Yeşim ÇOBANKENT
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2010 00:00
Yazıya çıkan, afişleme yapan gençler siyasiydi genellikle. Sokak sanatı (street art) icra edenler sayesindeyse sanat demokratikleşti, ‘halka’ indi. Ressam Merve Morkoç (24) işte böyle ‘yüksek sesli resim’ yapanlardan. Bazı resimleri karanlık sokaklarda görülmeyi bekliyor. Bazıları da ışıklı lüks galerilerde sergileniyor. Ama sokağı hiçbir yere değişmiyor: “Sokak, herkese sonuna kadar açık galeri demek. Hatta daha da güzeli: Kokteyl yok, güvenlik görevlisi yok, eleştirmen yok...” Genç bir kadının sokak sanatçısı olarak portresi. Kendi ağzından...
Annem-babam modelist. Tek çocuğum. Evde sürekli rulo rulo kağıtlar ve boyalar olduğu için kendimi bildim bileli bir şeyler çizerim ben. Zaten bizim sülalede çizim yeteneği olmayan çok azdır; teyzeler, kuzenler... Herkes yeteneklidir. Ama sanatı yaşam tarzı olarak ilk seçen benim. Mimar Sinan Üniversitesi’nde grafik son sınıf öğrencisiyim. Resim yapacağımı bile bile özellikle grafik okudum çünkü kendimi disipline etmek istiyordum. Zaten benim resmimime bir illüstrasyon tadı hakimdir. ‘Pop-sürreel’ diyebileceğim bir tarzda resimler yapıyor, hayali kahramanlar yaratıyorum. Başka ressamların işleri illüstrasyona benzetildiğinde hakaret olarak görürler, ben gurur duyuyorum.
Yakın zamana kadar Beylikdüzü’nde oturuyordum. Fındıklı’daki okula giderken günümün yarısı yollarda geçiyordu. Soğukta, yağmurda 45 dakika beklediğim oluyordu. İlk kez otobüs durağında resim yaptım. Zaten yanımda her zaman markör kalemim olur. Beylikdüzü’nün her yeri çirkin çirkin inşaatlar ve beton duvarlarla dolu. Bundan çok rahatsız oluyordum. Bunları dikerken hangi birimizin fikrini alıyorlar ki?
BOŞ BİR DUVAR BANA BATIYOR Böyle düşüne düşüne 4-5 yıl önce sokağa çıktım. Duvarlara resim yapmaya başladım. İlk yıl yalnız çıktım, şimdi ‘Aktif Kolektif’ adlı bir grupla beraberim. İşlevsiz ve boş bir duvar görünce dayanamıyor ve müdahale ediyorum. Bence hepimizde olan bir içgüdü bu; diğerleri niye tepki göstermiyor, merak ediyorum doğrusu. O duvarla yaşamak zorunda mısın, niye itiraz etmiyorsun? Duvarları boyamak yaşadığın şehir üstünde söz sahibi olmak ve iz bırakmak bence. Hiçbir şey yapamıyorsan sevgilinin adını yaz bari... Bazen öyle duvarlar ve sokaklar görüyorum ki, resmen beni çağırıyorlar. Beyoğlu’nda o kadar güzel kapılar var ki, bayağı resim çerçevesi gibi. İçini doldurmak istiyorum.
Benim resimlerimin ince işi ve detayı çok olduğu için genellikle evde hazırlıyorum. Sonra özel tutkallarla sticker gibi duvarlara yapıştırıyorum. Bu posterlerin boyu bazen 1-2 metreyi buluyor. Zaman zaman sprey boyayla doğrudan duvarı boyadığım da oluyor tabii. Sprey boyaya bayılıyorum, fırçayla boyayı buluşturan harika bir malzeme. Kullanmak belli bir el becerisi ister ama bana kolay geliyor.
İsteyen kafasına göre iğrenç tabelalar dikebiliyor ve nargile kafeler açabiliyorsa ben de sokakları boyayabilmeliyim. Sokağa resim yapma hakkımı sonuna kadar kullanıyorum. Yüksek sesli bir resim yapıyorum. Resimlerimi şıkır şıkır galerilerde sadece belli bir sınıfa göstermek yerine, sokakta sergilemek müthiş bir haz veriyor. Meditasyon yerine de geçiyor. Onları yavru kedi gibi sokağın merhametine bırakıyorum. Kendi hayatlarını ve kaderlerini yaşamalarına izin vermek beni çok heyecanlandırıyor.
