Şu bizim Tülin ile Caner

Güncelleme Tarihi:

Şu bizim Tülin ile Caner
Oluşturulma Tarihi: Mart 02, 2004 00:00

Bu konuda o kadar çok şey yazıldı çizildi ki... Toplumun nabzını tuttuğunu iddia edebileceğim köşemde, bu yüzden onlardan söz etmekten özellikle kaçındım. Ama son günlerde, o stüdyo önünde toplanan yüzlerce insanı, ülkemizin dört bir yanından gelip de o iki gencin evlenmesini görmek için çırpınan kalabalığı görünce artık kendimi tutamadım. Toplum olarak nasıl bir çılgınlık ve heyecan raddelerine ulaştığımızı görmezlikten gelemeyeceğime karar verdim. Tülin ve Caner’den söz etmenin zamanı geldi de geçiyor galiba. Ama önemli olan gerçekten birbirine yakışan iki güzel insanın evlenip evlenmemesi değil elbette. Halkın evlenmeleri için yaptıkları baskıya, neredeyse onlar namına karar vermelerine rağmen, bu tamamen onların bileceği bir iş. Ama Türk halkı, onları neden bu kadar benimsedi... Neden bu kadar değer verdi, evlendiklerini görmek için stüdyo kapılarına dayandı, çılgınca bir sahiplenme duygusuyla onları bağırlarına basmaya koştu dersiniz? Bu toplumsal eksitasyon haline, coşku ve tutku halinde bir sevgi seli de denebilir. İnsanların sevgiye, aşka, aileye, düzgün evliliklere duydukları inanılmaz bir özlem olabilir mi bu? Toplumumuzda giderek yaygınlaşan açgözlülük, bencillik, çıkarcılık ve sahip olma dürtüsüyle daha çok maddiyata yönelmenin getirdiği bir tepki de diyebiliriz buna. Belki de insanın iç dünyasında, bir anlamda varlığının temel taşını temsil eden sevme ve sevilme ihtiyacını, böyle beklenmedik bir şekilde ortaya çıkaran, bir patlama bu. Bugünün maddi dünyasında sevgi sanki bir düş, bir hayal gibi algılanıyor. Oysa sevgi insana verilmiş en güzel ve doğal armağandır. Hepimiz, çevremizde o kadar az sevgi buluyor ve görüyoruz ki... Aşkın gücüne, sevginin enginliğine inancımızı giderek kaybediyoruz. Uygarlığın pençesine düşmüş günümüz gençliği, teknolojinin sunduğu sanal alemlerde sevgiyi ararken doğal, yalın, gerçek sevgiyi tanımanın ve yaşamanın umudu içinde.. Daha büyükler ise, o eski dönemlerin romantizmini, karşılıklı bakışmaları, el ele tutuşmaları, şefkatli okşayışları o kadar özlemişler ki... Belki de bu yüzden, eskinin o bir türlü kavuşamayan duygulu aşıklarına benzeyen, bir ayrılıp bir barışan, gözyaşı döken, birbirlerine hem aşk, hem nefret duyan, bu ikiliyi gönüllerinin tahtına oturttular sanıyorum. Sanki onları geçmişten çekip çıkardılar, belki de hiç yaşayamadıkları bir aşk öyküsünün romantik kahramanları olarak gördüler. Karşılıksız bir sevgiyle bağırlarına basıp kendi kimlikleriyle bütünleştirdiler. Siz bu akıl almaz çılgınlığa başka bir açıklama getirebiliyor musunuz?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!