Güncelleme Tarihi:
Ayşe ARMAN
Sonu yok! “Ne kadar endişelisin!” deyince, “Demek fark ettin” dedi. Ve anlattı: “Annem benden önce 8 çocuk düşürmüş. Ben çok kıymetli 9’uncu çocuğum. Annemin benim hakkımdaki endişelerini ben devralmışım, o yüzden kızımın üzerine düşüyormuşum.” Bunları ben uydurmuyorum, Mehmet Zararsızoğlu söylüyor.
“O da kim” diyorum
Başlıyor anlatmaya...
Aile dizimini Almanya’dan Türkiye’ye getiren psikoterapist. N.’yi hiç doğmamış 8 kardeşiyle yüzleştiriyor. N. de orada bulunan 25 kişiyle aile matrisine dalıyor.
“O da neymiş” diyorum.
“Bizler hiç tanımadığımız bir halamızın ya da teyzemizin kaderini taşıyor olabiliriz” diyor, “Çünkü matriste hiçbir şey boşa gitmiyor, her şey kaydoluyor ve çözümlenmezse belli aralıklarla tekrarlanıyor. Mehmet Zararsızoğlu da bunu önlemeye çalışıyor!”
Tabii ki yemedim, içmedim kendisiyle tanıştım.
Sizinle de tanıştırmadan edemedim... Bu defa artan-martan yok arkadaşlar, dizi maşallah, devamı var yani... Aile dizimleri hakkında daha fazla bilgi için: www.tsde.org
Nedir bu “aile dizimi”?
- Bir terapi tekniği. Türkiye’de yeni. Yaşamımıza ait, bizim göremediğimiz çok derinlerdeki gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor. Çok açıklayıcı oldu teşekkür ederim.
- Hepimizin bir aile matrisi var. Nedir bu? Geçmiş nesillerimiz. Anne ve babamızdan gelen birinci dereceden kan bağıyla bağlı olduğumuz akrabalarımız. Halalarımız, teyzelerimiz, amcalarımız, büyük amcalarımız, dedelerimiz, anneannelerimiz... Onlar, güzel şeyler de yaşamışlar travmalar da. Evlilikler, düşükler, küçük yaşta ölümler, göçler, evlat verilmeler, hatta cinayetler. Hayat, onlara ne getirdiyse, hepsi o matriste yer alıyor. Genlerimiz kalıtımsal yolla geçiyor ya, geçmişte aile matrisimizde vuku bulan, cinayet, göç, kayıp ve diğer travmalar da sonraki gelen nesillere devroluyor. Farkına bile varmadan, kaderi kötü bir dayıyı, amcayı, hatta bir büyükbabayı bir şekilde temsil ediyoruz.
Vay, vay, vay! Nasıl olur ki böyle şey? Ben o adamı hiç görmemiş olabilirim. Ben doğmadan ölmüş olabilir, alakam bile olmayan bir aile büyüğünün kaderi beni nasıl bağlar? Niye onun yükünü taşırım?
- Biyolojide “morfik rezonans” diye bir kavram var. İngiliz biyolog Rupert Sheldrake, canlıların dünyasındaki her şeyin bir yerde kaydolduğunu söylüyor. Yaptığımız her şey kayıt altında. Dünyada sır yok. Kuantum fiziği de, zamansızlık ve mekansızlık ilkesinden söz ediyor, hiçbir şeyin dünyada kaybolmadığını ve tekrar ettiğini anlatıyor...
Sizi anlamak istiyorum ama henüz anlayamıyorum...
- “Sistem”de yaşanmış olan her şey, morfik rezonansa kaydoluyor. Ve bizden bağımsız olarak, istesek de istemesek de sürekli “sistem”i etkisi altında tutuyor.
Bu mekanizma nasıl çalışıyorsa?
- Eğer geçmişine dönüp bakmıyorsan, büyük resmi bilmiyorsan, görmüyorsan, sistemdeki kayıtlı bilgilerden habersizsen, ilgisizsen, dile getirmiyorsan, anlatmıyorsan, konuşmuyorsan, bu mekanizma çalışıyor ve çok kuvvetli bir şekilde, aile büyüklerinin kaderleri yeni nesillere sirayet ediyor.
Çocuğunuz hiperaktifse sebebi geçirdiğiniz kürtajlar olabilir
Peki kürtaja neden bu kadar karşısınız? Cinayet olduğunu mu düşünüyorsunuz?
- Cinayet demek çok iddialı. Ama anne ve babadan filizlenen ve sistemde yer bulan biri, ortadan kaldırılsa da, sistemdeki yerini ilelebet alıyor...
Gerçekten mi?
- Evet. Annenin yumurta hücreleriyle, babanın sperm hücreleri bir araya geliyor ve bir yaşam meydana geliyor. Kaç haftalık olduğunun önemi yok. Ama anne-baba diyor ki, “Biz bu çocuğu istemiyoruz.” Zaten eski Yunanca’da kürtaj, “Yok etmek, ortadan kaldırmak, öldürmek” demek. Yani o kürtajları, düşükleri, yok sayamayız, onlar bizim çocuklarımızdı. Ve anne baba onlardan hiç bahsetmezse, morfik rezonans, bir sonraki çocukları da etkiliyor. Hiperaktif çocuklar getiriyorlar. Neden kaynaklandığını bulamamışlar. Yüzde 90’ında ne görüyorum biliyor musunuz? O çocuktan evvel ya da arada en az iki, üç, dört sonlandırılmış çocuk var. Hiperaktif çocuklar nasıl olur? Çok fazla hareket ederler, çok fazla abur cubur yerler. O vakalarda gördüğümüz şudur: Hiperaktif çocuklar, o konuşulmayan kürtajla sonlandırılan kardeşleri için de yiyorlar, onlar için de hareket ediyorlar.
