Aslı BARIŞ
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2014 01:04
Dünyanın en önemli moda eleştirmeni, tasarımcıların korkulu rüyası Suzy Menkes’le Milano’da buluştuk. Efsanevi stil ikonu “Türk modası nasıl kurtulur?” sorununun çözümünü anlattı: “Elinizde malzeme var da, kullanmıyorsunuz.”
Yer: Milano ‘nun göbeğinde bir saray. 1700’lü yıllardan kalma Palazzo Bovara’da oldukça havalı bir davetteyiz. İlk defa bir Türk markası, Desa Milano Moda Haftası resmi takvimine girmiş, ülkemizde satılmayan ama İtalya’da bir hayli rağbet gören Nineteentwentytwo’nun 2015 yaz koleksiyonunu tanıtıyor. Davetli listesi muhtelif İtalyan basınından, ticaret odası üyelerine, bu tip davetlerde eksik olmayan devlet erkânına kadar uzanıyor. Konuklar sağa sola yerleştirilmiş renkli çantalara göz atarken şampanyalar, kanapeler çevrelerinde fır dönüyor. İtalya’da adetten olan bağıra çağıra ve bol kahkahalı sohbet, arkada fon müziği. ‘Stanno tutti bene’ ruh hali fena halde ‘in’, yani herkesin keyfi yerinde.
Birdenbire salondaki uğultu yerini fısıltılara, kısık oktavdan çıkan “Aaa” seslerine bırakıyor. “Herhalde bir yıldız geldi” diyerek sağı solu kolaçan ediyorum: Ne bir top model ne film yıldızı var. Kalabalıkta ilerlerken bir kadın sesi “Çekilir misiniz?” diye beni inceden fırçalıyor. Başımı çeviriyorum: ‘Sıfırcı hoca’ lakaplı Suzy Menkes karşımda. Kelimenin tam anlamıyla dizimin bağı çözülüyor.
Heyecanımı daha iyi anlatabilmek için “Kimdir bu Suzy Menkes?” kısaca hatırlatayım: O, Anna Wintour’dan sonra, moda endüstrisinin en çok tanınan ismi. 26 yıl International Herald Tribune’de çalıştıktan sonra bu sene Vogue dergisinin ilk uluslararası yazarı olan Menkes, en sayılan ve korkulan moda eleştirmeni. Öyle ki birçok modaevi, sert uslubü nedeniyle ipini çekmeye çalışsa da başaramadı. 2001’de Dior koleksiyonunu yerden yere vurmasından sonra, markanın haklarını elde tutan LVMH, Menkes’i grup çatısındaki tüm markaların defilesine katılmaktan men etti. İnsaniyet için küçük, moda endüstrisi için büyük bir skandaldı. Menkes ise “Ben öyle küçük darbelerle yıkılacak dağ değilim şekerim” havasında şu açıklamayı yaptı: “Daha önce Ferre’den ve Versace’den de kovulmuştum. Sebebi, Versace’nin çengelli iğneli tasarımlarını Betsey Johnson’dan çaldığını açıklamamdı. Aradan bir yıl geçti, kendilerine gelip yine davet ettiler. Modada size istediğini yaptırabileceğini düşünen zorbalar her zaman vardır. Yine de sağlam durup ve fikrimi söylemekten çekinmem.”
EMEKLİ STİLİNE KAÇ PUAN?70 yaşındaki yazarın, sadece yazdıklarıyla değil, giydikleriyle de bir ikon olduğunu hatırlıyorum. Öyle ki 80 parça kıyafeti geçen yıl prestijli müzayede evi Christie’s’de özel bir açık arttırmayla satıldığında Naomi Campbell ve Vogue Italia yayın yönetmeni Franca Sazzoni bir elbise için birbirine girmişti. Heyecanla Menkes’i tepeden tırnağa süzüyorum. Tarzı, pazarda elinde fileyle gezen emekli teyzelerin stilinden farksız. Ten rengi, kalın opak çorap, ortopedik ayakkabılar... Üzerinde dizaltı bir etek, tünik mi, uzun bir hırka mı olduğu tam net olmayan bir üst ve herhalde Hermès’in tarihinde ürettiği en çirkin eşarp. Normal şartlar altında korumaların “İçeride özel parti var” diyerek kapıdan kovalaması işten bile değil. Ama konu Menkes olunca, belki de moda tarihinde ilk kez dış görünüş göz ardı ediliyor, içeriğe bakılıyor.
