Güncelleme Tarihi:
John Gregory Dunne hayata veda ederken arkasında kızı Quintana’yla hayatın neredeyse her anını birlikte geçirdiği eşi Joan’u bırakıp gitmişti. Yıl 2003. Tek başına kalan kadın, genç yaşlarından itibaren Amerika’da çok büyük bir gazeteci/yazar olan Joan Didion’dan başkası değildi.
Jun hayatı, büyük bir aşkla bağlı olduğu kocasını beklenmedik bir anda kaybetmesiyle altüst oldu. Hiç olmazsa kızı Quintana var, Joan Didion mutlaka ondan kuvvet almıştır, bu acıyı atlatmasında kızının büyük yardımı olmuştur, diye de düşünebilirsiniz. Oysa John Dunne aniden öldüğü zaman, çiftin tek çocuğu olan Quintana haftalardır hastanede komada yatıyordu.
YAS VE ÖLÜM
Joan, 4 Ekim 2004’te masasına oturacak gücü buluyor ve yazmaya başlıyor. 31 Aralık 2004 tarihinde son noktayı koyduğu kitabını kocasının ölümünden tam 1 yıl 1 gün sonra bitirdiğini fark ediyor. Sadece Amerika’da bir milyonun üzerinde satacak, bir klasik olarak ilan edilecek ve Amerikan Ulusal Kitap ödülünü kazanacak olan kitabın adı ‘The Year of Magical Thinking’.
2005 Ağustos’unda Joan Didion’ın ‘The Year of Magical Thinking’ (Sihirli Düşünmenin Yılı) kitabı Amerika’da piyasaya sürüldüğü ilk günlerde ise Joan Didion kızını kaybediyor. Takvimler 26 Ağustos 2005’i gösteriyor...
Yası ve ölümü anlatan Joan Didion’ın ‘The Year of Magical Thinking’ kitabı bugüne kadar okuduğum, türünün en iyi örneklerinden biri. 2006 yılında yazarın yakın dostlarından Vanessa Redgrave kitaptan çok etkilendiğini ve Joan’un kitabını tiyatro sahnesine uyarlamayı düşünüp düşünmediğini soruyor. 29 Mart 2007 akşamı David Hare’in yönettiği ‘The Year of Magical Thinking’le Vanessa Redgrave Broadway’de sahneye çıkmaya başlıyor...
Theatre de l’Atelier’de Thierry Klifa’nın yönettiği ‘L’Annee de la Pensee Magique’te sahnede Avrupa’nın en romantik oyuncularından biri, Fanny Ardant var. Ünlü oyuncunun ağzından çıkan ilk cümleler şunlar:
“Her şey 30 Aralık 2003’te oldu. Uzun zaman gibi gelebilir, ama sizin başınıza geldiği zaman öyle düşünmeyeceksiniz. Evet sizin de başınıza gelecek. Detaylar aynı olmayacak, ama sizin de başınıza gelecek. Bunu söylemeye geldim buraya...”
Baştan çıkartıcı, romantik Fanny Ardant işte bu ilk kelimeleriyle seyircisini günümüzde halen tabu olarak görülen bir konunun içine çekiyor. Konu ölüm. Bilim ve sanat dallarında ne kadar ilerlersek ilerleyelim insanoğlu duygular ve hayatın kırılganlığı sözkonusu olduğu zaman tek bir adım bile ileri gidemiyor. Yazılan o kadar kitap, çekilen o kadar film, yapılan o kadar müzik boşuna mı? Joan Didion bu eserinde altüst olan hayatına devam edebilmek için çabalıyor. Kolay bir yere götürmüyor bizleri; hastane odalarında, ölüm koridorlarındayız...
Hayatın her noktasını analiz etmeye alışmış bir gazeteci/yazar anılarıyla başa çıkmaya çalışıyor bu oyunda. Joan kaybettiği eşinin t-shirtlerini, kasketlerini, her şeyini atabiliyor ama ayakkabıları vermeye gönlü el vermiyor. Ayakkabılar verilemez, çünkü o gelecek. O geri gelecek. Eğer ayakkabılarını saklarsam o geri gelir... Düşünce bu. Peki gerçeklerle savaşmanın tek yolu gerçeği yeniden yazmaktan mı geçiyor?
