Güncelleme Tarihi:
Tarih: 12 Aralık 1941. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi dehşetinden kaçan 769 Yahudi mülteci, Romanya’dan Filistin’e gitmek üzere Struma gemisine biner. Gemi, üç gün sonra İstanbul açıklarında arızalanır. Önce Almanya, sonra İngiltere yolcuların karaya çıkarılmaması konusunda Türkiye’ye baskı yapar. Romanya da benzer bir tutum içerisindedir.
Diplomatik pazarlıklar sürerken manzara şudur: Açlık, sefalet ve hastalıklarla boğuşan, umutla kurtarılacakları günü bekleyen 800’e yakın Romanyalı Yahudi. Ancak umut faciaya engel olmaz. Baskılara direnemeyen Türkiye, Struma’yı Karadeniz’e, uluslararası sulara çektirir. Ertesi sabah, korkunç bir patlama yaşanır ve Struma içindeki 800’e yakın yolcu ve mürettebatla birlikte havaya uçar, Karadeniz’e gömülür.
Bahar Feyzan, pazartesi günü çıkacak ilk kitabı ‘Aşk Yolcusu’nda, Avrupa’daki Nazi tehdidinden kaçmak için Struma’ya binen Türk Yahudisi İzak’la, Romanyalı Yahudi Viktorya’nın aşkını anlatıyor. Başrolde Struma ve aşk; arka plandaysa, bir insanlık ayıbı olarak tarihe geçen Struma faciasının içyüzü ve Türkiye’nin bu faciada takındığı tavır var. Haberciliği bırakıp, bir tarih romanı yazmaya nasıl karar verdiniz?
Bu günlerde sadece roman kahramanları, hayatlarını seçimleri doğrultusunda yaşayabiliyor. Türkiye’de bu bile başlı başına bir sebep yazmak için. Bana göre; hayatta tek başına yürüyen insanlar okur ve yazar olur. İçsel kimsesizliğin hiç olmamışsa, deli de değilsen yazmak zor. Stefan Zweig sayesinde ilk kez gördüğüm bir erkeğin ellerine âşık olabiliyorum. Ya da hoşlandığım adam Hemingway kadar direkt olabilir mi diye sorguladığım çok oluyor. Habercilikte kendimi tekrar etmeye başlamıştım. Ama birdenbire bir roman yazmaya karar verdim dersem tuhaf olur. Artık ikinci hayat gibi gördüğüm, nefes aldığım edebiyatın içinden bildiriyorum.
KİTAP YAZMAK İÇİN İSTİFA ETTİM
Romanı tamamlamak ne kadar sürdü?
Üç senelik bir araştırma ve emeğin sonucunda, kitabı Berlin’de yazmaya başladım. 1940’ların Berlin, Bükreş, İstanbul ve Ankara’sında yaşadım. Yazarken kendi hayatım yoktu diyebilirim. Zaten televizyonculuğu da bu kitabı yazmak için bıraktım. Sürekli romanın dünyasındaydım. Bunu romanı tamamladıktan sonra girdiğim depresyonla daha da iyi anladım.
İzak ve Viktorya’nın aşkı Berlin’de başlayıp, Struma gemisine sürükleniyor. Hikâyeleri gerçek mi?
Gerçeklerden beslenen bir hikâyeleri var. Kesinlikle isyankâr bir aşk. Şartlara ve etrafa meydan okuyorlar. Özellikle İzak, ne pahasına olursa olsun pes etmiyor. Ülkesini, kimliğini karşısına almaktan çekinmiyor.
Romanlaştırmak için Struma olayını seçmenizin sebebi ne?
Struma, daha önce Türkiye’de dolaylı yollardan ya da belgesel niteliğinde anlatıldı. Korkunç bir insanlık dramı. Ancak bu meseleyle henüz yüzleşemedik. Böyle bir olayın unutturulma çabasına isyan etmek istiyorum. Nasıl ki Titanik insanların zihninde bir aşk hikâyesiyle kaldıysa, bu roman da Struma’yı zihinlere aşkla kazısın istiyorum.
