Güncelleme Tarihi:
Kimi zaman kaypak, kimi zaman kılıbık, dizideki tabiriyle ‘yaban çakalı’ karakteriyle son zamanların en çok konuşulan ismi Bozkurt… Birçoğumuz, onu izleyicinin nefret ettiği Parmaklıklar Ardında dizisinin hain gardiyanı Ekrem karakteriyle tanıdı.
ODTÜ Fizik bölümünden terk, tiyatro kökenli bir oyuncu olan Bozkurt’un çocukluğu Anadolu’nu çeşitli şehirlerinde geçti. Üniversiteyi bırakıp gittiği Londra’da garsonluktan taksiciliğe kadar pek çok işte çalıştı. Bu kadar insanla iç içe yaşamanın sonucu olacak ki farklı karakterleri gözleme fırsatı buldu. Onun gözlemleri oyunculuk yeteneğiyle de birleşince Bozkurt için başarı kaçınılmaz oldu.
Kavşak filmindeki performansıyla Altın Portakal’da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kucaklayan Bozkurt, son dönemin iddialı yapımları; Vücut, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi, Berlin Kaplanı gibi sinema filmlerinde de rol aldı.
Ekranda ve beyazperde gördüğümüz hain, fesat, ukala ve içten pazarlıklı hallerinin aksine karşımıza kahkahası eksik olmayan doğal ve samimi bir insan çıktı…
“BİR İLAN GÖRDÜM HAYATIM DEĞİŞTİ”
Cengiz Bozkurt kimdir, bize biraz anlatır mısınız?
Memur çocuğu olduğum için klasiktir ama ilkokul, ortaokul çağlarım Anadolu’nun çeşitli yerlerinde geçti. Lise, Ankara Atatürk Lisesi sonra ODTÜ Fizik’e girdim.
Bir gün ODTÜ’de bir ilan gördüm, tiyatro topluluğuna katılmak isteyenler için bir ilandı. Hani ‘bir kitap okudum hayatım değişti’ derler ya, ben de ‘bir ilan gördüm, peşinden gittim hayatım değişti’ diyebilirim.
1984–1990 yılları arasında hayatımın en güzel yıllarını o kampüste geçirdim. Belki de oradan aldığım cesaretle gittim İngiltere’ye.
Okulu bırakıp Londra’ya gitmeye nasıl karar verdiniz?
ODTÜ’de tiyatro şenliğini tekrar başlattık, yurtiçi ve yurtdışından gelen birçok tiyatro topluluğunu ağırlıyorduk. O kadar ağır bir yükün altında okula devam etmek mümkün değildi.
İkinci sınıfta fiziği bıraktım. Ve bir anda oyunculuk mesleğim oldu. Artık okuldan atılma aşaması gelince, Ankara dar geldi. Bu iş en iyi nerede yapılır diye düşündüm, İngiltere’ye karar verdim.
“20 YAŞINDA BİR KIZIM VAR”
Türkiye’de de oyunculuk eğitimi alabilirdiniz. Neden Londra?
Çünkü o sıra askerlik sorun olmaya başlamıştı. Okuldan atılacağım için askere gitmek zorunda kalacaktım. Bir an önce hayatıma yön vermem gerekiyordu, aynı zamanlarda da bir İngilizce öğretmeni ile birlikteydim. Ankara’da evlenip bir hafta içinde İngiltere’ye gittik.
Kızımın annesidir. 20 yaşında bir kızım var, o ilk evliliğimdi. 3,5 yıldır da ikinci eşim Hatice ile evliyiz.
İngiltere’de ilk yıllar zorluydu. Taksi şoförlüğünden bulaşıkçılığa, garsonluktan mahkeme tercümanlığına aklınıza gelebilecek her işi yaptım. Son dönemlerde orada faaliyet gösteren bir eğitim kurumu bünyesinde Türkçe tiyatro yapmaya başladık.
‘Türk’ diyip Kıbrıslı ve Kürtleri dışlamak istemiyorum, Türkçe konuşan topluma hizmet vermeye başladık. Türkçe tiyatronun yanı sıra 40 kişilik bir koromuz vardı, konserlere gidip şarkılar söylerdik.
