Güncelleme Tarihi:
Neredeyse son 20 yıldır belli başlı moda dergilerinde hep ve neredeyse sadece onun işleri var. İşte mart ayından birkaç örnek: Amerikan Vogue’unun mart sayısında Rihanna’yı bir denizkızı gibi çekmiş. W dergisi için Jennifer Lopez, oyuncu Jessica Chastain ve tasarımcı Donatella Versace gibi devleri bir araya getirmiş. Şu an Londra’da stüdyosunda bilgisayarın kamerası sayesinde benim karşımda ama fazla vakti yok: Çıkıp kadim dostu Kate Moss’la yemek yiyecek... Instagram hesabında Kim Kardashian’dan Lady Gaga’ya hayran olduğumuz ne kadar Hollywood yıldızı, şarkıcı, top model varsa kollarında... Dünyanın en ünlü fotoğrafçısı olmak böyle bir şey işte, onun hayatı hep ‘güzeller içinden bir seni seçtim’ tadında... Mert Alaş’ın ihtişamlı dünyasına hoşgeldiniz.
“Evet, güzelliği nefes kesen bir sürü isimle çalışıyorum” diyor... “Ama iyi bir çekim için en önemli kriter ‘kusursuz güzellik’ değil. Sevdiğim, karşılıklı güvendiğim ve enerjimin tuttuğu kişilerle daha iyi çalışıyorum. Madonna’yı Kendall Jenner’ı, Kate Moss’u ya da Gigi Hadid’i çekerken aldığım heyecan, diğer modelleri çekerken aldığım heyecandan daha yüksek. Birlikte eğleniyoruz. Çünkü arada dostluk var, güven var… O zaman ‘iş’ gibi değil, oyun gibi oluyor... Tabii durum böyle olunca, otomatikman arkadaşların oluyorlar. .”
Peki, tüm bunlar nasıl başladı? Dünyanın en ünlü fotoğrafçısı nasıl Türkiye’den çıktı, nasıl ilerledi, ne zaman patlama yaptı? Hikâyeyi başa sarıyoruz: “Orta direk bir ailenin tek oğluyum. Annem kuafördü, babam da asker, Hava Kuvvetleri’nde... Babamın işi yüzünden, İstanbullu olmama rağmen, Ankara’da yetiştim. Orada devlet konservatuvarında viyolonsel ve piyano eğitimi alıyordum. Mezun olmama bir sene kala ayrıldım; sıkılmıştım. Daha büyük hayallerim vardı. Oyuncu olmak, modacı olmak... Çocukluk işte. Sonra dil öğrenmeye 1994’te Londra’ya gittim. Planım, birkaç ay kalıp dönmekti. Ama şansa bak; Londra’da sanat camiasından birkaç arkadaş edindim ve onların hayatlarının içine girdim. “
EN BÜYÜK ŞANSIM ALEXANDER MCQUEEN’İ TANIMAK OLDU
Bahsettiğimiz kişilerin her biri şu anda moda endüstrisi için ‘ikon’ statüsüne erişmiş kişiler: Top model Kate Moss, dahi kabul edilen ve 2010’da kaybettiğimiz Alexander McQueen, tasarımcı Stella McCartney, yetenek simsarı Isabella Blow... Peki, bu insanlarla nasıl tanıştı? “Ailem ‘Londra’da kalacaksan kendi ayaklarının üzerinde duracaksın’ dediler. Ben de ne iş olursa yapmaya başladım: Gece kulüplerinde kapı görevliliği yapıyordum. En büyük şansım, bir partide tasarımcı Alexander McQueen’le tanışmak oldu. Onun yanında ekstra para için hafta sonları yardımcılık yapmaya başladım. O dünya bana çok ihtişamlı geldi: Modeller, makyaj sanatçıları, fotoğrafçılar... Düşünün, 90’lı yılların en güzel zamanları... Bir şekilde parçası olmak istiyordum. Ama aklımda fotoğrafçılık yoktu. Sadece bir kez bir partide kafam iyiyken Kate Moss’a şöyle demişim: ‘Bir gün senin çıplak resimlerini çekeceğim.’ O da bana ‘Hmm hmm, oldu, tabii, eminim’ demiş. Son 20 yıl içerisinde sayısız kez çıplak çektim Kate’i. Haklı çıktım işte.”
O ‘biri’ efsanevi moda direktörü Katie Grand… 1997’de ‘Dazed&Confused’ dergisinde yer aldıktan sonra Visionaire dergisinde de ikilinin çekimleri yayımlandı. Bir sene sonra dönemin ünlü moda simsarı Kim Sion onları kanatları altına aldı. Şöyle anlatıyor: “Bizi aradı, ‘Resimlerinizi çok beğeniyorum’ dedi. Ama bizim portfolyomuzda altı üstü 5 fotoğraf var! Bir hafta sonra dev bir kampanya geldi: Levi’s! Biz şoktayız! Daha yemek paramız kıt kanaat çıkarken, karnımız zor doyarken bir anda dev kampanyalar gelmeye başladı. Tamamen kazayla şöhret oldum. Ama o yeşil ışığı gördükten sonra yaklaşık 20 sene boyunca durmadan çalıştım...”
