Güncelleme Tarihi:
Yıllardır topladığı, biriktirdiği on binlerce çanta, ayakkabı, aksesuar, kürk, mücevher, kumaş, yastık New York Park Avenue’daki, Florida Palm Beach’teki evlerine sığmadı, Manhattan’daki onlarca depoya yayılmış durumda.
Yaşayan efsane, modanın özgün kraliçesi, en yaşlı moda ikonu gibi lafları boş verin. New York Üniversitesi’nde sanat tarihi okumuş, eşiyle tekstil firması ‘Old World Weavers’ı kurmuş, özgün kumaş ve eşya üzerine dünyayı talan etmiş, Beyaz Saray’a dokuz dönem dizayn ve restorasyon danışmanlığı yapmış, stil dünyasının el üzerinde tuttuğu bir moda figürü o...
95 yaşında moda ikonu olarak dolaşmak sanıldığından daha mı zor?
- İkon kime, neye deniyor; inan en ufak bir fikrim yok. 96 yaşına basacağım, hâlâ ikonun ne anlama geldiğini bilmiyorum. İkon, diva, kral, star, süperstar... Herkesin her şey olabildiği bir dönemdeyiz artık. Bu ne anlama geliyor, biliyor musun?
Ne anlama?
- Kimsenin bir b.k olmadığına...
Yine de hoşuna gitmez mi insanın böyle anılmak, çağrılmak?
- Kendimi bildim bileli aynı insanım. Ne fikrim değişti, ne kelimelerim ne de kıyafetlerim... Ama bir bakıyorum çok ‘trend’ olmuşum, bir bakıyorum çok ‘sıcak’, çok ‘soğuk’, çok ‘hip’, çok ‘ikon’... İnsanlar etiketlendirmelere, kategorilere, markalara bayılıyor. İşlerine geliyor çünkü. Düşünmeyi, eşelemeyi seven yok. Tembellik baki. Birini, üzerindeki etiketiyle beraber tanımak işlerine geliyor. Bu yüzden herkes etiket okuma uzmanı oldu çıktı! Göz göze gelen, konuşan yok ki birini gerçekten tanıma şansın olsun...
Yaşla beraber çıkardığınız ‘hayat dersleri’ mi bunlar?
- Yaşlandıkça tek bir şey öğrendim: ‘Sağduyu’ dediğin şey, zaman içinde ‘sağ’ kalmamış, çoktan ölmüş.
Uzun yaşamın bir sırrı, formülü var mı sizce?
- Başkalarına benzemeye çalışmayacaksın. İnsanın ömrünü bitiren bir hal o. Neysen o olacaksın. Kendin olmak, hafiflik demek ve özgün bir duruş demek. Dostlarına ve hayatına sadık ol, merakını diri tut ve mizah anlayışını köreltme; sırtın kolay kolay yere gelmez.
70 yıllık eşinizi, geçen sene, 101 yaşına basmasına birkaç hafta kaybettiniz... Neydi sizi neredeyse bir asır bir arada tutan?
- Kadın-erkek ilişkilerindeki ego oyunlarına, iktidar savaşlarına hiç yenik düşmedik. 70 yılımız iki çocuk gibi sürekli kıkırdayarak geçti. Ortak bir mizah anlayışının olduğu ve iki tarafında birbirine mesafe bıraktığı ilişkiler 50-100 sene gider, ömre ömür katar.
Çocuk sahibi olmadığınız için şimdi pişman mısınız?
- Hayatta her şeye sahip olamazsın. Bunu ne kadar erken idrak edersen o kadar hafif ve mutlu bir ömür yaşarsın. Kendini yokla, içine bak ve dürüst ol: Hayatta neler seni daha mutlu edecek? Kariyerim ağır bastı. İyi ki de öyle oldu. Hiç pişman değilim.
YALAKALIĞA TAHAMMÜLÜM YOK
"Neysem oydum, hiç değişmedim" diyorsunuz. Instagram çağında ‘neyse o olmak’ daha mı zor?