Sonra, İngiltere’de tekrar üniversiteye girdim. Londra Üniversitesi’ne bağlı Goldsmiths Güzel Sanatlar Fakültesi’nde iletişim okudum. Girilmesi zor, ilginç, köklü bir sanat okuluydu. Çok keyifli yıllar geçirdim orada da.
LONDRA’DA TARİH YAZDIK
Okul bittikten sonra neler yaptınız?
Mehmet Ergin’in öncülüğünde 2000 yılında tiyatro kurduk. Türkçe konuşan toplumun yoğun olarak yaşadığı Dosten bölgesinde, iki katlı bir tekstil fabrikasını Arcola Theatre'a dönüştürdük.
Tarih yazdık gibi oldu, Londra’nın en çok konuşulan tiyatrolarındandık. Orada kalan arkadaşlarımız tiyatroyu devam ettiriyor, ben ve Mehmet yüzümüzü Türkiye’ye döndük.
Türkiye’ye neden döndünüz?
Benim Türkiye’ye dönme nedenim babamın rahatsızlığıydı. Babam kansere yakalanmıştı, son yılını birlikte geçirdik. O sırada arkadaşım Mehmet Ergen’e Kenterler Tiyatrosu’ndan bir oyun yönetmesi için teklif gelmişti.
Mehmet, “oyunda sen de oynayacaksın’ diye bana çok ısrar etti. Bir şekilde oyuna girdim. Kenter Tiyatrosu bizi bağrına bastı. Arkasından ben, Kumarbaz’ın Seçimi diye bir oyun çevirdim, yönettim.
Televizyona geçişiniz nasıl oldu?
Akbank Sanat’ta ‘Aşk Delisi’ adlı oyundaki Martin karakteriyle televizyon dünyasının ilgisini çektim. Oyunu izlemeye ayrı ayrı zamanlarda gelen senaristler Mahinur Ergün ve Ayhan Sonyürek, beni çok beğendiklerini ve bundan sonra yapacakları işlerde tavsiye edeceklerini söylediler. Böylece televizyona adım atmış oldum. Kırık Kanatlar, Seni Çok Özledim, Karagümrük Yanıyor, Ezo Gelin, Sevgili Dünürüm, Parmaklıklar Ardında gibi dizilerde rol aldım.
“ERDAL BAKKAL VE ÇIRAKLARI OLARAK CAN BONOMO’YA BAŞARILAR DİLERİZ”
Ve Onur Ünlü’nün yönettiği Leyla ile Mecnun.. Diziye nasıl dahil oldunuz?
Parmaklıklar Ardında dizisi için Sinop’ta çalışırken oyuncu koordinatörümüz Pınar Aktuğ, telefonuyla gittim görüştüm. 3-4 gün için de el sıkıştık. Ben de bakkal rolü, tek mekan dinlenirim biraz diye düşündüm. Ama hiç de öyle olmadı. Dizide sürekli hayallerin içindeyiz; uzaylara mı gitmedik, beyne mi girmedik, uçurumun yanında şarkı söyledik, Eurovision’a katıldık...
Eurovision’da sizce efsane olan Erdal Bakkal ve Çırakları mı, Can Bonomo mu daha başarılı olur?
Eurovision şarkısı ilk önce senaryoda bir türküydü. Eurovision şarkısının çekileceği günden bir gün önce Ali Atay'a (Mecnun), “40 dilde ‘merhaba’ diyen Eurovision şarkıları vardır ya, öyle bir şey yapsak” dedim. O da fikri beğenip Osman Sonant (Yavuz) ile konuştu. Bu arada Şarkımızı besteleyen de Osman Sonant’tır.
Ertesi gün bu beste ile geldi Osman, bir buçuk saat içinde çalıştık, ezberledik ve ortaya böyle bir şey çıktı. Bir anda Twitter’da, Facebook’ta dolaşmaya başladı.
Valla ben Can Bonomo’yu bilmiyordum açıkçası, aday olduktan sonra birkaç televizyon programına katıldı. Sesi farklı, bence başarılı bir tercih olmuş. Can Bonomo’ya başarılar dileriz, Erdal Bakkal ve Çırakları olarak.