TEYZE FAKTÖRÜ DİYE BİR ŞEY Resimlerime bıyık yapılmasını, üstüne yazı yazılmasını ya da yırtılmasını kesinlikle saygısızlık olarak görmüyorum. Ne isterlerse yapsınlar, istiyorlarsa nefret etsinler... Yeter ki onunla bir ilişki kursunlar. Asıl tabela muamelesi yapıp hiç tepki göstermediklerinde üzülüyorum. Ama en çok belediyeye gıcık oluyorum. Resimleri söküyor ya da üstünü kaplıyorlar. Bir keresinde gecenin üçünden altıya kadar Bakırköy’de boyanmadık ve afiş yapıştırılmadık bina bırakmadık. Sabah dokuzda hepsini sökmüş ve üstünü kapatmışlardı. Hangi arada yaptıklarına inanamadım.
Bir de ‘teyze faktörü’ dediğimiz bir durum var. Teyzeler üstlerine vazifeymiş gibi “Senin ne işin var bu saatte sokakta” diye hesap sorabiliyor. İçimdem “sana ne” demek gelse de, genellikle pek muhatap olmuyorum. Artık tek başıma çıkmıyorum, yanımda mutlaka bir-iki kişi oluyor. Erkek arkadaşım fotoğrafçı, bazen fotoğraflarımı çekiyor. Sokakta sanat yapan bir avuç insan olduğumuz için birbirimizi tanıyoruz. Herkesin bir takma adı var, benimkini kendim uydurdum: Lakormis.
Aramızda başka kadın yok ama bu işi yıllardır yapan çok saygı duyduğum bir kadın ressam var. Sokak adı ‘Oy Dağlar’. Hep pantolon giyiyorum ve kapüşon takıyorum, ufak tefek olduğum için oğlan çocuğu gibi görünüyorum. Ailem yaptıklarıma pek karışmıyor ama annem 50’li yaşlarda bir Türk annesi olarak hafiften endişeleniyor tabii.
SİYASİ OLMADIĞIMIZI ANLAYINCA RAHAT BİR NEFES ALIYORLAR Gece sokağa çıkmaktan korkmuyorum, soğuktan filan da hiç yılmıyorum ve tehlikeli bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Tabii ki illegal olduğunu biliyorum: ‘Kamu malına zarar vermek’... Cezasının ne olduğunu merak edip araştırmadım hiç. Türkiye’de birileri gece sokağa çıkıp yazı yazıyorsa ya da afiş yapıştırıyorsa hemen siyasi olduğu düşünülüyor. Olmadığımızı görünce de rahatlıyorlar. Bir gece tam dört ekip otosunu atlattım ama en sonunda sivil bir ekibe yakalandım. Polisler de genç, kendilerine eğlence arıyor. Kadın olduğumu görünce iyice damarıma bastılar. Neyse ki sadece üst araması yapıp, kimliğimi ve GBT’imi (Genel Bilgi Taraması) kontrol edip salıverdiler.
Acemi arkadaşlar polisten kaçıyor, hatta bu şekilde pataklananlar bile oldu. Öyle yapınca bir kabahat işlediğini sanıyorlar. Sakin bir sesle ne yaptığınızı anlatmak en iyisi. Ben kaçmam, zaten doğru dürüst koşamıyorum. Ama adrenalini sevdiğimi de inkar edemem. MOBESE kameralarından kaçmamız mümkün değil ama banka kameralarının filan kör noktalarını tespit ediyoruz. Kendimizi körü körüne aptalca yakalatmanın da bir alemi yok...
SOKAK SERSERİSİ DEĞİLİZ
Polisler bizi sokaklarda yaşayan serserilerle bir tutuyor. Ne yapmaya çalıştığımızı anlamıyorlar. Sokak sanatı diye bir şeyi hiç duymamışlar. Halbuki aramızda iyi okullarda okumuş zengin aile çocukları, akademisyenler var. Hatta çoluk çocuk sahibi insanlara bile rastlayabilirsiniz.
NETAME HANIM VE KUMPANYASI Sergiler yüzünden eve kapandım, aylardır sokağa çıkamadım, çok özledim. İlk kez bu Eylül’de Beyoğlu’ndaki The Hall’da ‘1335’ adlı karma bir projeye katıldım.
Galatasaray’daki Milk Galeri’de de ilk kişisel sergim ‘Netame Hanım ve Kumpanyası’nı açtım, bu ayın sonuna kadar sürüyor. Dört büyük, 13 minik resim yaptım. Resimlerin fiyatı 700 liradan başlıyor 6 bine kadar çıkıyor. Baharda Galerist’te de kişisel bir sergi açacağım. Galerilerin sergilere para harcamasına, tanıtımlara ve şık ortamlara hiç alışık değilim aslında. Galerist’te tuvallerim olacak ama bir duvara da boydan boya resim yapacağım. Bir anlamda sokağı galeriye taşıyacağım. Milk: (212) 251 57 97