- Yalakalığa tahammülüm yok. Sürekli birileri yanıma gelip ne kadar ilham verici olduğumdan, hayatlarını nasıl da değiştirdiğimden bahsediyor. Nezaket güzel bir şey ama ilham almak/vermek bu kadar kolay olmamalı. Birbirimizi kandırmayalım. Yaptığımız iş, ‘ruj servisi’nden başka bir şey değil. Git davete, ver pozunu, şapır şupur öp, iki kadeh tokuştur, sonra doğru eve...
Asıl ilham nasıl aranır, bulunur?
- Tutkusu olduğun şey uğruna dünyayı dört döneceksin, girmedik delik, karıştırmadık dolap bırakmayacaksın. Benimkisi kumaş merakıyla başladı. Eşimle bir tekstil firması kurduktan sonra kimsenin bir kumaş uğruna gitmeye gözü yemediği Doğu ülkelerine, şehirlerine gittik.
İstanbul’daki Kapalıçarşı da dahil miydi o rotaya?
- Kapalıçarşı’yı hayatında benden daha fazla talan etmiş birini bulamazsın. Zaten çarşı-pazar manyağı bir tipim, havalı dükkanlardan oldum olası haz etmedim. Kapalıçarşı’ya ilk girdiğimde aklımı kaçıracak gibi oldum.
İlk gidişinizi hatırlıyor musunuz?
- 1960’ların başıydı. 60’larda, 70’lerde defalarca gittim Kapalıçarşı’ya. O dönem daha Batı dünyası Doğu esintili şehirleri keşfedip talan etmemişti.
Aldığınız en kıymetli parça neydi?
- Turkuaz hastalığımı İstanbul’a borçluyum. Şahane renklerde kolyeler, bileklikler almıştım oradan.
DENEYEREK ALMAK ÇOK SIKICI, VAKİT KAYBI
Belgeselinizi izledim. Dünyanın dört bir yanından topladığınız objeler, evlere hatta depolara sığmıyor. Tüm o karmaşada aradığınızı nasıl buluyorsunuz?
- Ben aramıyorum tatlım, onlar beni buluyor.
Bir obje ya da kıyafeti yıllarca saklamaya değer mi?
- Hatırlamak için uzun mesafelerden taşır, saklarım. Satın aldıklarınızın bir hatırası, hikâyesi olmalı. Kimsenin onlarca gözlüğe, şapkaya, kolyeye ihtiyacı yok. O zaman neden alışveriş yaparız.
Denemeden aldığınız oluyor mu?
- Denemek sıkıcı, vakit kaybı. Gözüme çarpanı alırım.
Ya bedeni tutmazsa?
- Keser biçer, yastık yaparım, abajura dönüştürürüm, hiç olmadı dekoratif bez yaparım!
DOĞRU STİL SENİN İÇİNDE, NASIL BİRİ OLDUĞUNDA GİZLİ
Sizin gibi renkli, karakterli ve özgün bir tarza sahip olanların sayısı az. Neden?
- Ne kadar hayat dolu yaşarsan o kadar renkli kalırsın. Şimdi, kimsenin 10 dakika telefonundan ayrı kalmaya tahamülün yok. Nasıl rengini yansıtmasını beklersin ki...
Sizden stil tavsiyesi almak isteyenlere ne cevap veriyorsunuz?
- Alışverişle, moda haftalarıyla zaman kaybetmeleri yerine, oturup iç sesini dinlemelerini ya da ne bileyim ‘kişisel gelişim’e önem vermelerimi... Kim olduğunu çözmeden, kendini tanımadan gerçekten stil sahibi olamazsın. Önce kim olduğunu çözeceksin. Kendini bilmek, tanımak dünyanın en zor işi ve bunun moda insanı olmakla alakası yok. Kolay değil. Süreç çirkinleşebilir, canın sıkılabilir. Aktrislere bakıp, iki dergi karıştırıp, biraz da dünyayı gezip kendine bir tarz belirleyemezsin. Stilin aslında senin içinde saklı, nasıl biri olduğunda gizli. Bu yüzden mimarların, tasarımcıların tarzlarına bayılıyorum. Üretmeleri için önce kendilerini keşfetmeleri lazım. Bu keşif, tarzlarına da yansıyor. Modadan anladıkları yok ama hayranlık verici bir stilleri var.