SİZCE BEN DELİ MİYİM
Truffaut, Gavras, Lelouch, Deville, Angelo, Scola, Schloendorff, Berri, Pollack, Antonioni, Wenders, Zeffirelli, Ozon, Sorrentino ve Polanski gibi yönetmenlerle çalışmış olan Fanny Ardant bir komedi filmiyle 1996 yılında En İyi Kadın Oyuncu Cesar’ını kazanmıştı... Onca filmini izlememe rağmen Fanny Ardant’ın Theatre de l’Atelier’de 30 Aralık gecesine kadar sahneye çıkacağı bu oyunda hayatının performansını sergilediğini düşünüyorum. Seyircilere ‘Benim deli olduğumu mu düşünüyorsunuz?’ diye sorduğu anda Fanny Ardant’ın gözlerine dikkatle bakmak bile bu farkı görmek için yeterli olacaktır...
Birkaç hafta önce başarılarından bahsettiğim müzisyen Alex Beaupain oyunun müziğini yazdığı gibi T.S. Eliot’ın bir şiirine müzik de yazmış. Sahne dekoru olabildiğince sade, basit ve bir o kadar da işlevsel. Sahnede ışığının kullanımı da ustaca... Günümüzde ölümü görmezden geldiğimiz için ve ölümden hiç bahsetmediğimiz için seyrettiğimiz oyun ve okuduğumuz kitap biraz daha dokunaklı, biraz daha kuvvetli, biraz daha önemli...
Fanny Ardant bu oyunda zoru başarıyor ve bizleri ölümün kıyısına götürüyor. Perde indikten sonra seyircilerin yoğun alkışları karşısında şaşıran ve çok mutlu olan Fanny Ardant’ın 2012’de Moliere ödülünü almaması için hiç bir sebep yok. Ardant tiyatro sahnesinde en zor işi başarıyor çünkü... Bütün bu izlediklerimizden, Joan Didion’ın çektiği bütün acılardan sonra hayatın yaşamaya değer olup olmadığı sorusuna ‘Evet, her şeye rağmen hayat yaşamaya değer’ diyoruz... En kıymetli ışıklar sönse bile...
CESARIA’NIN MİRASI
Kendi deyimiyle ‘aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla’ parıltılı ayakkabılar yerine sahneye çıplak ayakla çıkan Cesaria Evora’yı 17 Aralık Cumartesi günü, 70 yaşında kaybettiğimizi öğrendik. 2009 Ocak’ta İstanbul’da sevenlerinin gönlünü alan Cesaria Evora’nın o unutulmaz konseri ve geride bıraktığı albümlerinden başka geride ne kaldı?
Cape Verde’nin sesini duyurabilecek, hikayelerini anlatabilecek yeni sanatçılar var mı peki diye soracak olursanız iki isim akla geliyor. İki yıldır kasım ayının son günlerinde (30 Kasım 2010 - İş Sanat), (28 Kasım 2011 - Cemal Reşit Rey) İstanbullulara müzik ziyafeti çeken 1985 doğumlu genç, başarılı yorumcu Mayra Andrade’yle başlayalım söze.
Mayra Andrade konser sahnesindeki başarısıyla konuşulduğu gibi farklı dil ve kültürlerden verdiği örneklerle de farklı bir çizgi çiziyor. Mayra, 17 Aralık’ta Cape Verde’den Facebook’taki sayfasına gördüğünüz resmi koydu ve Cesaria Evora’nın yokluğunu daha şimdiden hissettiğini yazıp ‘Sodade, Sodade, Sodade’ dedi...
1973 doğumlu Manuel Lopes Andrade de Cape Verde’nin yükselen müzisyenlerinden biri. Manuel’in müzik dünyasındaki adı Tcheka. Cesaria Evora’nın 2007’de Amerika turnesine çıkarken yanında getirdiği misafir sanatçı Tcheka’ydı. Cesaria Evora 2010 yılında Çin’e konser vermek için davet edildiğinde ise sahneye Mayra Andrade ve Tcheka’yla birlikte çıktı...
Vokallerinde sadece saniyeler içinde melankoliden sevince geçebilen ve içli yorumuyla dikkatleri çeken Tcheka ülkesinden sonra şimdi de yavaş yavaş Avrupa ve Afrika ülkelerinde dinlenmeye başlıyor.
Geçen günlerde çıkan dördüncü albümü ‘Dor de Mar’da Tcheka balıkçıların tehlikeli yaşamından, annesiyle babasını tanımamış çocuklara, hayatın ayırdığı en iyi arkadaşlardan cehalete, çevre sorunlarından suç, kirli para ve şiddetin yönlendirdiği toplumlara kadar birçok konuya değiniyor. Sıcak müziği, içli sesi ve kuvvetli yorumuyla Türk müzikseverlerinin benimseyeceğini düşündüğüm ‘Dor de Mar’ albümünde en çok dinlediğim ‘Storia Estrada’da Tcheka çok çalışan ama patronunun cinsel tacizlerine karşı koyduğu için işini kaybeden bir kadının hikâyesini anlatıyor...