Soyadını Ergenekon’dan alan sanatçı

Güncelleme Tarihi:

Soyadını Ergenekon’dan alan sanatçı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 16, 2009 00:00

Onat Kutlar, “Tuncel’in suratına insan saatlerce bakabilir” demiş. Ben de baktım yüzüne ve o çizgileri derinleştiren yılları mutlu geçirmiş bir sanatçı gördüm. Her ne kadar insanlar, onu son dönemde Asi dizisindeki Cemal Ağa olarak tanıyorlarsa da o Yılmaz Güney’in Umut, Sürü, Duvar’ı ve diğer filmleri ile tanınmayı yeğliyor. Yaşı 73 olsa da o hayallerini, yaşam zevkini kaybetmemiş.

SOYADIM

Ergenekon’daki kurdun izindeyiz


Babam Hamdi Vala Rıza, Robert Kolej’den İzmir Amerikan Koleji’ne gitmiş, orada misyoner havası sezince de arkadaşlarıyla Türk Harsını (kültürünü) Koruma Derneği’ni kurmuşlar. Soyadı kanunu çıkınca Ergenekon’dan yola çıkıp, demir dağları delip kurdun izinde buraya gelen insanlardan esinlenerek kurdun izi manasına Kurtiz soyadını almış. Bugünkü Ergenekon siyasi bir olay, öbürü efsane. Bütün ulusların efsaneleri var. Ben hayatım boyunca milliyetçi olmadım, efsanelerle içlidışlı biriyim. Mesela Manas çok etkileyicidir, bir masaldır, bir tiyatrodur.

YILMAZ GÜNEY

Bana iki kanat taktı uçurdu


Sinemada, tiyatroda, hep ikinci roller oynadım. Yılmaz Güney’e çok şey borçluyum. Bana iki kanat taktı, biri Umut, diğeri Sürü filmi. Avrupa’da gönüllü sürgün olarak yaşarken bu iki film bana daima yeni kapılar açtı. Bu rolleri gören rejisörler beni istediler.
Askerden döndükten sonra Yılmaz Güney beni aradı. Umut filmini yaptık. Filmin yurtdışına çıkışını da yasakladılar. Çiçek Arif (Keskiner) bavulunda kaçırdı. Arif, beni Cannes’da elinde viski şişesiyle karşıladı. O sırada Balyoz Harekâtı (12 Mart’tan sonra gerçekleşen sol karşıtı tutuklama dizisi) oldu. 1974’e kadar geri dönemedim.

Sürü, Yılmaz’ın dehasıdır. Gören durur selam verir, öyle bir hikâyedir. O ağayı kim oynayacak dendiğinde Yılmaz, “O ihtiyarı bulun” diyor. “Almanya’da film çekiyor” diyorlar, “Siz Hürriyet’e ilan verin, o gelir” diyor. Ben de zaten geliyordum. Filmi çektik.
Avrupa basını “Ordunun kadife çizmesi el koydu” diye yazdığında İsveç’teydim. Yılmaz hapisten kaçtıktan sonra Paris’e çağırdı. Orada Duvar filmini çektik. Çok zorluklarla yaptık filmi. Sonra Yılmazcığım bir gün telefon etti, “Midemin yarısını aldılar. Artık daha uzun yaşayacağız” dedi. Bir daha da görmedim, öldüğünü duyduğum zaman büyük acılar içindeydim. Ben de üşüyor, Yılmaz ile konuşuyordum. Politik franksiyonların kullanacağını bildiğim için cenazesine gitmedim.

ÜTOPYAM

Hâlâ komünistim


Ben ütopik bir insanım, hayal görmesini severim. Hâlâ komünistim. Dünyayı değiştirecek hareketlerin içerisinde değilim ama bir gün bütün insanlar dostluk, barış içinde yaşayacaklar. Gökyüzündeki gezegenlere bakın; büyük, küçük, kuvvetli ve zayıf arasındaki harikulade ahengi görün. Büyük, küçüğü ezmiyor. Bu bir düşüncedir. Komünizm pratikte çok yeni ama düşüncede çok eski bir felsefe. 1400’lü yıllarda Şeyh Bedrettin, daha önce Ali Bektaşi...

LOTO OYNARIM

Eskiciden giyinirim

Çok şükür zengin olma tehlikesini atlattım. Zengin arkadaşlarımın halini görüp üzülüyorum. Fakat loto oynuyorum. Para çıkarsa bir sinema şenliği yaparız diye düşünüyorum. Yoksa her şeyim var. Babamdan kalan elbiseleri giysem yeter bana. Urfa’da eskiciden 20’şer liraya iki ceket aldım. 50 liraya da bir pardösü... Bu kış onu giyeceğim. Bir de Rumeli Han’ın altında bizim eskici Hakan vardır. Bay Retro. Her şey vardır orada. Üzerimdeki bu pantolon oradan. İsviçre ordusu malı. Yıka yıka giy. Ne kirleniyor ne ütüsü bozuluyor.