Bu anlattıklarınız size danışan insanları ürkütmüyor mu?
- Workshoplara gelenlerin çoğu, ilk gün abandone oluyorlar. Grup dinamiğinde, kendilerini tanımayan insanların, dedelerini, babalarını, temsil ettiklerine tanık olunca şaşırıyorlar, “Benim babamın cümlesi bu” diyorlar. “Babamın da sağ ayağında problem vardı, bak o da sağ ayağını sallıyor.” Gerçekten de o kişinin normal hayatında sağ ayağında problem yok. Ama o dedeyi, o babayı temsil ederken oluyor. Bazen kalp krizi geçirmiş birini temsil ederken, temsilcinin kalbine ağrı giriyor. Morfik rezonans işte böyle işliyor.
“Hiçbir şey gizli kalmıyor...” Bu ne demek?
- Cinayet işlemiş bir dayı var mesela. O cinayet, aile tarafından yıllarca saklanmışsa, birkaç nesil sonra dünyaya gelen çocuk, ailenin çocuk yapamadığını sistem adına üstleniyor. Hem cinayet işleyen dayıyı, hem de öldürdüğü kişiyi içinde taşıyor. Sonuç? Şizofren. Realiteden kopuyor.
Demek ki sır saklamak tehlikeli...
- Aynen öyle. Sır olan, saklanan her şey, hastalık olarak, bir takım yaşamsal uğursuzluklar olarak, bereketsizlik olarak karşımıza illa ki çıkıyor.
Ya ailede intihar da varsa...
- Bana kalırsa, Türkiye’de fakirlik, işsizlik, umutsuzluk, depresyon, sevgili terk etmesi intihar sebebi değil. İntiharların altında sevgiye dayalı bir şey görüyoruz. Geçmişlerinde aile matrisinde intihar etmek isteyip, gücü yetmemiş kişinin yolunda gidiyorlar. Onun beceremediğini beceriyorlar. Ve Almanya’daki araştırmalarımızdan biliyorum, hep aynı tarihte tekrarlanıyor intihar olayları. Ruhsal birikimler, ruhsal ağırlıklar hep bir iki nesil atlayıp birinin bu ağırlığı taşımasına, hayatından vazgeçmesine sebep oluyor.
Kanser kendisini değersiz hissedenlerde çıkıyor
Sıkışmalar, blokajlar insanı hasta mı ediyor?
- Aynen öyle. Mesela kanser. Kendini değersiz hisseden, kendisine bir türlü sıra gelmeyen, hep başkaları için didinip duran, geçmişten gelen yükleri süresiz ve sınırsız taşıyan insanlarda oluşuyor. Gerçi holistik yaklaşımda, hastalıkları çok korkulacak şeyler olarak görmüyoruz. İnsanlığın ve gelişimin bir parçası olarak değerlendiriyoruz, sistem yok saydığımız şeyleri bize böyle hatırlatıyor.
Bütün bu anlattıklarınızı deli saçması olarak değerlendiren bilim adamları yok mu?
- Deli saçması diyen yok da, abartıyorlar diyenler var. Ama yine de kendi muayenehanelerinde dizimleri ve dizilerin bilgisini ciddi anlamda kullanıyorlar. Rezonansın faydası çok yüksek. Artık insanlar, bir yıl bolunca terapist koltuğuna oturmak istemiyorlar. İlaçla da iyileşemediklerini görüyorlar, bir çözüm arıyorlar.
EŞCİNSELLİĞİN MATRİSTEKİ SEBEBİ
Birini öldürmek, gerçekten ileriki nesillerde otizm olarak mı karşılık buluyor...
- Evet, böyle bir dinamik de söz konusu. Psikozun oluşumunda da benzer bir yapı var.
Gay’lik, lezbiyenlik...
- Bilinen dinamik şu: Erkek çocuk, erkeklerden yoksun bir ortamda büyüyorsa, sürekli anneyle, anneanneyle, ablalarla haşır neşirse, yani etrafı kadın enerjisiyle çevriliyse homoseksüel eğilimler gösterebiliyor. Ama aile matrisine bakarsak, başka bir dinamikle karşılaşıyoruz: O erkek çocuğunun karşı cinsten bir akrabasının, halasının, teyzesinin, ya da büyükannesinin, çok büyük bir haksızlığa uğradığını görüyoruz. Ve morfo-sistemik rezonans işliyor: O erkek çocuk, o kadın kimse, yaşadığı haksızlık dile getirilmediği için, o haksızlığı çözümleyebilmek için, kendi cinsiyetinden vazgeçip, karşı cinsin davranış biçimini benimsiyor. Böyle çok vaka gördüm.