Siz hiç uçakta konser izlediniz mi?

Güncelleme Tarihi:

Siz hiç uçakta konser izlediniz mi
Oluşturulma Tarihi: Mart 04, 2007 00:00

Geçenlerde çok acayip bir davet aldım. İçinde "Jamiroquai, cep telefonu, uçak, yarışma, Guinness Rekorlar Kitabı, Atina-Münih ve konser" kelimeleri geçiyordu. Hani yap-boz diye bir çocuğun eline verseniz, içinden çıkamaz, öyle bir şey. Sonra olay çözüldü: 2005’ten beri 20 milyonun üzerinde Walkman telefon satan Sony Ericsson, katılımın internet üzerinden olduğu uluslararası bir yarışma düzenlemişti.

Kazananlar, markanın Walkman telefonlarının tanıtımı için işbirliği yaptığı dünyaca ünlü İngiliz grup Jamiroquai’nin vereceği bir konsere katılacaktı. Buraya kadar tamam değil mi? İş şimdi acayipleşiyor. Söz konusu konser, Münih-Atina arasında 11 bin 300 metre yüksekte uçan bir uçakta olacaktı. Rekorlar kırıp, Guinness Rekorlar Kitabı’na girecektik.

Almanya’da Münih Havaalanı’nda sağlam bir organizasyonun içinde olduğumu anlıyorum. Çünkü alanın her tarafında, aktivitenin özel logosu olan panolar var. Bizim için özel check-in kontuvarı açılmış. Halbuki sadece 140 kişiyiz. Pasaport kontrolünden geçiyoruz, özel olarak düzenlenmiş VIP bölümünde plazma ekranlarda sürekli Jamiroquai konser görüntüsü ve bizim için özel olarak kaydedilmiş bir hostesin yaptığı anonslar dönüyor.

Beklerken bir anda ortalık hareketleniyor. Uçağımız geldi. Ama ne uçak! Bir Boeing 757’yi sadece bu uçuş için boyamışlar. İki yanında Jamiroquai ve Sony Ericsson’un logoları birleştirilmiş, turuncu kuyrukta devasa "I love Music" yazıyor. Londra’dan gelen uçak aheste aheste körüğe yanaşıyor, heyecanla Jamiroquai grubunun üyelerinin inmesini bekliyoruz. Heyhat, inenler aramızdan geçmeden, perdelerle ayrılmış "süper VIP" bölümüne alınıyor.

DİSKO GİBİ UÇAK

Birkaç saatlik beklemeden sonra uçağa binebileceğimiz söyleniyor. Tekrar tekrar tembih ediyorlar: Sakın baş üstü dolapları kullanmayın, cısss! Merakla dalıyoruz içeriye. O da ne! Burası gerçekten bir uçak mı? Size disko-uçak diyebilir miyim? İçerisi rengarenk; bir an kırmızı oluyor, bir saniye sonra yeşil. Ortasından girdiğimiz kabinin 10 sırası falan çıkarılmış. Her yerde kablolar, tam arkamda tonmaysterin mikseri.

Yerim pek güzel, güya 18. sıradayım ama sahneyle (!) aramda sadece dört sıra var. Önümdeki cepte bulunan föylerden, Titan Air ile uçtuğumuzu anlıyorum. Diğer föylerde mönü ve "güvenlik kuralları" var. Oturun, kemerinizi çözmeyin falan diyor. Peki şuna ne demeli? "Telefonunuzu açın ve bol bol fotoğraf, film çekin." Meğerse bu çok marifetli Sony Ericsson Walkman telefonların "Uçak modu" diye bir fonksiyonu varmış. Alet açılıyor ama telefon özellikleri devre dışı kalıyor. Sinyal almıyor, yollamıyor. İçine birkaç bin şarkı alıyor ya; dinleyebilelim diyeymiş.

Sonunda havalanıyoruz, kemer ikaz ışığı söner sönmez onlarca yeşil tişörtlü yerinden fırlıyor. Kablolar çekiliyor, üst kapaklar açılıyor, sound check yapılıyor. Dolaplardan çıkanlara inanamıyorum: Hani şu 16 milyon renk yaratan LED sahne spotları, kameralar için ayaklar, aküler, dev hoparlörler vs vs vs... Gittikçe heyecanlanan yolcuları yemekle sakinleştiriyorlar. Ön tarafta ise şampanya üstüne şampanya açılıyor.

ŞAPKASIZ JAY KAY

Tam o anda önlerden bize doğru tanıdık bir yüz ilerliyor: Jay Kay, yani Jason Kay. Grubun kurucusu, solisti, şarkı yazarı, her şeyi... Jamiroquai’nin elemanları sık sık değişir ama o asla! Onu ilk defa şapkasız görüyorum. Malum, boyu kendine yaklaşan şapkaları çok meşhur. Yakışıklı diyemem belki ama son derece sempatik. Galiba seste bir problem var, "Ne yapacağız" diyerek arkamdaki sesçiye geliyor. "Just smile" (sadece gülümse) diyorum ve deklanşöre basıyorum. Bu, ilk ve son karşılaşmamız olmayacak!