MADONNA EVİNDE SİGARA İÇİRMEZ AMA SETTE İÇMEME ASLA KARIŞMAZ
Bu deli gibi çalışmanın ürünü, 2006’daki Pirelli Takvimi, sayısız Marion Cotillard, Adriana Lima, Lady Gaga, Julia Roberts, Shakira, Gisele Bündchen, gigi isimlerin süslediği Vogue, W, Interview, Pop, Love kapağı, Missoni, Louis Vuitton, Hugo Boss gibi dev kampanyalar... Peki bu sansasyonel isimlerden hangisi, ne kadar kaprisli, neler istiyor, neye kıyamet koparıyorlar? Alaş ‘Benim setim, benim kurallarım’ diyor: “Stüdyoma gelen herkes kendilerinin ‘misafir’ olduğunun farkında. Misafir de misafir gibi davrandığı sürece hiçbir sorun yok. Ama ileri gittiği bir yer olduğu zaman da, işte kapı şurada! Rihanna, Jennifer Lopez, Madonna, Miley Cyrus’la çalışıyorsam eğer, bu isimlerin benimle çalışmak istemesinin bir nedeni var. O neden, benim resimlerimden biri olabilmek. O resmi çekmem için gereken her şeyi yapmaya hazırlar aslında. Yani benim koşullarıma uymayı kabul ediyorlar. Mesela Madonna, evindeyken ölsem bana sigara içirmez. Balkona çıkmak zorunda kalıyorum ona misafirliğe gittiğimde. Ama stüdyoya geldiğinde, püfür püfür sigara içiyorum. Bir kere sordum ‘Seni rahatsız ediyor mu?’ diye… ‘Hayır, sen nasıl istiyorsan öyle çek’ der. Boğulsa da gıkını çıkarmaz! Yani kimse cinnet geçirmez setimde. Cinnet genelde ben geçiriyorum…”
SABAHLARI DUŞTA SEZEN AKSU
Instagram hesabında sürekli kollarında Irina Shayk, yatağında Lady Gaga, sofrasında Madonna... Fotoğrafçının gündelik yaşamı nasıl, merak etmeden duramıyoruz: “Tabii ki bu isimler yakın arkadaşım, birlikte eğleniyoruz ama...” diyor: “Ben asker çocuğuyum, disiplin benim için önemli, haliyle de çok disiplinli bir yaşamım var. Gündelik yaşamım üçe ayrılır; çekim, çekim yok ve tatil. Her sabah 6’da kalkarım, müzik dinleyerek duş yaparım. Sezen Aksu dinlerim genelde... Bu aralar favorim, son albümünden ‘Manifesto.’
Sonra spor yaparım, çekim varsa en geç saat 8.30 gibi stüdyoda olurum. Sonrasında çekim nereye kadar giderse... Sabah 5.30’u bulduğu oluyor. Çekim yoksa yine spor ve stüdyoda diğer işlerimle ilgilenirim. Ibiza’da da evim var, ağustos-eylül arasında tatildeyim. Evim, meyve ağaçlarım, dört tane köpeğimle... Ağustos’ta o bahsettiğiniz ‘ünlü’ arkadaşlarımı ağırlıyorum, Eylül’de ise tek başıma kafa dinliyorum... İnsaniyete dönüş diyorum o zamana... Ibiza benim için çocukluğumdaki Gümbet gibi… Ben Bodrum’da büyüdüm; Babam Gümbet’te restoran açmıştı… Haziran’dan okul açılıncaya kadar bütün tatili ayakkabısız şortla zirzop gibi geçirirdim. Ibiza’da da çocukluğumu buluyorum...”
Hazır Gümbet’teki çocukluktan konu geldi, rotayı ‘vatana’ çeviriyoruz. Fotoğrafçı, İstanbul’a iki eli kanda olsa senede iki kez geliyor: “Arkadaşlarımı görüp dönüyorum. Geldiğimde bir farklılık görmüyorum, çünkü yediğim yemekler aynı, gördüğüm insanlar aynı, uzun süre de kalmıyorum. Ama son bir sene içerisinde olan bu terör olayları beni çok üzüyor ve korkutuyor. Tabii yaşayanlar olarak siz çok daha fazla korkuyorsunuzdur. Ama bu sadece Türkiye’de değil, Paris’te de Almanya’da da gittiğin her yerde bu huzursuzluk var. Ama güçlü olacağız, barış adına, aşkla, ilerleyeceğiz. Yapacak başka bir şey yok.
EN İYİ İŞİMİ HENÜZ YAPMADIM
“Yaptığım her şeyin en büyük eleştirmeni benim; yaptığım hiçbir şeyi de beğenmem. Şu anda beğendiğim hiçbir resim yok o yüzden bana sorma! Şimdi Taschen ile birlikte bir kitap çıkarıyoruz. Bu Marcus’la 20 yıldır yaptığımız işlerin bir retrospektifi… O yüzden en sevdiğim kareleri soruyorlar. Tabii ki ecel terleri döküyorum. Dedim “Eyvah: 4 tane resim var!” Ama bir sanatçının ‘Ben başardım’ dediği gün, bence onun son günüdür çünkü korkusuz, heyecansız, risksiz bir iş yaptığın zaman, o işin bir kalitesi olmaz kanımca…”