Son Hititli Necip Usta

Güncelleme Tarihi:

Son Hititli Necip Usta
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 13, 2002 01:53

Hititleri yaşatan Türkiye'nin tek terrakotta, yani sırsız seramik ustası Necip Savcı, mesleğinin sırlarını Hürriyet'e anlattı.

Denizli'nin Tavas ilçesinin Medet Köyü'nde yaşıyor Türkiye'nin tek ‘‘terrakotta’’, yani sırsız seramik ustası Necip Savcı. Kırık camlarını naylonla kapattığı derme çatma köy evinde Hititler'i yaşatıyor Son Hititli. Necip ustanın kafasından şapkası, dudağından ‘‘Üçüncü’’ sigarası, elinden çay bardağı düşmüyor. Geçiyor kendi yarattığı tornanın başına, basıyor pedalına, dönen hamur onun ellerinde uzuyor, kısalıyor ve sonunda yumurta kabuğu inceliğinde bir çömlek oluveriyor. Ya da bir güvercin, sürahi, vazo, ya da testi... Sonra naylon üstüne serili yerdeki eski kilime oturup eski fırçasıyla desenler çiziyor onların üstüne. Bitenleri eşi Ayşe, oğlu Hasan, kızı Sabahat ve kardeşi Emine çamur deryası bahçedeki ilkel fırına diziyorlar. Sonrasında neler olduğunu merak ediyorsanız, mutlaka kendi gözlerinizle görmeniz gerek. Yolunuzu Tavas'a düşürün, tanışın bu uzun saçlı Son Hititli'yle...


Önceki hayatımda da toprak yoğuruyordum


Son Hititli, bildiğiniz gibi biri değil, ağzından çıkanlara inanamayacaksınız.

- Garip Köyü var 4 kilometre ilerde, esas oralıyız biz. 1949'un birinci ayının birinci günü doğmuşum, Medet Köyü'nde büyüdüm. Fakat daha evvel bu bölgede yaşadığımın bilgileri yazılı hafızımda. Yener ağabey, ben öldüm tekrar dirildim, öldüm tekrar dirildim bu topraklarda. Bundan önceki hayatımda da devamlı toprak sanatı işleriyle uğraştığımı hatırlıyorum, meşhur bir keramikçiydim. Bu antik bölgede bulunan işlenmiş boyalı kap kacağı gördükçe çoğunu kendi yaptığımı hatırlıyorum. İçimdeki bu hisleri kimseye anlatmıyorum, çünkü toplum hemen dışlayabiliyor anlatabildim mi? Sanki dinsizmişim gibi davranıyorlar bana. Ama geçen hayatımda olduğu gibi yakında bütün dünyanın beni tanıyacağını, çok büyük işler yapacağımı biliyorum. Bundan önceki hayatımı, nasıl öldüğümü tek tek iyi biliyorum, hepsini hatırlıyorum. Ölümüme doğru bir yabancı müzik çalıyordu, rahattım. Sonra müzik gittikçe zayıfladı, zayıfladı ve yok oldu. Beni mezara koydular, sonra tren vagonu gibi fosforlu bir çember geldi. Kan rengi gibi kıpkırmızıydı, şeffaftı. O döndükçe içinden değişik resimler geçmeye başladı, hepsi canlıydı. Sonra sevimli bir ailenin arasına girdim, ondan sonra nereye gittiğimi bilmiyorum. Ölürken dinlediğim o kilise müziği bazen radyoda, televizyonda çıkıyor ama, adını bilmiyorum. O müziği ne zaman duysam çok üzülürüm. Geçen hayatımda Hristiyandım, yine bu topraklardaydım.


TARİHİ eserin kaç yıllık olduğunu hemen anlarım


Terrakottaları yaparken hammaddeleri gayet iyi hatırlıyorum. Tarihi bir eser gördüğümde kaç senelik olduğunu hemen söylerim. Diyelim yeni bir para çıkmış, ben adını bile duymamışım, onun ne parası olduğunu bilebilirim. Bu da benim içimden gelen bir şey, daha önceki hayatımdan onları tanıdığım için. Bazı antik eserlerde bazı figürler görüyorum, onu da geçen hayatımda gördüğüm için hemen biliyorum. Bir psikolog benim algılamamın sondan olduğunu söyledi: Mesela siz çayı içip bitiriyorsunuz, ben bittikten sonra tekrar geriye geliyorum. Bir işi bitirdikten sonra başlıyormuşum, deli değilmişim yani.