Biraz sonra altı kişilik grubun üyeleri öndeki alanda yerini alıyor. Bateri, klavye... hepsi var. Ve konser başlıyor. İnanılmaz! Sanki uçakta değilim, İstanbul’daki Balans’ta konser izliyorum. Ses o kadar iyi ki, yanımdaki Naila ile birbirimizi duymuyoruz bile. Yerimizden fırlayıp dans etmek istiyoruz. Ama ne uygun yer var ne de izin. Yerimizde kıpraşıp duruyoruz.
/images/100/0x0/55eadbc6f018fbb8f89b3617


Konser 35 dakika sürüyor. İlk üç şarkıya çığlıklarımız ve alkışlarımızdan başka türbülans da gayet uyumlu bir şekilde eşlik ediyor. Jay Kay çok eğleniyor, zaman zaman düşmemek için dolaplara tutunuyor ve pire gibi zıplıyor. Aralarda espriler yapıyor, High Times (Yüksek Zamanlar) şarkısından sonra, bunun aslında ne anlama geldiğini şimdi anladığını söylüyor.

Büyük tezahüratlar eşliğinde konser bitiyor. O sırada önümdeki İngiliz yerinden kalkıyor, ekstra şov mu var derken anlıyoruz: O, Guinness Rekorlar Kitabı’nın yetkilisi. Hani şu Türkiye’deki yarışmalara tanıklık eden Beyoğlu 17. noteri gibi biri. Nereden çıktıysa, elinde kocaman bir çerçeve var. "Size bu uçuşta altı rekor kırdığınızı söylemekten mutluluk duyuyorum" demesiyle bir alkış tufanı kopuyor. Birincisi, "En Yüksekteki Konser." Diğer üçü, En Hızlı Konser, En Hızlı Konser Kaydı ve En Yüksek Konser Kaydı. Öbür ikisinin ne olduğunu öğrenemiyoruz. Galiba sır...

Bu olay burada bitmiyor. Uçak Atina’ya iniyor, "Kapıya çek pilot kardeş" komutuyla bir gate’e yanaşıyoruz: A38. Burası nasıl bir havaalanıdır, bu ne biçim bir gate’tir ki içeride yüzlerce kişi ve gerçek bir konser sahnesi var. Ortaya kocaman bir bar kurulmuş, içkiler su gibi akıyor. Soruyorum, bunlar kim diye. Sony Ericsson’un Atina’daki VIP misafirleriymiş.

Asansörde Jay’e nasıl rezil oldum!

Gate konseri bitince "İmkansız, giremezsin" dedikleri kulis kapısının civarında turlamaya başlıyorum. Bu sırada orada tanıştığım bir Yunan fotoğrafçı ve gruptaki Lübnanlı da bana ekleniyor. Kulise onları da sokacağım! Sonunda yüzüme ciddi bir ifade veriyor, yürüyün diyorum. Kapıdaki havaalanı polisine Yunanca günaydın diyor -saat geceyarısı- ve kararlı adımlarla içeri giriyorum. Yaşasın! Jay Kay, işte orada! Kalabalıktan sıyrılıp karşısına dikiliyorum. "Merhaba, ben Evrim, İstanbul’dan geldim, gazeteciyim, hayranınım!" Biraz sohbet ediyoruz, birlikte fotoğraf çektiriyorum. O yetmiyor, beş dakika sonra fotoğraf sırası bekleyen VIP’lerin arasına karışıp yüzsüzce Jay Kay’in yanında yerimi alıyorum.

Biraz sonra tüm hedeflerine ulaşmış birinin huzuruyla otele gidiyorum. Ve bilin bakalım, asansörde kimle karşılaşıyorum? Jay Kay! Yanında 50 yaşlarındaki menajeri. Yorgunluktan yüzünde renk kalmamış. Biraz da burnunu çekip duruyor. Sanki 15 senedir müzik dünyasının zirvelerinde gezinen, 20 milyondan fazla albüm satan, geçen kasımda çıkardığı Best of’u İngiltere listelerine 1 numaradan giren o değil... Ve Tanrım işte o diyalog!

- Herkes soruyor eğlendim mi, diye. Ya sen eğlendin mi?

- Evet, yorucuydu ama güzeldi. Sabahtan beri üç konser verdim.

- Biliyor musun, hiç İstanbul’a gelmediğin için seni mecburen Viyana’da izledim.

- Hadi canım, iki kere geldim İstanbul’a!

- Kem küm... Demek ben o sırada orada değildim!!!

Utançtan kıpkırmızı, asansörden iniyorum. Şimdi nasıl anlatayım, o senelerde Viyana’da yaşadığımı ve bu lafı öylesine ettiğimi... Arkamdan garip garip bakıyor. Neyse ki asansörün kapısı hemen kapanıyor. Odama koşuyorum. Yatağımın üzerinde rekor sertifikam duruyor. Ama asıl rekorum başka, "Gecenin Birbuçuğunda En Salak Lafı Etme Rekoru"!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!