“AKBİLLİ OYUNCULARDANIM”
Sosyal medyanın inanılmaz bir etkisi oldu sanırım sizin dizinin üstünde…
Bizim işin sırrı biraz da bu galiba. Sosyal medya aracılığıyla ağızdan ağza, kulaktan kulağa seyircimiz büyüttü bu işi. Biz gülmeyi çok seviyoruz, her şeyin içinde bir mizah olduğunu düşünüyoruz, seyircimiz de öyle galiba. Bu kadar acı ve kötü haberin arasında, insanların yüzüne tebessüm kondurabiliyorsak ne mutlu bize…
Aldığımız geri dönüşler arasında depresyondan çıktığını, antidepresan hap gibi olduğumuzu söyleyenler oldu. “Moralin bozuksa 16. bölümü izle” gibi tweet’ler de bizi çok mutlu ediyor.
Genelde sizi kötü / sinir bozucu karakterlerde gördük. Aslında ben de karşıma huysuz, biri çıkacak diye bekliyordum. Ama gayet sıcakkanlı birisiniz. Sürekli bu tür rollerde oynamanızı neye bağlıyorsunuz?
(Kahkahayı patlatıyor) Bilmiyorum bende mi bir şey var. Bu tür çakal, tilki, kendini uyanık sanan tipleri oynamayı seviyorum. Kötü karakterlerin verimli bir tarafı var, herkes iyi olabilir. Ama iyi olmak renksiz, bir süre sonra sıkıcı olabilir.
Her şeye rağmen izleyici sizi yine de çok seviyor…
Bizim insanımızı çok iyi biliyorum çünkü içlerinde yaşıyorum. Ben ‘Akbilli Oyunculardanım’; otobüse, dolmuşa, vapura biniyorum. İnsanların içinde olduğunuzda neyi beğenip beğenmediğini, neye nasıl tepki gösterdiklerini gözlemleyebiliyorsunuz. Zaten oynadığım karakterlerin benzerlerini kendi çevrelerinde de gördükleri için, çok sıcak ve yakın gelmeye başlıyor.
“KAYBEDEN ERKEKLERİN SESİYİZ”
Onur Ünlü sette doğaçlamalar yapmaya izin veriyor mu? Sanki izlediğimiz her şey senaryoda yok da siz de bir şeyler katıyormuşsunuz gibi hissediyoruz biz Leyla ile Mecnun severler…
Evet, tabiî ki var. Özellikle Mecnun karakterini oynayan Ali Atay’ın, Leyla ile Mecnun dilinin oluşmasında katkısı büyük; hacılar, hafızlar, devrik cümleler bunlar hep onun buluşu.
Serkan Keskin (İsmail Abi) karakteri inanılmaz bir yolculuğa çıkardı. Bu yönetmen, senarist ve oyuncu üçgeninin harmanlayarak ortaya çıkardığı bir ürün…
Seyircimize de bize sahip çıktığı için teşekkür ediyoruz. Kaybeden erkeklerin sesi olduğumuza inanıyoruz. Dizimizin birçok erkeğin kendisinin bile fark edemediği duygusal noktalara götürdüğünü düşünüyoruz. Çünkü erkekler de duygusaldır hem de sapına kadar.
“BEN KENDİME YER AÇARIM BU DİZİDE”
Dizi ilk başladığında sizin çok fazla rolünüz yoktu. Ama daha sonra dizi sürekli Erdal Bakkal’da geçiyormuş gibi oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Diziyi, 18 Aralık 2010’da bakkalda benimle çekmeye başladık. Birinci bölümü çektik, set günüm iki gün sürdü ve Onur’a hayırlı olsun demeye gittim, “İşin bitti mi, bu kadar az mıydı senin” dedi. “Bitti, bu kadarmış” dedim.
