Sorgucu

Güncelleme Tarihi:

Sorgucu
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2003 17:25

O sabah elli senelik hayatında ilk kez yatağından yaşamaya değil sanki ölmeye kalktı. Saatin zilini küskün susturdu, tam o sırada yirmi küsur senedir yanında uyuyan arkadaşı elini uzattı, gözlerini açmadan, belki uyanmadan. Avcunun açıp hasretle öptü. Ölümün ayrılık olduğuna ağladı.

Haberin Devamı

İlk defa korktuyu hissetti göğsünde bir yanma gibi. Hayır, ölümün kendinden değil. Öncesinden. Sürünmekten korkuyordu. Ne bileyim, kateterden, burnundan midesine inen plastik borudan, bitmeyen emarlardan, gitgellerden, iğnelerden... Sonra asıl üzmekten. Evet, sevdiklerini üzmekten korkuyordu asıl. Yoksa ölüm kolay, efendi gibi ölebilsen. Ölümden değil, bırakmaktan. Ayrılıktan, ayrılıktan...

Sıcak yorganına sarılıp döndü. Ve ilk defa “onu” hissetti. İçindeki o haini. Ciğerine saklanan sinsi ölümü. Bıçak yarası gibi değil, belli belirsiz. “Doktor kurcaladı da ondandır, canımı acıttılar” diye bahane aradı, biraz rahat etti. Hayır, şimdiye kadar onu, orada hiç böyle hissetmemişti. Belki de pusuydu, apansız basmak için sinmişti orada. Geç olsun ki...

*

Kimseye bir şey dememişti. Röntgencinin “Ciğerinizdeki şu leke için mi geldiniz?” diye ağzından kaçırdığını, sonra “Doktor bey, ciğerimde bir şey mi gördünüz?” lafına kem küm ettiğini, sonra işini bitirip, sorulara muhatap olmamak için arkasına bile bakmadan kaçtığını...

Yok canım, belki de yanlış anlamıştır adamın lafını. Zaten ciğerdeki her leke habis olacak değil ya...

Ama ilk defa “Ama ya, eğer...” diye geçirdi aklından.

Demek ki sıra gelmişti işte... Piyango bu sefer ona vurmuştu...

İlk defa, o gece ölümü bu kadar yakınında hissederek girmişti yatağa, bütün gece ölmeyi düşündü.

Babane’sini hatırladı. Babanesinin yatağının dibine, yer yatağında uyuduğu geceleri. Toz pembe çiçekli geceliği, kahverengi örgü yeleği, ayaklarında örgü çoraplarla yatağa giren, yüzünü duvara dönüp, uykuya geçmeden önce duasını yapan babane’sini hatırladı. Her işittiğinde kanını donduran o Türkçe duayı sonra. O kadar korkardı ki babane’sinin uykusunda ölüvermesinden, gece uzanıp uzanıp bakardı, nefes alıyor mu diye.

Dua ederdi babane’si uykuya geçmeden önce...

Yattım sağıma, döndüm soluma
Melekler şahit olsun dinime imanıma
Yattım Allah kaldır beni, imanıma daldır beni
Vaktim saatim gelince, iman ile gönder beni

Haberin Devamı

Uyumadan önce her gece, ölümü hatırlatırdı bu dua ona.

Haberin Devamı

Belki kırk, belki kırkbeş sene sonra hatırladı, unuttu zannettiği bu sözleri.

Belki kırk, belki kırkbeş sene sonra ilk defa, dua etti uykuyu denemeden önce.

İlk defa ölümü düşündü.

Ölümü değil, sevdiklerini düşündü.

Yanında uyuyan güzelliğe baktı. Suçlu hissetti birden kendini. Vazifesini yapmamışlığın, sevdiklerine ölerek kazık atacak olmanın...

Ölümün vakitsizliğine, apansızlığına değil, hiçliğe hiç değil, sevdiklerine ihanet oluşuna isyan etti.

Karısı, çocukları... Atlatırlardı elbet bu darbeyi. Ama ya yaşlı anası, ihtiyar babası?

Asıl çoluğu çocuğu ne olacaktı ardından? Başlarını sokacak bir evceğizlari vardı çok şükür, açıkta değillerdi, ama ne yer, ne içerler, çocukların okul taksidi, kadını bu güne kadar bir işe girip çalışmamıştı ki, bu saatten sonra... Çalışır tabii de, bir yerde tezgahtar mı olur artık, sekreterlik mi yapar, kaç para verirler? Bir terbiyesizliğe maruz kalır mı? Oğlanın bir iki senesi var da, kız daha liseye yeni geçti...

İlk defa böyle küfretti kendi kendine, kendine...

