Güncelleme Tarihi:
Grup Başkanvekiliydim Anavatan Partisi’nde. Hükümet kurulması görüşmelerini sürdüren komisyonda da görevliydim. Bir akşam Mesut Yılmaz ile oturuyoruz. “İçişleri Bakanı olacaksın” dedi. Ben de şoke oldum, İçişleri’ni beklemiyordum. Abartmayayım ama 28 Şubat döneminde İçişleri, Başbakanlık kadar önemli. “Efendim çok bekleyen var, huzursuzluk çıkmasın. Ben olmayayım” dedim. İki kere tekrarladım, “Yok, sen olacaksın” dedi. Hâlâ da çözebilmiş değilim. O şartlarda niye tercih edildim? Mutlaka Başbakan’ın güveni vardı. İşte hukukçu olmamız, ılımlı kişiliğimiz... 41 yaşında, kabinenin en genç bakanıydım.
Bakanlığa geldiğimde iki-üç tane Emniyet Daire Başkanı tutuklanmış, Emniyet Genel Müdürü bir şekilde değişmişti. Asker, Emniyeti ikinci bir güç gibi görüyordu, Özel Harekat’ın lağvedilmesi konusu vardı. Emniyet’in ağır silahları teslim etmesi de istenmişti. Emniyet’in de kendi rızasıyla öngördüğü bir-iki kalem dışında ağır silahları vermedik. Yazıyla da, kişisel olarak da karşı durdum. Bakanlığımda askerden direkt bir müdahale gelmedi. Ama tabii İçişleri, irticayla mücadele konusundaki 18 tedbirin çoğunda görevliydi. Şunu empoze ettim: Hukuksuz hiçbir şey yapmayacaksınız bir. En büyük eksik, irticanın hukuki tanımının olmamasıydı. “Bu adam irticacı” diyorlar ama irtica ne kardeşim? İki, mütedeyyin insanları asla ve asla rencide etmeyeceksiniz. Üç, Silahlı Kuvvetler’e karşı dinsizlik propagandalarına asla izin vermeyeceksiniz. Bu, toplumdaki ayrışmayı güçlendirir. Hatta valiler ya da emniyet müdürleri toplantısında söylediğim şuydu: Susurluk iddiaları nedeniyle Emniyet’i, irtica nedeniyle Mülkiye’yi ezdirmem.
O günün rüzgârıyla yanlış iş yapmak da mümkündü. Ama hukukçu kimliğimle olabildiğince mağduriyet önlemeye çalıştım. Hep hukuk içinde kaldım. O gün öyle durmak zordu açıkçası. Şimdi bundan mutluluk duyuyorum. 28 Şubat’ın İçişleri Bakanı olarak o sürecin mağdurları rahmetli Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller tarafından Meclis Başkanlığı hararetle desteklenmiş bir kişiyim. Meral Akşener ile şimdi aynı partideyiz. 55’inci hükümetin bakanlarına devir teslim yapan tek bakan yanlış hatırlamıyorsam Akşener’di. “Siz olduğunuz için geldim” demiştir. Büyük bir jestti yaptığı. Zaten bakanlığım 13 ay sürdü. Performansımızdan dolayı Adalet Bakanı ile beraber, seçim nedeniyle anayasa gereği 1998 Ağustos’unda ayrıldık.
HATA SİYASİ CENAHTA
28 Şubat hakkında pek konuşmadım. Aynı zamanda MGK üyesiyim, yasal ve anayasal sınırlamalar da var. Bunları konuşmanın zamanı gelecek. Belki askeri müdahalelerle ilgili olarak Meclis’te kurulan komisyon daha sağlıklı bir platform olabilir. 28 Şubat, sivil toplumun da içinde olduğu, mevcut hükümete yönelmiş bir tepkiydi. ‘Bir dakika karanlık’ eylemi vardı. Milyonlarca kişi böyle bir tepki koymuştu. İrtica meselesinde Silahlı Kuvvetler’in hassasiyeti bilinen bir şey. Şimdi deniyor ya derin devlet diye, tabii devlette derin yapılar vardır, olmuştur. Bizdeki sıkıntı derin devlet değil, siyasetin sığlığı. 28 Şubat’ta iktidardaki değerli siyasetçiler, baskı gördüğünde hiç itiraz etmeden “Öyle mi kardeşim? Hadi buyurun millet!” diyecek, bir an önce seçime gideceklerdi. İkinci hata yine siyaset cenahından! O hükümet yıkılınca benim de bulunduğum 55’inci hükümetin de buna talip olmaması gerekirdi. Siyasetin demokrasiye karşı bu tür müdahaleleri anında göğüsleyip millete çözdürme alışkanlığını edinmesi gerekir. MGK’da bunları imzalamış, Bakanlar Kurulu’na getirmişsin. Ses çıkmamış. Bir bedel ödenmesi gerekiyorsa o günün şartlarında ödenmesi lazım. Aradan 20 yıl geçtikten sonra yapılanlar yerine oturmayan bir tepki gibi. Bu bizi nereye götürecek? Dersim’den başlayıp 12 Eylül’e kadar her tartıştığımız konu toplumda kamplaşma yaratıyor. Her tartışmada yeni mağdurlar yaratan bir süreci yaşıyoruz. Oysa Türkiye’nin yeni bir vizyona ihtiyacı var. Bugünkü argümanlarla küresel dalgayı karşılamamız mümkün değil.
