Güncelleme Tarihi:
Genç oyuncu ilerleyen yıllarda yapacağı doğru seçimler, iyi filmler ve git gide yükselen oyunculuğuyla popüler kültürün vazgeçilmeyenlerinden biri olacaktı... Fransız sinema dergisi Studio’nun yaptığı araştırmada Fransız sinemasının en sevilen kadın oyuncusu seçilen Sophie Marceau’nun bu sonbahar Paris’te tiyatro sahnesine çıkacağının haberinin duyulmasıyla oyunun biletlerinin tükenmesi bir oldu...
Ülkesinin en büyük oyuncularından biri olmasına ve 18 yıldır tiyatro sahnelerinden uzak kalmasına rağmen Sophie’nin seçimleri oldukça farklı oldu. Ingmar Bergman’ın beğenmeyip çöpe attığı bir metnin tiyatro uyarlamasıyla sahneye çıkmaya karar vermesi önceleri hayranlarını şaşırttı... Daha sonra Marceau her akşam binlerce seyirciyle buluşabileceği onca salon varken Rond Point Tiyatrosu’ndaki küçük, samimi bir salonda sınırlı seyircinin karşısına çıkmaya karar vererek hayranlarına bu kez sanatın kendisi için popülerlikten daha önemli olduğunu gösterdi...
18 YIL BOŞUNA BEKLEMEMİŞ
Kadın ruhundan anlayan İsveçli İngmar Bergman’ın ‘Une Histoire d’Ame’nı izlerken Bergman’ın oyunu sanki özellikle Fransız oyuncu için yeni yazdığı hissine kapılıyoruz. Fransa’nın popüler sinemasında var olduğu için her çevrede ciddiye alınmayan ama en zor eleştirmenlerin büyük bir oyuncu olduğunu yazdıkları Sophie Marceau önce çıplak ayaklarla tül perdelerin arkasından süzülerek sahneye çıkıyor. Karşımızda Sophie değil, Viktoria var. Bergman’ın kaleminden çıkan Viktoria ciddi, deli, gerçek ve hayaller aleminde...
Bir saat on beş dakika süren monologda karşımıza çıkan 43 yaşındaki kadın acı içinde olduğu kadar hayatla savaşan ama bir o kadar da gerçekleştiremediği rüyaların altında ezilen bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Viktoria yüksek sesle kendi kendine konuşurken hayatının bilançosunu yapıyor ve mutluluklarını, hayal kırıklıklarını, çocukluk anılarını, büyük bir yıldız olma hayallerini paylaşıyor bizlerle. Sophie Marceau’nun da dile getirdiği gibi, sahnedeki kadın oyuncu olup da hayatında hiç profesyonel olarak oyunculuk yapmamış bir kadın mı, yoksa hayatını oynayarak geçirmiş bir kadın mı, bilemiyoruz.
Sophie Marceau’nun ‘So Many Stars’ şarkısını da seslendirdiği bu duygusal oyunda Marceau’nun sesini yükseltmeden sağladığı otoritesi, doğallığı, inandırıcılığı ve karakterin çektiği acıyı bizlere hiç abartmadan sunabilmesi 18 yıllık bekleyişin boşuna olmadığını kanıtlıyor...
Kurtlarla koşan piyanist
1969 Aix-en-Provence doğumlu Helene Grimaud ülkesinin en iyi piyanistlerinden biri olduğu gibi farklılıklarıyla da öne çıkan bir sanatçı. Vladimir Ashkenazy, Pierre Boulez, Esa-Pekka Salonen gibi yönetmenlerle çalışan Fransız piyanistin 16 yıldır beraber çalıştığı orkestra yönetmeni ise 72 yaşındaki İtalyan maestro Claudio Abbado. Bu yaz yolları ayrılan ikilinin ayrılık sebebine gelince... Ayrılık sebebi sadece bir kadenz (bir solo kısmın sonunda sesin gösterişli bir şekilde yükselmesi)...
Geçtiğimiz günlerde ilk Mozart albümünü çıkaran Fransız piyanist albümü için Mozart’ın 23 numaralı konçertosunda Mozart’ın yazdığı kadenz yerine Ferrucio Busoni’nin kadenzini çalmak istemesi üzerine Abbado bu birlikteliğe bir son verdiği gibi Grimaud’yla Londra ve Lucerne’de vereceği koserleri de iptal ettirmiş. Başarılı ve maceracı bir piyanist olarak tanınan Grimaud albümünde Mozart yerine Busoni’nin kadenzini kullanarak bir anlamda ‘yönetilemeyeceğini’ de göstermiş oldu. Grimaud bugün albümünün kitapçığında yayınlanan röportajında seçtiği Busoni kadenzini efsanevi Vladimir Horowitz’in albümünde dinleyip sevdiğini söyleyerek Abbado’ya dolaylı yoldan cevap veriyor...
