi bağrıma bastım. Onu yabancı bilmedik."
KİTAPTAN
"Bir Alevi Köyü İmamının Hatıraları/Sakka" adlı kitap, haziranda Tanık Yayınları’ndan çıktı. Kitabın ikinci başlığı olan "sakka" Alevi cemlerindeki 12 hizmetten biri. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmesine ağlayan
cemdekilere, sakkanın yani yaygın deyişle sakanın su dağıtması.
ALEVİ’NİN YEMEĞİ YENMEZ ÖNYARGISI NASIL KIRILDI?
Nihayet evi yerleştirmiştik. Bir hayli de yorulmuştuk. Oturup dinlenirken muhtar geldi, "Haydi bize gidiyoruz. Yemek hazırlattım, yemek yiyeceğiz." dedi. Biz de ister istemez muhtarın peşine düşerek evine doğru hareket ettik. Ben bugüne kadar hiçbir Alevi’nin evinde yemek yememiştim. Oldukça çekiniyordum. Daha önceleri Alevilerin yemekleri konusunda birçok söylenti duymuştum; Aleviler başkalarına yemek yedireceği zaman, yemeğin içine artık yemek koyarlarmış, yemeğin içine tükürürlermiş, daha neler neler... Bu söylentiler aklıma geldikçe canım yemek istemiyordu.
Muhtarın evine varıp kapıdan içeri girdik. Evlerinin içi alışık olduğum gibiydi. Gayet düzenli ve temiz bir evleri vardı. Muhtarın hanımı bizi kapıda karşılayarak içeri buyur etti. Muhtarın hanımı temiz ve nazik birine benziyordu. Yemekler güzel görünüyordu. Babam ve Hacı Duran "Bismillah "deyip başladılar yemeye, annemle ben yer gibi yapıyor ama yemiyorduk. Aklımıza söylentiler geliyordu. Ya şu yediğimiz yemekte bir hile varsa!
Muhtar kafamızdan geçen düşünceleri anlamış olacak ki gülerek "Sizin niye çekindiğinizi biliyorum. Aklınıza öyle şeyler gelmesin, o söylentilerin aslı yoktur" diyerek kendi yediği tabakla bizim önümüzdeki tabağı değiştirdi. Ben de cesaretlenerek iştahla yemeğimi yedim. Yemekten sonra çaylarımızı yudumlarken muhtar; yemeklere, içeceklere hile yapmadıklarını, bunların Alevilerle Sünnilerin arasını açmak için, Sünnileri Alevi halktan soğutmak için uydurulmuş yalanlar olduğunu anlattı.
İÇİMDEKİ SESE KULAK VERDİM CEMDE AYAĞA KALKTIM KONUŞTUMAslında Alevi kültüründe hakiki ceme yabancılar alınmıyormuş.
Bu cem görgü cemi olarak düzenlenmiş. Bilinmeyenlerin bilinmesi, görülmeyenlerin görülmesi, küslerin barışması, haksızların haklarını araması için her isteyen bu görgü cemine katılabilirmiş. Ama yapılan her şey diğer cemlerle aynı. Hiçbir değişikliği yok.
Vaaz-ı nasihatlar devam ediyor... Zákirler birbirinden güzel duvaz ve deyişlerle ceme ayrı bir renk katıyor... Ben sadece dinliyor, etrafı ve olanları izliyorum. İçimden bir ses bana, "Bir de sen konuşsana!" diyor. Ama cemlerde usul nedir bilmiyorum. Dedeler beni konuştururlar mı? Cem adabında dede olmayan birisi konuşabilir mi? Konuşsam bana ne derler? Dedelerin tepkisi ne olur? Kuralsızlık mı yapmış olurum? Kararsızım.
İçimdeki sese kulak veriyorum... Usulca dedelerden söz hakkı istiyorum. Mehmet Dede, Sivaslı Dede’ye ne dersin der gibi bakıyor. Besbelli onlar da böyle bir olayla yeni karşılaşıyorlar...
Sivaslı Dede, başını, olur anlamına sallıyor.
Yerimden hafifçe doğruluyor, yutkunuyor ve sözlerime şöyle başlıyorum: Essalamü Aleyküm... Bu selam, Allah Resulünün ve ehli beytinin sevgisini kalplerinde bayraklaştırıp bin dört yüz yıldan beri devam ettirenlere...
Bu selam, özünü sevgiden alıp, dostluk ve muhabbet türküleriyle yaşayan insanlara... Dünyanın; insanlık, dostluk, sevgi adına söylediği sahte nameleri bir köşeye bırakıp özünden seven, saygı duyduğu insanları baş tacı yapan cem erenlerine sonsuz selam olsun.
Selamıma karşılık mandırada bir alkış tufanı kopuyor.