Güncelleme Tarihi:
HAFTANIN FİLMLERİ, GÖSTERİMDEKİ DİĞER FİLMLER, SEANSLAR, FRAGMANLAR
Geçtiğimiz Pazar günü, sinema filmlerinin basın gösterimlerine katıldığımı bilen bir arkadaşımla konuşurken o hafta hangi filmlere gideceğimi sordu. Ben de diğer filmlerle birlikte Fidel’in Yüzünden’i (La faute a Fidel) de saydım ve biraz ayrıntı verdim. Filmi Oscar ödüllü, Yunan asıllı ünlü Fransız yönetmen Costa-Gavras’ın kızı Julie Gavras’ın yönettiğini, oyuncularından birinin de Fransızların dünyaca tanınmış aktörü Gérard Depardieu’nün kızı Julie Depardieu olduğunu söyleyince burun bükerek şöyle dedi: “Ha, körlerle sağırlar birbirlerini ağırlar olayı yani.”
Arkadaşım, filmin mesajlarla yüklü ideolojik bir çalışma olması olasılığından başka, birçok insanda Avrupa sinemasına karşı var olan “sıkıcılık” (ön)yargısına işaret etmek istiyordu. Ayrıca örneğin oyuncu ya da genel kadro seçiminde bir tür “kayırmacılık” olabileceği kanısı da vardı bu dudak bükmenin içinde. Fakat filmi seyrettikten sonra kendisini aradım ve biraz anlattım. Bana en son söylediği “O kadar da laf ettim yahu, ayıp oldu. Ama kesin gidip göreceğim” oldu.
Bir Fransız-İtalyan ortak yapımı olan film (http://www.birfilm.com/films/film_id141.asp ), burjuva yaşamlarını bırakıp bahçeli kocaman evlerinden küçük bir apartman dairesine taşınan iki çocuklu bir ailenin hem devrim hem de yaşam mücadelesini 10 yaşlarındaki kızları Anna’nın (Nina Kervel) gözünden anlatıyor. Eski konaklarından ayrılırken “Fidel Castro yüzünden neler neler yitirdiğine hep hayıflanan” dadılarından da ayrılmak zorunda kalan ve bir süre sonra ailesi tarafından okuldaki din dersinden de alınan Anna’nın yeni düzene direnişi küçük kardeşi François’in şen şakrak ve hatta yer yer muzip gamsızlığıyla birleşince ortaya çok “keyifli” bir hikaye çıkıyor. Öte yandan buna bir de yeni yaşamlarında karşılaştıkları sorunları birbirlerinin üzerine yıkmaya çalışan anneleri (Julie Depardieu) ile babalarının (Stefano Accorsi) çekişme ve kavgaları eklenince Anna’nın baş etmesi gereken sorunlar katlanmış oluyor.
AVRUPA SİNEMASI SIKICILIĞA MAHKUM DEĞİLMİŞ
Anna bir yandan gittikçe fakirleşen ev şartlarıyla, düzensizlikle, ikide bir değişen dadılarla ve anne-babasının evlerinden çıkmayan dava arkadaşlarıyla mücadele ediyor. Diğer yandan ise dindar Katolik olan nine-dedelerinin ve okuldaki rahibelerin söyledikleriyle evde öğrendikleri arasında bocalayıp duruyor.
Geçtiğimiz yıl İstanbul Film Festivali’nde büyük ses getiren ve ek seanslarda gösterilen filmin en başarılı olduğu şeylerden biri, 1970’lerin başındaki kadın hakları mücadelesi, CIA marifetiyle gerçekleştirilen darbeler ve emperyalizm karşıtlığı fonunda bir ailenin sevinçlerini, zaferlerini ve dramını çok büyük bir ustalıkla yansıtması. Film bu konuda o denli zekice yönetilmiş ve her şey o kadar dozunda kullanılmış ki sol ideolojiye çok özel bir alerjisi olmayan herkes filmin içine girerek izleyebilir.
Bu açıdan bakıldığında Fidel’in Yüzünden, belli toplumsal duyarlıklara seslenme çabasıyla bağdaştırılan ve bundan dolayı da çoklarına sıkıcı gelen Avrupa sinemasının buna hiç de mecbur olmadığını kanıtlayan çalışmalardan biri. Julie Gavras’ın bu ilk sinema filminde değme romantik komedilerdekinden daha fazla gülüp eğlenebilirsiniz. Fakat sizi güldüren ve gülümseten sahneler filmin içerisine büyük bir incelikle yedirilmiş. Bilhassa bu açıdan yönetmenin hakkını teslim etmek gerekiyor.
OYUNCULUK ÜST DÜZEY
Filmin kalitesine önemli ölçüde katkıda bulunan ögelerden biri de oyuncuların çıkardıkları üst düzey iş. Kendi adıma filmde en fazla öne çıkan oyuncunun Julie Depardieu olduğunu kaydetme ihtiyacı duyuyorum. Ancak Anna karakterini canlandıran Nina Kervel’den de söz etmek gerekiyor. Bir iki sahnede aklınıza “Bu kız bu kadar somurtkan olmak zorunda mıydı” sorusu gelse de içine girdiği elbiseyi layıkıyla taşıdığını kabul etmek durumunda kalıyorsunuz. Ayrıca öyle sanıyorum ki filmin devamı çekilecek olsa Anna karşımıza çok daha güleryüzlü bir genç kız olarak çıkardı.
Sinemadan çıkarken Anna’nın geleceğiyle birlikte Salvador Allende’yi düşündüm. Bir de o zamanlar CIA’nın Şili masasında çalışanları. Sonra da CIA’nın başka masalarını...