21 yaşında Amerika’da kurtlarla tanışan ve o günden beri kurtları korumak ve onları eğitmek için çaba gösteren Grimaud klasik müzikte normları zorlayan maceracı bir piyanist olarak tanınıyor. Konserlerinde zamanın durduğu ve notların arasında birşeylerin yaşandığı anlarda mutlu olduğunu söyleyen piyanist bu ilk Mozart albümünde 19 ve 23 numaralı Piyano Konçertolarına yer veriyor. Adı dünyanın en iyi piyanistleriyle anılan Helene Grimaud’nun Mozart albümü yine Deutsche Grammophon etiketiyle çıktı ve sanatçıya Mozart’ın ‘Ch’io Mi Scordi di Te? - Non Temer, Amato Bene’ aryasında Alman soprano Mojca Erdmann eşlik ediyor.
Hugo
1931 yılı. Paris’te bir tren istasyonunu gözünüzde canlandırın. Babasını (Jude Law’u) kaybeden 12 yaşındaki Hugo (Asa Butterfield) istasyonda yaşıyor ve tek başına saatleri kuruyor. Boş kalan vakitlerinde babasından miras kalan ilkel bir robotun sırrını çözmeye çalışan Hugo’yu hergün kovalayan istasyon polisi rolünde Sacha Baron Cohen ve yine Hugo’nun peşini bırakmayan, aksi oyuncakçı rolünde de Ben Kingsley’i düşünün. Sinema tutkunu bu öksüz çocuk bir gün kendisi gibi öksüz olan bir başka çocukla, (Chloe Grace Moretz’le) arkadaş olacak ve bu iki çocuk birlikte sinema, kitap, saat sevgisini paylaşacaklar...
Brian Seznick’in çocuklar için yazdığı ‘Hugo Cabret’yi beyazperdeye uyarlayan Martin Scorcese’in yeni filmi bu çarşamba günü Amerika’da gösterime girdi. İlk 3-D filmini çeken Scorcese, ‘Hugo’yu ekim ayında ilk kez New York Film Festivali’nde gösterdiği zaman seyirciler tarafından dakikalarca ayakta alkışlanmıştı. Bugün ‘Hugo’yu izleyince bu uzun alkışın bir ustaya saygıdan çok filmin başarısıyla doğru orantılı olduğunu düşündüm.
100 milyon doları geçen bütçesiyle ‘Hugo’ 3-D teknolojisiyle çekilmiş bir aile filmi olmasının yanı sıra oldukça ciddi, doğru mesajlar veren, başarılı oyuncularıyla parlayan ve olağanüstü güzellikteki bir başyapıt. Filmin açılış sahnesinde Paris tren istasyonu gördüğümüz an, Lumieres Kardeşler’in ‘Arrival of a Train at La Ciotat’ filmini izleyen insanların trenlerin kendilerini ezebileceğinin düşündükleri an ve çetrefilli karabasan sahneleri öne çıkıyor.
Fransız sinemasının ilk yönetmenlerinden Georges Melies’i (1861-1938) canlandıran Ben Kingsley ise uzun zamandır oynadığı en duygusal rolle karşımızda. 4 numaranın arkasında izlediğimiz genç adama gelince.... Asa Butterfield’in canlandırdığı Hugo, insanlara ve hayata tren istasyonundaki saatin 4 numaralı rakamından bakıyor. Bugün 14 yaşında olan İngiliz oyuncunun performansı bu yıl sinemada izlediğimiz birçok iddialı, yetişkin oyuncunun performansdan daha etkili, daha doğru, daha iyi. Oscarlar küçük kız oyunculara gösterdiği ilginin aynısını küçük erkek oyunculara da gösterselerdi, eminim bugün bir Oscar adaylığından bahsediyor olurduk...
6 Kasım’da ‘Hugo’nun Los Angeles’daki ilk gösterimine katılan ‘Avatar’ın yönetmeni James Cameron filmi seyrederken çok duygulandığını itiraf etti. Marty’nin 3D’yi ticari bir araç olarak kullanmak yerine 3D teknolojisini duyguyla, renkle, kamera hareketi ve oyunculukla doyurduğunu söyleyen Cameron, bugüne kadar gördüğü en iyi 3D görüntülerinin ‘Hugo’da olduğunu söyledi. Martin Scorsese’nin sinemaya bir aşk mektubu olarak nitelendirebileceğimiz ‘Hugo’su 2011 yılının en iyi filmlerinden biri.