Oluşturulma Tarihi: Kasım 28, 2004 00:00
New York’ta bu kez Avrupa yaşantısına özenenlerin vahası olan Soho’ya sığındım. Entelektüellerin oturduğu avuç içi kadar olan bu semtin izmarit dolu sokaklarında yalnızlarla birlikte dolaşıp, yalnızlığın tadını çıkardım.New York’taki ilk iki günüm ünlü Time Meydanı’nda, reklam fırtınası altındaki sokaklarda, omuz omuza bir kalabalığı izlemekle geçmişti. Etraftaki görüntüler beni kah 20 yıl öncesindeki parasız günlerime, kah daha iyi günlerimde yaşadığım tatlı hayatlara sürükledi. Anılar arasında sürüklenip durdum. Time Meydanı, büyük nehirlerin birleşip dağıldığı dev bir havuza benziyordu. Başta Broadway olmak üzere diğer caddeler, kalabalıkları azgın bir nehir gibi buraya boşaltıyor, yine buradan alıp, New York’un dört bir yanına püskürtüyordu. Time Meydanı’na, ‘New York’un kalbi’ benzetmesini yapmak pek yanlış olmazdı.İki gün sonra, küçük bavulumu toparlayıp, soluğu kızımın Soho semtindeki dairesinde aldım. Eski bir binanın birinci katındaki daireden içeri girince, kızımın neden, ‘Baba küçük bir bavulla gel’ diye ısrar ettiğini anladım. Çünkü daire, bir kuş kafesinden birazca genişti ve büyük bir bavulun sığması imkansızdı. Yan yana dizilmiş buzdolabı, lavabo, üstünde ocak bulunan bulaşık makinesinden oluşan bir mutfak, bir yatak ve yatak olabilen bir koltuk, bir televizyon, küçük bir kitaplıkla döşenmiş iki minik oda... Toplam yüzölçümü 35 metrekare olan (kızım 40 olduğunu iddia etti) bu daireye girince nutkum tutuldu, ilk anda ne söyleyeceğimi şaşırdım. Biraz önce terk ettiğim otel odası bile, bu dairenin neredeyse iki katıydı.AVUÇ İÇİ KADARBuraya ödenen kirayla, İstanbul’da, Boğaz manzaralı bir kaşane tutmak mümkündü... Evin küçüklüğünü vurgulayıp, kızımın moralini bozmak istemedim. Ne de olsa yaklaşık iki yıl daha bu kuş kafesinde yaşayacaktı... Daha sonraki günlerde Soho’yu tanıyınca, bu semtteki tüm dairelerin neredeyse aynı büyüklükte (veya küçüklükte) olduğunu öğrendim. Soho, her şeyi kısaltmayı seven Amerikalıların ‘South Houston’dan oluşturdukları bir addı. Manhattan adasının güneyinde yer alan bu semt, eskiden hareketli bir sanayi merkeziydi. İşyerleri, imalathaneler burayı terk edince, boşalan binalara sanatçılar yerleşti. Sanatçıları galeriler, restoranlar, barlar izledi. Yıllar sonra burası New York’un en gözde, en moda semtlerinden biri haline geldi.Soho’da New York’un ünlü ‘bulut delen’ binaları yoktu. Ön yüzleri yangın merdivenleri ile kaplı 3-4 katlı tuğla evlerde, New York Üniversitesi’nin öğrencileri, okulun hocaları, ressamlar, yazarlar ve diğer entelektüeller oturuyordu. En ünlü resim galerilerini, restoranları, caz kulüplerini, barları, butikleri bu semtte bulmak mümkündü. Burada oturmak bir ayrıcalık gibi algılandığı için, kuş kafesi kadar olan dairelere bu yüzden bir servet ödeniyordu. Bir yanı Chinetown ve Little İtaly’e dayanan, kuzeyden Greenwich Village‘le komşu olan bu bölgeyi Enis Batur şöyle anlatmıştı: ‘Soho avuç içi kadar bir bölge: Beş dikey sokağı kesen beş yatay sokakta çoğu yangın merdivenli dört katlı evler. Genelde salaş durumda dış cepheleri. Giriş katlarında dükkanlar, sanat galerileri, birkaç kahve-bar... Okumuş yazmışların, Avrupa yaşantısına özenenlerin vahası öylesine küçük ki. Bir avuç sokak...’Bu semtte birbirlerinin gölgesini yansıtan gökdelenler olmadığı için, Manhattan’ın kuzeyi gibi bir ‘Aynalar Galerisi’ görüntüsü sergilenmiyordu. Soho bu yüzden belki de New York’un en çok güneş gören şanslı semtlerinden biriydi. Burada ayrıca kuzeyin ‘aceleci yayaları’ da pek göze çarpmıyordu. Buranın sakinleri, daha kalender, daha haytaydı. Bir galeriden çıkıp bir diğerine uğruyor, vitrinlerin önünde oyalanıyor, ayaküstü sohbetler ediyor, parklarda (Washington Meydanı) satranç oynuyor, avare-aheste bir tempoda yürüyorlardı. Onların sanki, ‘Soho’nun sürekli senaryosunu oluşturmaktan başka yapacak işleri yoktu.’Sigara yasağının izleri de en çok Soho sokaklarında görünüyordu. Sigara karşıtı fanatiklerin bastırmasıyla New York barlarında sigara içmek yasaklanmıştı. Onun için bar tezgahına yaslanarak yapılan sohbetler, kapı önlerine kaymıştı. İçkisinden birkaç yudum içen tiryaki, soluğu kapının önünde alıyor, birkaç