Bardağı taşıran son damla o Kürt açılımı oldu
AKP’DEN AYRILIŞIM
İktidar partisinden ayrılmak kolay değil. Ama ayrılmam gerekiyordu. Onu da bir nezaket içinde yaptım. Ayrıldıktan sonra Başbakan ile görüşmedim. Sadece annesinin cenaze törenine gittim. Sağolsunlar bize önemli bakanlıkları teslim ettiler. Biz de hakkını vermeye çalıştık. Çalışma Bakanlığı sırasında SSK hastanelerinin devri gibi birçok noktada Sayın Başbakan ile farklı düşündük. Bir müddet sonra ana konularda fikir ayrılıklarını saklayamaz olduk. Nedir bunlar? Dış politikada 1 Mart tezkeresiyle başlayan itirazlarım vardı. Kuzey Irak politikasını tasvip etmedim. AKP’den ayrılmamın birçok nedeni var. Ama işin can alıcı noktası açılımdı. Kürt açılımıyla ilgili görüşlerimi Kızılcahamam toplantısında detaylarıyla anlattım. O Kürt açılımı bardağı taşıran damla oldu diyelim. Kabinede aykırı eleştiriler yapan birkaç bakandan biriydim.
12 Eylül’de gözaltına alındım
ÜLKÜCÜ GELENEK
Ülkücü gelenekten geliyorum. 1976’da, Büyük Ülkü Derneği Kastamonu Şube Başkanıydım. Genel Merkezi Kayseri’deydi. Hukuk Fakültesi mezuniyetim de aşağı yukarı o yıldaydı. 1980’e doğru olaylar çok arttı. Tabii 12 Eylül’de biz de herkes gibi payımızı aldık. Dokuz günlük bir gözaltı sürem var. Bir kısmı Kastamonu’da emniyette, bir kısmı da Et Balık Kurumu’nda geçti. Gözlerimiz kapalı sorguya aldılar ama işkence, kötü muamele görmedim. 12 Eylül’den altı ay kadar sonraydı. Suçsuzluğum anlaşılınca bıraktılar, hakkımda herhangi bir dava açılmadı.
Kastamonu sevgim aşırı
AVUKATIM
Hukuk okumak istiyordum ama ilk etapta puanım tutmadı. Bir ay kadar Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne gittim. Puanlar düşünce İstanbul Hukuk’a kaydımı yaptırdım. Başarılı bir öğrenciydim. Avukatlık stajımı Kastamonu’da yaptım. 1979’da yedek subay olarak askere gittim. Dereceye girenler kuraya katılmıyordu. Ben de çalıştım, kura dışı kaldım. Memleketimiz Daday’ı seçtim. Üniversite sonrasında İstanbul’da kalmayı düşünmedim. Kastamonu’yu tercih etmem siyaset açısından iyi oldu. Ama Kastamonu’da harcadığım enerjiyi İstanbul’da yapsam hatırı sayılır bir zengin olabilirdim. Kastamonu’da yedi yıl avukatlık yaptım. Ceza davalarında yoğunlaşmıştım. Şimdi baba mesleğini oğlum Çağrı devam ettirecek. Dört dönem memleketimden milletvekili seçildim. Fakat AK Parti’ye geçince Kastamonu’dan adaylığın pek uygun gitmeyeceğini düşündüm; İstanbul’u ben istedim. Zaten Kastamonu gurbetçi bir memleket, yarısı Ankara’da, yarısı İstanbul’da. Sağolsun hemşerilerim de üç dönem İstanbul milletvekili olmama rağmen beni hep Kastamonu vekili kabul etti.
