Güncelleme Tarihi:
Bir moda markası için kısa film çekme fikri nereden doğdu?
-Aylar önce Miuccia (Prada) ile bir yemek sırasındaki sohbetimizde ortaya çıktı. Sohbetimiz, onun New York’ta ziyaret ettiği bir sanatçı hakkındaydı. Anlattığına göre sanatçı, gelecekte alacağımız bir hapla her türlü ortamı aynı zamanda, tek bir anda deneyimleyebileceğimize inanıyordu. Bu fikir bana bir rüya gibi geldi. Sohbetin konusu buradan zamanın doğasına geçti ve bir dizi fikir ortaya çıktı. Sinemanın, hafızanın, hayatın ve rüyaların ne olduğu; çünkü bunlar hep birbiriyle alakalı...
Peki moda bu ilgi-alaka zincirinde nerede? Filmlerinizde hep kritik bir rol oynuyor. Özellikle ‘American Hustle’dan sonra 70’lere dair ne var ne yoksa saldırmıştık...
-Modayı seviyorum, ne diyebilirim ki? Filmler, hayaller, hisler; bunların hepsi benim için birer macera. Ve bu macera geçmişe dair bir dönemi de yansıtabilir, geleceğe ait de olabilir. İşin büyüleyiciliği de burada. Ve biz bu macerayı anlatırken, o dönemdeki insanlar ne giymiş, nasıl görünmüş, bunları iyi tasvir etmek durumundayız. “Bir zamanlar nasıl görünmüşler” hissini vermek için modaya ihtiyacımız var.
Son dönemde yaptığınız tüm filmlerde, Jennifer Lawrence vardı. Ama bu projede sürekli ters köşeye yatırdınız bizi: Freida Pinto, Allison Williams ve Kuoth Wiel yeni ilham perileriniz mi?
-Açıkçası onları klasik film yıldızı kalıbında gördüğüm için seçtim. Ama yanlış anlaşılmasın, asla sıradan değiller... Aynı hikâyede yer alsalar da, aynı şeyleri yaşasalar da verdikleri hisler farklı. Onları seyretmek tıpkı tepelerin üzerine vuran güneş ışığını izlemek gibi. Yani bilirsiniz, tepenin üzerine bir ışık vurur ve doğa birdenbire gözünüze farklı görünür. Onların verdiği his böyle işte...
‘Verdikleri hisler’ kısmı sanırım bu projede daha büyük bir önem taşıyor. Zira film sessiz...
-Tabii ki! Sinemada her zaman önceliğimiz o his değil mi? Hayatta olduğu gibi... Sinema ne kadar büyüleyici ve acayip ise, hayat da öyle. Hayat, günden güne yaşanan, işe gidip eve gelmekten ibaret ve acayip sıradan olabileceği gibi, ilginç, sürprizlerle dolu bir hal de alabilir. Düşmanlar aniden dosta dönüşür, aşkın tarifi değişir. Gündelik hayat da polisiye ya da macera filmi gibi. ‘Past Forward’ da böyle işte... Bir kadının evindeyken televizyonda gördüğü bir hikâye mi, yoksa kendi hatıraları mı fantezileri mi? Veya sadece bir rüya mı? Ya da hepsinin birden olması mümkün mü? Bu hisleri vermek istedim...