“Parmaklıklar Ardında’da böyle olmuştu, sonradan fazlalaşır” dedim. Kendimi övmek gibi olmasın ama güveniyorum kendime oyunculuk açısından, işe de çok güvendim. Senaryoyu alıp okuduğumda çok gülmüştüm, “ben kendime yer açarım burada” demiştim. Erdal Bakkal zincirlerine yürürüz diye de düşünmüştüm… (Kahkahalar havada uçuşuyor)
“SON BÖLÜMÜMÜZ OLACAK GALİBA”
Elektrik faturalarında yer alan ‘TRT payı’ eleştirinize gelelim. Böyle bir sahnenin, senaryoda yer alacağından TRT’nin haberi var mıydı?
Evet, vardı.
Bu TRT’nin yayın anlayışının iyi yönde farklılaştığını gösterir mi sizce?
Valla o kadar iyi bilemiyorum. Ama TRT yönetimi bu konuda birçoklarının beklemeyeceği derecede bir olgunluk gösterdi ve izin verdi. Senaryoyu okumuşlardı, çekildikten sonra da izlediler. Herhangi bir müdahale ile karşılaşmadık.
Biz, biraz çekindik açıkçası. Birkaç kez ben, Onur’a “eceli gelen köpek ne yaparmış biliyor musun…” dedim. Son bölümümüz olacak galiba diye ekledim. Onur da, ben de güldük “artık ne olursa, hayırlısı” dedik.
LEYLA İLE MECNUN'UN 'TRT PAYI' ESPRİSİ / WEB TV
Peki dizide fenomen olan bir cümle var “Çaylar Erdal Bakkal’da içilir”. Gerçek hayatta da güzel çay demler misiniz?
Evde genelde hafta sonları kahvaltı hazırlıyorum, çay da demliyorum. Ama sallama çay olduğu için orada pekiyi bir şey beklememek lazım…
“KOMEDYENLER CİDDİYE ALINMIYOR”
Şimdi dizi bir kenara bırakalım ve sinemaya gelelim. En son henüz vizyona girmeyen Mustafa Nuri’nin Vücut filmde rol aldınız. Oradaki karakterinizden biraz bahseder misiniz?
Vücut benim çok ilginçtir; hiç güldürmeden oynadığım, tek ciddi karakterdir ve ben bu rolle Altın Portakal aldım. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz. Komedyenler ciddiye alınmıyor, bu gerçekten komedyenler için bir yaradır.
Aslında insan güldürmek hayatın en zor işidir. Ama gel gör ki jürilere, bir grup ‘elit’ kesime bunu beğendiremiyorsunuz. Bu sadece bizim ülkemiz için geçerli değil, dünyanın her yerinde komedyenlerin böyle bir makus tarihi var. Onların ödülü halk, beğenilmesi gülmesi…
“TİYATROCULAR ARKALİK YARATIKLAR GİBİ GÖRÜLÜYOR”
Dizi ve film setleri derken bu sezon oldukça yoğunsunuz. Bunun yanında bir de tiyatroya nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Evet, bu yıl pek çok sinema projesinde yer aldım.Celal Tan ve Ailesi’nde yardımcımı oynayan Engin Hepileri, çekimler sırasında ‘Bulanık’ isimli bir tiyatro oyunu için hazırlandıklarını söyledi ve ‘yer almak ister misin’ diye sordu.
İki yıl Sinop’ta kaldığım için tiyatroya ara vermiştim, kabul ettim. Pazartesi ve Salı günleri Tiyatro 02 ile oynuyorduk. Yeni yılla birlikte sadece Pazartesi günleri oynamaya başladık.
Bu yoğunlukta nasıl gidiyor bilmiyorum ama gidiyor işte.
Aslında tiyatroların güç kaybettiği hep söylenir. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda tiyatro; sinema ve televizyona yeniliyor mu?
Sorun burada sadece seyircide değil, tiyatro camiasında büyük kabahat var. Türkiye’de oyun yazarı çıkmıyor, yazar çıkmayınca da dışarıda akan hayatla sahne arasındaki yarık bir türlü kapanmıyor. 40 yıl önce çevrilmiş oyunlar, roman ve şiir uyarlamalarıyla idare edilen bir sistem var. Bu da seyircinin, tiyatrocuları arkaik yaratıklar gibi görmesine neden oluyor.