BABAM

Tunceli’de maden mühendisi olmamı istedi


Babaların, oğulları ve kızları için hayalleri vardır. Babam da benim Tunceli’de bir maden mühendisi olmamı istemiş. Çünkü milliyetçi ve Atatürkçü. Cumhuriyet Bayramı’nda onun gibi giyinmek için ta Amerika’dan bir frak, bir silindir şapka almış ve rugan ayakkabılarıyla bayram kutlamalarına öyle gitmiş. Mükemmel bir insan değildi tabii ama çok doğru tarafları da vardı. Atletti, iyi tenis oynar, iyi dans ederdi. Çok güzel harmandalı oynar, rakıyı çok güzel içerdi.

HESAPLAŞMAM

İyi baba olamadım

Hayatımda hesaplaşmalar oldu. İyi bir baba olamadım. Yine de kızım da oğlum da beni çok seviyorlar. Babalık duygum eksik herhalde. Bakıyorum arkadaşlara bebeği kucağa almalar falan. Ben bırakıp gittim. Bunun acısı var tabii. Oğlum New York’a geldi bir ay kaldı, gitti. Altı yaşındaydı daha. Ben öyle gözleri yaşlı kaldım. Bir doğum gününde kamerayı karşıma koyup önce oğlumun fotoğrafıyla sonra kızımınkiyle fotoğraf çektirdim. Sonra dedim ki, “Ben niye şimdi Tokyo’dayım, kızımla birlikte değilim?” Şartlar böyle gitti. Behçet Necatigil der ki, “Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı” Ben eğilmedim. İki karım da çocukları kendileri büyüttüler.

ÖLÜM

Ölüm bir gün gelecek. Nasıl geleceğini bilemeyiz. Nerede nasıl gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi diyeceğiz.

EZAN

Plaklardan dinlerim

Ezan plaklarım var. Saadettin Kaynak’tan Suriye ezanlarına kadar. Beethoven’ı da Bach’ı da severim. Ortadoğu müziğine ise vurgunum. Bülent Ersoy’un bazı şarkılarını da severim. Ama bu hoparlörlerden gelen ezan sesleri çok kötü. Hatta bir film yapabilirsem onu göstermek istiyorum.

AŞK

Güzel bir hayat yaşıyorum

Menend’e ilk görüşte fena halde âşık oldum. Benden 21 yaş küçük bir kimya mühendisi. “Size âşık oldum” dedim. Güldü. “Viyana’ya gidiyormuşsunuz. Arkadaşım da gidiyor, ona âşık olun isterseniz” dedi. “Yok ben size âşık oldum” dedim. Sonunda telefon numarasını elde ettim. Sabah Viyana’ya gider gitmez bir telefon bombardımanı başlattım. 17 yıl oldu, çok güzel bir hayat yaşıyorum onunla...

ÜNİVERSİTE

Bir türlü bitiremedim

Haydarpaşa Lisesi’nde önce iyiydim. Lise 2’de futbol takımı, masatenisi, geceleri bara pavyona gitmeler... Bir taraftan Albert Camus, Steinbeck, bir taraftan Rita Pavyon, Çam Bar, kerhane. Dersler allak bullak oldu. Babam Özel Anadolu Lisesi’ne götürdü. Orada çok değerli insanlarla karşılaştım. Sonra babam aldı beni Hukuk Fakültesi’ne götürdü. “İyi bir avukat olacaksın” dedi. “Peki babacığım” dedim. Bana Yeşilyurt’ta ev de tuttu. Bir süre sonra üniversiteye gitmeyi bıraktım. Derslerde çuvallayınca babamın da kabulüyle İngiliz Filolojisi’ne girdim. Ama bir türlü bitiremedim. Şiirler, hikâyeler, oyunlar derken Haldun Dormen, 1959’da Zafer Madalyası adlı piyeste küçük bir rol verdi. Sonra da sinema geldi. İlk filmim Şeytanın Uşakları’ydı.

KAZDAĞLARI’NDAKİ OTELDEYİM

Görmek hediye mukabili

Sekiz yıldır Kazdağları’nda, Çamlıbel Köyü’nde oturuyorum. Çok da seviyorum. Karımın ve benim birikmiş paramız vardı, daireleri de sattık. Filmlerden de iyi para alınca karımı razı ettim işten ayrılmaya. Sekiz odalı bir otelimiz olsun, bir hayat biçimimiz olsun istedik: Zeytinbağı Oteli. Karımla senaryo yazıyoruz, kitap okuyoruz, müzik dinliyoruz. O bahçeyle uğraşıyor. Dizilerden dolayı beni görmeye geliyorlar. Ben onlar için Asi dizisindeki Cemal Ağa’yım. “Sizi görmeye geldik” diyenlere “Peki ne getirdiniz?” diyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!