BEN Türkiye’de TEKİM


Terrakotta ‘‘Sarıdan kızıl kahveye kadar değişik renklerde tuğla ve kiremitten çok daha düzgün, ince dokulu pişmiş toprak’’ olarak tanımlanıyor kitaplarda.

- Terrakotta sırlı seramiğe benzemez, boyası çok zordur, bir de ince olacak. Sırlı seramik yapmak çok kolay, hazır boyayıp veriyorsun fırına. Terrakota öyle değil, boyanın da doğal olması lazım. Kili kille karıştırıp, toprağı toprakla boyuyorsun, çiniden de, porselenden de zor bir olay. Sade, kalın terrakota yapan var ama, benim gibi boyalı resimli ve ipince yapan kimse yok, Türkiye'de ben tekim. Ben yumurta kabuğu inceliğinde eserler yapabiliyorum, başka kimse yapamaz. Terrakotta adını modern olsun diye İtalyanlar vermiş, eskiden keramik derdik.


Taklit etmiyorum hepsi kafamın içinden çıkıyor


Benim yaptıklarımın başka türlüsünü bir Yunanlının yaptığını söylediler. Adam doğal boya değil, çini mürekkebi kullanıyormuş, onun kıymeti yok. Aslolan topraktan madensel boya kullanmak. Boya yapmak içinde kullandığım mineraller her yerde bulunmaz. Killeri göz ölçüsüyle karıştırıyorum, tartı falan yok. Resimleri taklit etmiyorum, hepsi benim kafamdan çıkıyor. Daha önceki hayatımda da bu işi yaptığım için insanların hoşuna gidecek çizgileri biliyorum. Diyelim 500 kap yaptım, hiçbirinin resmi birbirine benzemez, hepsi değişik çıkar. 1994'de İstanbul'a KÜSAV'ın bir sergisi için gittim. Beni Türkiye'deki üniversite hocaları bilmiyor, Avrupa'dan, Amerika'dan hocalar geliyorlar. Bizimkiler buralara bir seyahatleri varsa beş on dakika ugrayıp gidiyorlar, fazla sevindirici bir şey değil yani. Benim gibi sırsız seramik yapmadıkları için belki sevmiyor herhalde. Böyle şey olmaz diyorlar ama, yaptıklarıma da şaşıyorlar. Jale Yılmabaşar beni iyi tanır, çok sever.


Babam imamdı, ama saçı benden uzundu


Çoktan beri saçlarımı uzatırım böyle, arasıra kestiriveririm. Kimse bana karışmaz, başkalarının hoşuna gitmese de ben böyle yapıyorum. Saçım olmadığı zaman kafam yokmuş gibi oluyor. Babam imamdı ama, saçları benimkinden bile uzundu. Yağmur duasına çıktığında mutlaka sel gibi yağmur yağardı. Uzun saç, aslında bilimle, sanatla uğraşanların ayırt edilebilmesi için. Savaşta uzun saçlı kişilere dokunulmayacağı hissi var içimde, eski hayatımdan biliyorum.

* Sanat deyince güzel bir şey anlıyorum yani böyle, o güzelliğin devamlılığı. Sanatçı mükemmel bir şey yapabilen insandır. mesela Barış Manço'nun şarkılarını duyduğum zaman ağlarım.


Işık benim uğurum


Işığın her türü benim için uğurdur, ne kadar ışık yanarsa o kadar sevinç olur içimde. Diyelim şurada iki lamba yanıyor, bunun biri söndüğü zaman benim için kesinlikle uğursuzluktur. Mum yakmak benim için bir uğurdur, onun için çok çok mum yakarım. Bu da eski hayatımdan kalma.


YARIN: EN ÇOK AMERİKALILAR SATIN ALIYOR
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!