Romanda, ‘Mesele mesafeydi ve biz güvenle ilgili her şeyden çok uzaktaydık’ gibi ifadelerle, ‘mesafe’ ve ‘güven’ kavramlarını iç içe kullanıyorsunuz. Bu ikisi arasında nasıl bir ilişki var?
Roman kahramanları, içlerindeki mesafelerden kurtulup, kolayca ilişki kuramıyor. Çünkü Yahudiler kamplara gönderilmek üzere ihbar ediliyor, sokaklardan toplatılıyor. Her yerde mesafelerini korumak zorundalar ama bir yandan da hayatta kalabilmeleri için güvenmeleri gerekiyor. İkisi arasında gidip geldikleri anlarda kimi zaman gözlerini kapatıp sadece o ana güveniyorlar. Bugünün en temel sorunlarından birine olağanüstü bir cevap. Hiçbirimiz etrafımızda olup bitenlerden sıyrılıp gözlerimizi tam anlamıyla kapayamıyoruz. Bizi, ‘o an’ dediğimiz hesapsızlığın kurtaracağından hâlâ habersiziz.
GÜNSÜR VE İMİRZALIOĞLU’NU HAYAL ETTİM
Romanın anlatıcıları iki erkek. Üstelik birbirinden çok farklı iki erkek. Zor oldu mu erkek gibi düşünmek ve yazmak?
Düşüncenin cinsiyeti olduğuna inanmıyorum. İzak’ı anlatırken, İzak; Kemal’i anlatırken Kemal oldum. Benim erkek kahramanlarım çok şanslı. Yazarken filme çeker gibi gördüm onları. İzak, Mehmet Günsür kadar duru ve gülümsemesi sıcak bir adam. Kemal ise Kenan İmirzalıoğlu kadar heybetli ve sert görünüşlü ama bir o kadar hassas.
Siz de İzak Levi gibi ilk görüşte aşka inanır mısınız?
Benim için aşk ilk görüşte başlar, aksi mümkün değil. Aşk kararını ilk görüşte verir. Ya vardır, ya yoktur.
Habercilikten romancılığa geçince hayatınız durağanlaştı mı?
Tam tersine daha da yoğunlaştı, eskiye göre çok daha fazla okuyorum. Vücut mekanizmam tamamıyla değişti. Habercilik dıştan içe doğru, edebiyatsa içten dışa doğru bir yaratım.
Eski bir haber spikeri olarak, bugünkü medyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyi fazla rutin ve yaratıcılıktan uzak buluyorum. Ben rahmetli Ufuk Güldemir’le Habertürk’te, yani habercilikte yaratıcılığın zirvesinde çalıştım. Ondan sonra çalıştığım hiçbir yer orası kadar yaratıcı ve özgür olamadı. İnsan en iyisini görünce, azına razı olmakta sıkıntı yaşıyor.
Haberciliği özlüyor musunuz?
Hayır, hiç özlemiyorum.
Artık hayatınıza yazar olarak mı devam edeceksiniz?
Evet. Senaryo da yazıyorum. Zaten haberciyken de editörlük, haber müdürlüğü yaptım. Yani hep yazıyordum.
Biz de sorumluyuz
“Struma’nın Sovyetler’den gelen bir torpille Karadeniz açıklarında batırıldığı iddia ediliyor. Bunun arkasında bizzat Türkler var gibi bir şey söyleyemem fakat; motoru arızalı, hiçbir ülkenin kabul etmediği ve gidecek hiçbir yeri olmayan 800’e yakın insanı limana sokmamak sizin bu işte bir sorumlulğunuz olduğunu gösterir. Ortada bir günah varsa, Türkiye açısından bir vebal de var.”
Kendime etiket koymam
Ekranlarda gördüğümüz güzel haber spikeri Bahar Feyzan bir tarih romanı yazdı. Sizce nasıl tepkiler alacaksınız?
Ben kendime ‘güzel’ veya ‘haber spikeri’ gibi etiketler koyamıyorum. Ciddi bir emek vererek, ortaya iyi bir iş çıkardım. Okuyucuların beğeneceğini ve çok farklı bir bakış açısı yakalayacağını düşünüyorum. Aslında daha çok, okuyucuların romandaki karakterlerle ilgili vereceği tepkileri merak ediyorum.