Güncelleme Tarihi:
Yönetmen Steven Spielberg, vizyondaki filmi Lincoln’ün senaryo çalışmalarıyla ilgilenirken Pulitzer ödüllü yazar Tony Kushner’ı arıyor. Ve senaryonun sadece köleliğin kaldırılmasını esas alan 13. yasa değişikliğiyle sınırlandırılmasını öneriyor.
Ülkemizde peş peşe vizyona giren ‘Zincirsiz’ ve ‘Lincoln’ Oscar’ın güçlü adayları olmaları dışında kölelik/ırkçılık konusunu da gündeme taşıyor. Steven Spielberg’in yıllarca Yahudi olduğunu sakladığı, hatta herkese soyadının aslında Almanca olduğunu açıklaması, usta yönetmenin film-özel hayat ilişkisine tekrar gözlerin çevrilmesine yol açıyor.
Sinema tarihinin nerdeyse başlangıcından beri yapılan ‘kölelik’ ve ‘ırkçılık’la ilgili filmlere geçmeden önce Spielberg’in sivil savaş sona ermeden köleliliğin kaldırılmasını başaran Lincoln’un hayatının son dört ayını anlattığı bu filmi dışında ‘Mor Yıllar’, ‘Shindler List’, ‘Amistad’ ve ‘Münih’te de ırkçılık konusunu işlemesi bir tesadüf değil. Hatta yönetmen konuyu genişleterek filmlerinin çoğunda yer alan ‘dışardan gelen, bulunduğu topluma yabancı’ temasını kendisinin Yahudi olarak uzun süre benzer şekilde hissetmesinin bir sonucu olduğunu da vurguluyor.
Bütün filmlerinin bir şekilde kendi çocukluğuna gittiğini belirten Spielberg, 1946 yılında Ohio’da doğmuş. Daha sonra üç kızkardeşiyle birlikte çocukluğunu geçirdiği Phoenix Arizona’da ne okul ne de spor hayatında başarılı olabilmiş. Annesinin kendisine bir ebeveynden çok büyük kız kardeş gibi davrandığını, babasının da işkolik olarak sürekli çalışması nedeniyle onu ihmal etmesine duyduğu kızgınlığı, filmlerindeki çocuklarını terk eden kötü baba figürlerinde dışavurduğunu söylüyor. Baba ve annesinin boşanması üzerine bir film yapmak istediği dönemde çektiği ‘E.T.’ ve ‘Hook’ da bunlardan. İlk karısının yardımıyla 15 yıl görüşmediği babasıyla yıllar sonra yaptığı barış, ‘Dünyalar Savaşı’ filminde çocuklarını uzaylı istilasından koruyan baba figürüyle bu değişimin de bir yansıması.
Spielberg, Lincoln’ünde başarılı liderliği ve politik dehası yanında, filmdeki kahraman baba imajının yine babasıyla sadece 25 yıldır yaşayabildiği bu olumlu ilişkinin bir uzantısı olduğunu da kabul ediyor.
Phoenix’in Yahudi olmayan mahallesinde geçen çocukluğu boyunca Yahudi ayrımcılığına ve saldırılara maruz kalan Spielberg, bir gün ona “Pis Yahudi” diyen çocukların gizlice pencerelerine tırmanıp camlarını fıstık ezmesiyle bulayarak intikam almış.
Irkçılık konusunda Spielberg’in ‘en kişisel işlerimden biri’ dediği ve tüm dünyada ‘1 numara’ olarak gösterilen ‘Schindler’in Listesi’nin dışında sinemadaki diğer örneklere de bir göz atalım..
Bir Ulusun Doğuşu/The Birth of The Nation
AYAKLANMALARA NEDEN OLDU
Sessiz sinema döneminin ikonik filmi, Amerika Sivil Savaş gerçeğini çarpıtan, siyahlara yapılan katliamı doğrulamaya çalışınca çok eleştirildi. D.W. Griffit’in 1915’te çektiği film, köleliğin kaldırılması ve Lincoln’ün ölümünden sonra ortaya çıkan kargaşa ve anarşiyi yansıtıyor. Beyazların üstünlüğünü de vurguluyarak Amerika’da birçok ayaklanmaya neden oldu.
Beden ve Ruh/Body and Soul
CEVAP GİBİ FİLM
İlk African-Amerikan film yapımcısı Oscar Micheaux’un 1925’te çektiği film, diğer filmleri gibi African-American toplumunun karşı karşıya kaldığı ayrımcılık ve ırkçılıkla ilgili mücadele ve sorunları ele alıyor. “Hayattaki en önemli görevlerimden biri siyah birinin de her şeyi yapabileceğini göstermek” diyen Micheaux’un bağımsız filmleri, ‘Bir Ulusun Doğuşu’na da cevap gibi.
Missisipi Yanıyor
Missisippi Burning
ÜÇ AKTİVİSTİN ÖLÜMÜ
Gerçek hikâyeye dayalı en iyi filmlerden ‘Missisipi Yanıyor’ (1988) beyazlara karşı sivil hak ve eşitlik için mücadele eden üç aktivistin 1964’te öldürülmesini konu alıyor. Alan Parker’ın yönettiği film hâlâ devam eden Ku Klux Klan örgütünün ne kadar ırkçı ve tehlikeli olduğunu göstermesi açısından da önemli.
Malcom X
GERÇEK HİKÂYEDEN
Spike Lee’nin iki dalda Oscar’a da aday olan filmi, African-American politik lider Malcom X’in yaşam hikâyesi içinde ırkçılığı yeniden tartışmaya açıyor.
Amerikan Tarihi X
American History X
HÂLÂ DEVAM EDİYOR
‘American History X’ günümüz modern toplumunda hâlâ devam eden Neo-Nazizm gibi ırkçı ideolojilerin ve bağnazlığın herkesi etkileyen negatif/trajik sonuçlarını gösteren sinemadaki en önemli örneklerden. Tony Kaye’in yönetmenliğini yaptığı filmde Edward Norton da başrolde Oscar’a aday olmuştu.