KÖKLERİNİZE SAHİP ÇIKINMenkes, markanın sahibi Burak Çelet’ten malzemeler ve tasarımla ilgili bilgi alırken, yanına yanaşıyorum. Aklımdaki soru, moda haftamız hakkında herhangi bir fikri olup olmadığı. Menkes, fena halde ilgisiz ama İngiliz kibarlığıyla beni idare ediyor: “İstanbul’a gelmeyeli çok oldu. Vogue’daki yeni işim sayesinde daha fazla seyahat ediyorum. Ama programım o kadar yoğun ki, İstanbul Moda Haftası’na katılabileceğimi sanmıyorum.“ Bora Aksu, Hüseyin Çağlayan gibi bir elin parmaklarını geçmeyen ünlü tasarımcılarımızı sayarak soruyorum: “Ama iyi kötü Türk modasıyla ilgili fikriniz vardır...”
“Var tabii” diyerek konuya damardan giriyor: “Türkiye’deki sorun, ciddi anlamda bir stili olmaması. Dünya üzerindeki tüm moda haftalarına bakın. Sadece defilelere değil, sokakta çekilen kareleri de inceleyin. Milano’yu Londra’dan, New York’u Paris’ten ayırt edersiniz. İstanbul’un akılda kalıcı belli bir tarzı yok. İlk önce onu oturtmak lazım. Tabii bunu yaparken ülkenin köklerine göndermeler yapan unsurların da olmalı. ‘Etnik tarzın dibine vurun’ demek istemiyorum. Sonuçta kimse folklor gösterisinden fırlamış gibi giysilerle ilgilenmez. Modernlikle etnik mirası dengeli ama bir arada kullanmak lazım.”
Sadece Avrupa’da satılan Desa Nineteentwentytwo’nun çanta modelleri, Suzy Menkes’e göre gerçek birer arzu nesnesi.
Çizdiği karamsar tablo karşısında afallıyorum. İkon, o sırada tam gaz gidiyor: “Aslında bu durum beni şoke ediyor. İşçiliğin bu kadar iyi olduğu bir ülke, nasıl yaratıcılık konusunda bu kadar yetersiz? Tüm önemli modaevleri üretimlerinin çoğunu Türkiye’de yaptırıyor. Deri konusunda da bir o kadar iddialısınız. Malzeme var, işçilik var. Tasarımcılar için ciddi nimet. Anlamıyorum hâlâ nasıl yerlerinde sayıyorlar. “
İçten içe ona hak verirken “Kusura bakmayın Moschino defilesine gitmem lazım” diyerek uzaklaşan Menkes’in ardından bakakalıyorum. Moralim sıfır. Beni karamsar halimden ertesi gün yine onun yazdığı yazı kurtarıyor. Menkes, Desa’nın modellerini arzu nesnesi ilan ediyor.
Ona neden ‘sıfırcı hoca’ dendiğini anlıyorum. Menkes öğrencisini haşlarken kanaatten de not vermeyi ihmal etmeyen sert ama merhametli bir öğretmen gibi.
SİYAH GİYMEK TARZI ÖLDÜRÜR
Vogue’un başındaki isim Anna Wintour’la birlikte ‘modaya yön veren kadın’ olarak anılan Suzy Menkes, iddia edilenin aksine kendisini asla ‘sert bir eleştirmen’ olarak görmüyor: “Tasarımcıları eleştirirken kendi şahsi görüşlerimi bir kenara bırakıyorum. Bir parçaya baktığımda ‘Bunu ben giyer miyim, giymez miyim?’ diye asla düşünmem. Mesela minimalizm akımından nefret ederim, düz siyah giyilmesine de karşıyım. Ama genelde bu çizgilerde olan Armani ve Celine’i yerden yere vurmam. Çünkü gerçek bir gazeteci olmak bunu gerektirir.”