Serhan YEDİG
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2007 00:00
Ortaçağ’da İtalyanlar, tarantulanın ölümcül ısırığına karşı en etkileyici panzehirin tarantella eşliğinde çılgınca dans etmek olduğuna inanırmış. Avusturyalı erken dönem barok müziği uzmanı Christina Pluhar, İtalyanların unutulmuş tarantellalarını, İspanyolların çılgın folia’larını, müstehcen şarkıları arşivlerden gün ışığına çıkarıyor. Grubu L’Arpeggiata’yla seslendiriyor.
Tarihi enstrümanlarla kaydettikleri beş CD büyük ilgi gördü. İstanbul Festivali’nde 12 Haziran’da verecekleri "Barok Çılgınlıklar" başlıklı konser öncesinde Pluhar’ı aradık, "Sizi kim delirtti" diye sorduk.
İngilizlerin "Erken Çağ Müziğinin Ayetullahı" adını taktığı Reinhard Goebel, İstanbul’a geldiğinde, "En büyük çılgınlık 21. yy’da erken dönem müziği üzerine uzmanlaşan bir grup kurmaktır" demişti. Siz grup kurmakla kalmadınız, nesli tükenmiş çalgıları, emprovizasyonu, sicili bozuk cazcıları klasik müzik atmosferine soktunuz. Eğer bu çılgınlıksa, sizi kim delirtti?
- Tarantula ısırmadı, herhalde kendiliğinden oldu. 17. yy müziğini tutkuyla seviyorum. Akademik eğitimim bu konuda. Sarayda icra edildiği halde, geleneksel müzik öğelerini içeren, tüm ayrıntıları notada yazmadığı için icracıya büyük özgürlük sunan bir müzik türü. Dinleyicinin önünde, o anda yaratılıyor müzik. Notada yazanlar, sanatçının hayali, yüreğindekiler, dinleyicilerin elektriği birleşiyor. Dinleyiciye neşe, enerji aşılıyor. Klasikçileri, cazcıları, halk müzikçilerini bir araya getirip, yedi yıl önce L’Arpeggiata’yı kurdum. Notada yazanla, yaşayan gelenekleri birleştirip, klasik müziğe yeni bir soluk getirmeyi denedim.
Folia virüsü kanınıza nerede, nasıl girdi?
- Konservatuvarda! Çünkü sıradışı bir müzik türü. Latin Amerika’dan 15. yy sonunda Portekiz’e ulaşmış. Fransa’dan İtalya’ya tüm kıtada salgın gibi yayılmış, 300 yıl etkisini sürdürmüş. O çağlarda bir akımın bu kadar uzun yaşaması, yayılması çok nadir görülür. Nedeni, dinleyicisini büyük bir güçle çekmesi, kalbini fethetmesi. Gitar ve şarkı eşliğinde yapılan çok çılgın, gürültülü bir dans olduğu için "boş kafalı", "çılgın" anlamına gelen Folia sözcüğüyle isimlendirilmiş. Zamanla klasik müziğe yansıyıp, daha estetik bir hale dönüşmüş. Fakat dinleyicisini yüreğinden yakalama özelliğini kaybetmemiş.
BACAKLAR ELEKTRİKLENİYOR
Konserlerde karnaval atmosferi yaratma fikri, yedi yıl önce grubu kurarken var mıydı, yoksa zamaniçinde mi ortaya çıktı?
- Dinleyiciyi yakalayacak, emprovizasyona ağırlık veren, virtüözitesi yüksek, patlama benzeri müthiş bir enerji yaratıp, bunu çevresine yayabilecek bir grup hayal etmiştim. Dinleyicinin zekası, kültürü kadar yüreğine de hitap etmeliydi. Hatta aklından çok yüreğiyle müziği dinlemesini sağlamalıydı. Bir eser ağlatır ya da güldürebilirse bu, dinleyicinin yüreğine dokunmayı başardığını gösterir. Bu arzu, yedi yıllık tecrübeyle biçimlendi. Bugünkü yaklaşım ortaya çıktı.