Para kazanmayı becerememiş olmasına. Bu yaşa kadar kenara üç kuruş koyamayışına. Önce parayı düşünmemişliğine. “Yarın çalışamaz hale gelirsem, hatta ölür kalırsam, ne yapar çoluğum çocuğum” diye aklından geçirmemişliğine... Geçirdi ya sık sık, yapılması gerekeni yapamayışına...

Birden ölmek daha iyi geldi ona. “Bari çocuklara hastane masrafı çıkarmasam. Şimdi bir ilaç bir milyar, yoğun bakımın gecesi şu kadar...”

Haberin Devamı

”Acaba, diye geçirdi aklından, mücadale etmek istemiyorum, tedavi istemiyorum, bırakın bir an önce masrafsız, gitgelsiz, hastanesiz, bir an önce bitsin bu iş, dese, korlar mı? Doktorlar belki karışmaz da, karısı, kardeşi, çocukları, bırakmazlar ki yakasını...”

*

Bir imamın mezar duasında söyledikleri geldi birden kulağına. Sualci melekler mi demişti, sorgucu melekler mi, bilemedi. Şakakları zonkladı. Ölünün, kabristandaki ilk gecesinde melekler gelirmiş yanına, ruhunu götürmek üzere. Sorgularlarmış onu. Günahının sevabının ilk hesabını o gece verirmiş. İlk ifadesini...

Sorgucu, evet sorgucu...

Şuuruydu bu gece onun sorgucu, kendisiydi, vicdanıydı.

Günahını, sevabını sorgulamadı o gece.

Haberin Devamı

Ölümü düşündü.

Dünyalar güzeli karısını, uğruna memleketini, anasını, babasını, kardeşlerini, evini yurdunu bırakan karısını. Çocuklarını. Hayatın ona verdiği en güzel şeyi... Sonra gün gelecek bana kalacaklar diye düşündüğü halalarını. Allah gecinden versin, anasından babasından geriye kalacak olanı...

Tanrım, diye ağlamaya başladı birden, niye ben işin para kısmını hiç düşünmedim ki bugüne kadar?

İşimi iyi yapayım, diye uğraştım. Haysiyetimi korudum, fiyakamı kolladım. “Para herşey demek değildir hayatta” diye avuttum bir yarım yüzyıl kendimi.

Sorguladı bütün gece boyunca kendini. Sevdiklerine karşı hatalarını, eksiklerini, kendinden fedakarlık etmemek için yapması gerekirken yapmadıklarını...

Sanki gün, o günmüş gibi kalktı yataktan.

Haberin Devamı

“Yakında öleceğini bilen, ama bir şey olmamış gibi davranıp sevdiklerine belli etmeyen fedakar baba”yı oynadığını hissedip utandı kendinden kahvaltıda.

Raporlarını alıp doktora gidecekti o günün akşamı.

Evden çıkarken, bu defa pazarlığı denedi.

“Allah’ım, dedi içinden, eğer bana biraz daha zaman verirsen, söz veriyorum, çoluğumun çocuğumun geleceğini garanti altına almak için, parayı düşüneceğim bundan sonra...”

... derken dedikleri bir tuhaf geldi ona.

Eskiden - yahut filmlerde, romanlarda böyle anlatırlar ya insana - öleceğini öğrenen insan, kendini dine verir, öteki dünyaya hazırlıktır tek derdi artık. Para, pul, mal... gözü görmez olur.

Bakar mısınız dünya ne hale geldi?

Ölüm korkusunun, ahiret telaşının yerini geçim derdi aldı resmen...

“Allah’ım bundan sonra dürüst, namuslu, iyi bir insan olacağım” diyeceğine, “Allah’ın, bana bir fırsat daha var, bir yolunu bulup (!) üç kuruş para koyayım kenara” diye dua edecek utanmasa...

*

Bu yazının altına eklenmiş, bir de not vardı:

Serdar Bey, merhaba

Benim adım, E.K., yukarıdaki hikayenin kahramanı, tahmin ettiğiniz gibi benim, kendim. Aslında boşuna telaşa kapılmışım öyle, ciğerimdeki leke korkulacak bir şey çıkmadı, şükür, ama sorgucu fena sıkıştırdı beni o gece. Ve yeminim yemin, artık “biraz da” yani “gereği kadar” parayı düşüneceğim, söz. Kendim için değil, namerdim, karım için, çocuklarım için. Onları garantiye almak için. Belki de kendim için aslında. Bir daha, sorgucu yanı başıma dikildiğinde, azla yetindiğim, namusumla yaşadığım, para için değil, işimi iyi yapmak için, takdir edilmek, sevilmek, sayılmak için çalıştığım için... Bir daha, o sorgudaki gibi “Keşke!..” dememek için...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!