Güncelleme Tarihi:
Demirci atölyelerinin arasında bir sokakta Sülüklü Han. Diyarbakır taşı da denen siyah bazalttan yapılmış. Giriş kapısındaki devasa kitabede hanın tarihçesi beş dilde yazılmış: Süryanice, Ermenice, Zazaca, Kırmançe ve Türkçe. “1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve onun kız kardeşi Atike Hatun tarafından han olarak yaptırılmıştır.”
Avlunun üç tarafını çevreleyen bölümler, kış nedeniyle şeffaf PVC ile kapatılmış. İçeride gürül gürül soba yanıyor. Okuyan, sohbet eden, yerel lezzetlerle karnını doyuranlar sessiz bir keyif içinde. Sülüklü’nün kahvaltısı, sütlü melengiç kahvesi kadar şarapları da efsane. Ancak limitli: İki kadehten fazlası yok! Şişede durduğu gibi durmaz diye. Bugüne kadar kimse de itiraz etmemiş. Servis elemanları asla bahşiş kabul etmiyor, bahşiş kutusu yok. Sülüklü Han’ın en büyük özelliklerinden biri de mütedeyyininden sekülerine, her görüşten Diyarbakırlıyı bir araya getirmesi. Kadın kadına oturanlar, çayla kadehin yan yana durduğu masalar çok etkileyici. Sülüklü’nün ünü, sınırları aşmış. Öyle ki İngiltere’deki bir radyo sunucusuna anons ettirecek kadar. Gezginlerin guide’larına girmiş, sanal âlemde fanları site açmış bile.
HERKES BİLGELEŞTİ
Üç buçuk yıl önce kent yaşamına giren Sülüklü Han’ı iyi kalite bir kafeteryadan ibaret sanmamalı. Sedat Akkum ve arkadaşları mekânı fikir, sanat ve kültür merkezine dönüştürmüşler. Kürt aydın ve sanatçıları için entelektüel alışverişin merkezi olmuş. Akkum, ön plana çıkmaktan hoşlanmayan, kalender biri. “Biz bir kolektifiz, burası da kolektifin ürünü” diyor ve başlıyor anlatmaya. Sular seller gibi akan cümlelerinin her biri aforizma. Adeta Diyarbakırlı Nietzsche… “Rasyonel siyasal süreç umut vaat etmez. Umut hayatta, eğlencede, akıl dışında var” diyor. Müşterilerdeki dinginliğin nedenini ise şöyle tanımlıyor: “Herkes seyrediyor, herkes bilgeleşti. Kürt’ün handikabı yüksek siyaset koridorlarına düşmesi değil mi?”
Silah patlar, gitar tıngırdar
Diyarbakır’ın idealist kolektifi için Sülüklü Han yetmiyor. Akkor, başka sokakları, restore ettirecekleri evleri sanat merkezlerine dönüştürmek için çalıştıklarını anlatıyor. Piyanoyu işaret ediyor. Dicle Üniversitesi Konservatuvarı’nda bile olmayan bu piyanoyu İstanbul’dan getirtmişler. “Eğer duvarda silah varsa patlar. Gitar varsa tıngırdar.” Gelecekten, Kürt gençlerinin sanata ilgisinden umutlu. “Mehmet Ağar, ‘Bağlar’da 400 bin genç var’ demişti. Bininin gelecekten umudu var diyelim. 399 binini ne yapacağız? Kimse asgari ücrete sıkışmış hayata razı olmaz.”
Birkaç yüz metre ötedeki bir sokağa götürüyor. Orijinal bir Diyarbakır evi restore ediliyor. Mayısta müzik okulu olarak açılışı yapılacak. “Âkil adamlar, sanatçılar, hayata dair hüneri olanların kalacağı bir ev olacak” diyor. Evin bahçesindeki müzik dinleti günlerine az kaldığını anlatıyor şevkle: “Yol güzel olmasa da güzel yolcu, yoldaş bulunuyor.”
Barış fetişizmi
Diyarbakır Evi’nden çıktıktan sonra sokaktaki geniş bir arsayı işaret ediyor. Teleskop da alacaklarmış: “Korkunç bir zenginliğin içinde yoksunluk içinde yaşıyoruz. Barış fetişizmine öyle tutunmuşuz ki hayatı ıskalamışız.” Hakkâri’nin yedi köyünde dökülen sütleri anlatıyor: “Fransa’dan peynir ustası getirsek neler yaparız mesela. Diyarbakır’a bir üniversite açsak bölgenin kaderi değişir.”