Şubat ayında, Hong Kong’daki konseriniz öncesinde dinleyicilere sahneye çıkıp dansçınıza katılma çağrısında bulunmuşsunuz. Çağrınıza uyan oldu mu, bugüne kadar Avrupa’daki konser salonlarında dinleyiciyi dansa kaldırmayı başarabilidiniz mi?
- Hayır, henüz başaramadık! Aslında bu fikri veren dinleyicilerdi. Her konserden sonra genç ya da yaşlı birileri kulise geliyor, "Ayaklarımız elektriklendi, dansa kalkmamak, sizinle birlikte atlayıp zıplamamak için kendimizi zor tuttuk" diyordu. Zaten biz de konser salonunda sahne ile dinleyiciler arasında oluşturulan sınırı kırmak istiyoruz. Fırsatı değerlendirip, dansa davet etmeye başladım dinleyicileri. Avrupa’daki bazı konserlerde salonun en arkasında dans edenlere rastladım. Ama henüz ön sıralardan kalkan, sahneye çıkan olmadı. Becerebilirsek çok sevineceğim.
Konserleriniz baştan sona çılgınlıklarla mı geçer?
- Sinemayı, 20. yy’ın en başarılı eğlence aracı haline getiren öyküleme tekniği bize örnek oldu. Konserimiz uzun bir müzikli öykü gibidir. Arada neşeli, hüzünlü bölümler var. Enstrümanlar, şarkılar, danslarla büyülü bir öykü anlatıp dinleyiciyi duygusal yolculuğa çıkarırız.
Barok çağ bestecilerinin üslubuna göre besteler, düzenlemeler de yaptığınızı okudum. Hatta bu çabayı antik Yunanca öğrenip, Homeros’u taklit etmeye benzetmişsiniz. Bu yorum muhafazakar eleştirmenleri çıldırtmadı mı?
- Yanlış anlaşılma olmuş. Beste yapmıyoruz. Zaten istesek de o dönemin bestecileri kadar iyi beste yapamayız. Gerek de yok, çünkü yeterince eser var. Arşivden eksik çıkan eserlerin geri kalanını dönemin üsluplarını inceleyerek, tamamlıyoruz. Düzenlemeler yapıyoruz. Tıpkı cazcıların, caz standartlarını yorumlaması gibi.
THERBO TÜRKÇE OLABİLİR
Tarihi çalgılardan therbo’nun önemli virtüözlerinden birisiniz. İsmini Türkçe’deki türban ya da torbadan aldığı söyleniyor. Doğru mu?- Birçok teori var bu konuda. Hangisi doğru bilmiyorum. Çalgı utun atası, luttan geliyor. 16’ncı yüzyılda büyütüp, tel eklemişler. Dev bir çalgı olmuş. Ortaçağ Avrupası’ndaki birçok telli çalgı, günümüzde halk enstrümanı. Bağlama, kanuna benzer çalgılar var. Bu benzerlikler bana çok ilginç ve büyüleyici geliyor, zaten gruba bu nedenle L’Arpeggiata adını koydum.
Nesli tükenen beş farklı enstrüman çalıyorsunuz. En çok hangisini öğrenmekte zorlandınız?
- Barok arpla başladım. Lut çeşitlerine yöneldim. Sürekli bas’ı öğrendim. Lut ve Barok Arp’ı öğrenmek başlangıçta kolay gibi görünüyor. Fakat üslup konusunda çok ciddi çalıştırmak gerekiyor.
İstanbul’daki konserinizde folia’ların dışında eserler çalacak mısınız?- 17. yy’ın en güzel müziklerini, emprovizasyonlarla zenginleştirilmiş, etkileyici seslerin yorumladığı şarkıları, dans eşliğinde sunacağız. Ciacone, Bergamesk’ler de seslendireceğiz.