nefeste bitirdiği sigarayı sokağa fırlatıyordu. Onun için Soho sokakları sigara izmaritinden geçilmiyordu. Anlayacağınız New York barlarının tadı tuzu kaçmıştı.Soho’da bir de yoğun bir yalnızlık gözleniyordu. Kuş kafesi dairelerde bir başına yaşayanlar bu yalnızlıklarını ya bir köpekle, ya bir kediyle paylaşıyorlardı. Hayvanlar, yalnızların can yoldaşıydı. Onlarla birlikte yürüyüş yapıyor, alışverişe çıkıyor hatta onlarla konuşuyorlardı. Bu koyu yalnızlığı gözleyen Fransız düşünür Jean Baudrillard, onların resmini şöyle çiziyordu: ‘Burada sokaklarda tek başına düşünen, tek başına şarkı söyleyen, tek başına yiyip, kendi kendine konuşan insanların sayısı ürkütücü boyutta. Ama yine de bir araya gelmiyor, tersine birbirlerinden kaçıyorlar, dolayısıyla birbirlerine benzemeleri de kuşkulu...’PANAYIR YERİ GİBİSoho’da yaşayanlar 14. caddeyi sınır bellemişlerdi. Onun kuzeyine geçip, ‘Bush Amerikası’na karışmamaya özen gösteriyorlardı. Soholu olmadığım için bu sınır benim için geçerli değildi. Her gün bir aşağı bir yukarı, Manhattan adasını arşınlayıp duruyordum. New York’a her gittiğimde iki yere uğramadan edemiyordum. Bunlardan bir tanesi Brooklyn Köprüsü’ydü. Buradan karşıya gidip gelirken fotoğraf çekmek çok hoşuma gidiyordu. Onun için arşivim hep aynı görüntülerle dolup taşmıştı. Bir de, saldırıdan sonra Dünya Ticaret Merkezi’nin olduğu yere gidip, o dar sokaklarda saldırı günü yaşanan dehşeti hayal etmeye, televizyonda izlediğim anlardan izler yakalamaya çalışıyordum. Bu kez de aynı şeyleri yaptım. Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu alan, turistlerin ziyaret yerine dönüşmüştü. Otobüslerle gelenler, duvarlara asılmış felaket anı fotoğraflarının önünde gülümseyerek boy boy fotoğraf çektiriyorlardı. Sırtında makineli tüfek asılı, Rambo kılıklı polisler, yanlarında kurt köpekleri olduğu halde turistlere poz veriyorlardı. Polis arabaları sirenlerini çala çala çevrede dolaşıyor, kapılarının üstünde olay anında ölen elemanlarının isimleri yazılı olan itfaiye arabaları alanda sıra sıra bekleşiyordu. Yani dünyanın kana bulanmasına neden olan felaket yeri, tam bir panayır alanı olup çıkmıştı.New York yaz yaz bitmez. Biraz yer darlığı, biraz benim her şeyi anlatma telaşım yüzünden bu hafta da bitti. Cazip alışveriş mekanları, muhteşem lezzetler sunan restoranlar yine haftaya kaldı.New York deninceAşağıdaki listede yer alanlar New York’un simgeleri. Bu kentle ilgili tüm filmlerde, belgesellerde, anlatımlarda bunlara rastlarsınız. Bu kente gittiğinizde buraları görmek olanağını bulursanız kenti daha da seversiniz.ÖZGÜRLÜK ANITI: Fransızların Amerika halkına bir hediyesi olan anıt Liberty Adası’nda ziyaretçileri bekliyor.ELLIS ADASI: Amerikan nüfusunun yarısının kökleri bu adada bulunabilir. 1892’den 1945 tarihine kadar göçmen kabul merkezi olan bu ada şimdi bir müzeye dönüştürülmüş.WALL STREET: New York Borsası’nın ve bankaların bulunduğu bu semt dünyanın para merkezi.BROOKLYN KÖPRÜSÜ: 1883’te yapılan bu tarihi köprünün üstünde yürümek turistlerin vazgeçilmez tutkusu.CHINATOWN: Çinlilerin yaşadığı bu bölgede birinci dil Çince. Ucuz alışveriş, lezzetli lokantalar burada.LITTLE ITALY: Mafya filmlerindeki atmosferi ve tipleri görmek isteyenler ve İtalyan yemeğine düşkün olanlar için ideal bir adres.SOHO: Resim galerileri, ünlü restoranlar ve barların bölgesi.GREENWICH VILLAGE: Bohemlerin ve alternatif yaşantıların peşinde koşanların semti.BEŞİNCİ CADDE: Ünlü mağazalar yan yana dizilmiş. Alışveriş cenneti.EMPIRE STATE BUILDING: Dünyanın ilk ve en yüksek gökdelenlerinden biri. Tepesinden New York’u seyretmeye doyum olmuyor.BROADWAY: Tiyatro, müzikal, caz, bar... Renkli gecelere düşkün olanlar için.CENTRAL PARK: Kentin ciğeri. Gece değil gündüz gezin.TIME SQUARE: Kentin kalbi. Ucuz elektronik alışverişin de merkezi.HARLEM: Siyahların dünya başkenti. Eski vahşiliğinden pek eser kalmadı.METROPOLITAN MÜZESİ: Sanat şaheserlerinin asılları tam karşınızda.MODERN SANATLAR MÜZESİ: Sergileri sakın kaçırmayın.GUGGENHEIM MÜZESİ: Sergilerin en önemli adreslerinden biri.FRANK: Sokakta satılan sosisli sandviç. Tatmadan dönmeyin.BLUE NOTE: En güzel canlı caz müziği burada. Rezervasyon şart.
button