Kore gazisi ve sendikacı
BABAM
Başesgi kıdemli anlamına geliyor. Mehter bölüğünde üçüncü sıradaki kıdemli askere de ‘başesgi’ deniyor. Herhalde soyadı alırken oradan esinlenmişler. Dedelerimiz Balkan Savaşı’nda esir düşmüş. Rahmetli babamın da iki sıfatı var: Kore gazisi ve sendikacı. Kastamonu orman tamirhanesinde 35 yıl işçiydi ve işyeri temsilcisiydi. Her iki özelliğinden de büyük onur duydum. Çalışma bakanlığım sırasında sendikacılar, “Bize karşı bu muhabbetin nereden geliyor” diye soruyordu. Sonra anlattım, “Babam da sendikacıydı” dedim. Kore’ye gelince... 1950’lerin şartlarında Anadolu kasabasından bir delikanlı 20 yaşında, 30 gün gemiyle Kore’ye gidiyor. Dil bilmiyor. Gider gitmez cepheye gönderiyorlar. Hakikaten büyük fedakârlık.
Nefsini tatmin etmiş bir siyasetçiyim
HEDEFİM
Siyasete genç yaşta girdim. 12 Eylül sonrasında ANAP’a girerken 31 yaşındaydım. İl başkanı ol dediler, istemedim, ikinci başkan oldum. 1987’de fazla hevesli değildim, aday olmamıştım. Seçim iptal edilip önseçim kararı alınınca müracaat ettim. O önseçimde liste ikincisiydim. O şekilde milletvekilliğine başladık. Milliyetçi muhafazakâr bir çizgideyim. Yedi dönemdir milletvekiliyim. Meclis’te kesintisiz en uzun süre milletvekilliği yapan kişiyim herhalde. Nefsini tatmin etmiş bir siyasetçiyim.
Mesut Yılmaz’ın Yüce Divan’a gitmesine üzüldüm
SUSURLUK
Devlette illegal yapılanmalar devlete güveni zedeler. Susurluk da bunlara bir emsal. Devlet kompozisyonunda çok büyük tahribatlar yapmış. Gerek terörle mücadelede gerekse diğer konularda devletin resmi görevleri dışında hiçbir görevliyi kullanmadık. Susurluk konusunda benden önce de soruşturmalar vardı, aydınlatılması için bakanlığın elindeki bilgi belgenin hepsini servis ettik. Yargıya yardımcı olduk. Tabii kamuoyu nezdinde hadise ne derece aydınlandı onu bilemem. Mesut Yılmaz hakkında Yüce Divan’da ifade verme meselesi üzüldüğüm işlerden biri. Başka bir partiye geçmiş olmama rağmen savunma tarafı beni büyük bir güvenle şahit göstermişti.
Şike yasası benim zamanımda hazırlandı
FUTBOL
Bir zamanlar spor mu siyaset mi dense sporu tercih ederdim. Kastamonuspor genç ve İstanbul Üniversitesi takımında oynadım. Kartalspor adlı bir semt takımı kurdum, antrenörlük yaptım. Meclis takımında oynadım. Beşiktaşlıyım. O nedenle Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığım tesadüfi değildi. Sporda şikeyle ilgili yasanın mutfak çalışması benim zamanımda yapıldı. Ama tam kafama oturmamıştı ceza ve diğer hükümleri. Benden sonra çok acele bir şekilde çıktı yasa. Maalesef bir yıl geçmeden tekrar değişti. Türk futbolunun şikeyle anılması hoş bir şey değil. Beş yıl Avrupa’ya kapıları kapatmaktan söz ediliyor, bilmiyorum bunun hesabı iyi yapıldı mı? İngiltere örneği veriliyor ama onlarla kıyaslanamayız.
Gerilim ortamı var
ANAYASA
Bugünkü süreci küçümsemek adına söylemiyorum. Cemil Çiçek’in büyük gayreti var. Ama bunun böyle kısa süreçlerle olacağına inanmıyorum. Bu, binayı çatıdan yapmaya benziyor. Bilim adamlarımız, anayasacılarımız çalışıp birkaç alternatif koymalı. Belki üç-beş yıl tartışacağız. İkincisi, Anayasa’da değişiklik için toplumsal mutabakat lazım. Fakat ortam çok gergin. Gerilimin ve terörün devam ettiği bu konjonktür anayasa yapmaya müsait değil. Çünkü çok değişik talepler var. Anayasayı gündeme getiren grup, asıl üç dört mevzuyu konsolide etmek istiyor; Başkanlık sistemi, yerel yönetimlerin özerkliği, vesayet, vatandaşlığın yeniden tanımlanması gibi… MHP’nin bu konularda ve değiştirilemez maddelerde onay vermesi mümkün değil.