Güncelleme Tarihi:
Ego’nun sağlıklı bir tanımını yapalım mı önce?
- Ne ezik ne de dünyaları ben yarattım hali. Haddini bilen, aynı zamanda potansiyelini sonuna kadar değerlendirme cesaretini kendisinde gören. Malum, ego deyimi bize id ve superego ile birlikte Freud’dan geliyor.
Örnek?
- Egoyu atın üstünde süvariye, atın doğal gücünü id’e, superegoyu da yol aldıkları topluma benzetirim. Sağlıklı ego dünyanın olanak ve gerçekleriyle içimizdeki aslanı bağdaştırmanın yollarını arar ki, insan yaratıcı gücünü, kendine özgü kişiliğini ifade edebilsin. At “İstediğim yere koşarım” derken, toplum sınırlar koyar. Binici, kendisine en uygun yolu bulur. Hodri meydan diye atını sürerse haddini aşar, attan düşer. Topluma öncelik verirse, ‘evet efendimci’ olur. Başkalarının gözüne girmek için şahsiyetini yitirir. Dalkavukluk yaygınlaşır.
Peki Fazıl Say’ın dediği gibi sanatçının üretebilmesi, büyük sanatçı olabilmesi için sahiden ego gerekli mi?
- Dünyaya pek ender gelen, bize çağlar ötesinden seslenebilen sanatçıları ebedi kılan nedir diye soracak olursam, ki yanılıyor olabilirim, mesele kendini değil yaptığın işi ciddiye almaktır. Kendinin en büyük eleştirmeni olmak. Yalanını yakalayabilmek. Bu bence sanatkar kadar birçok başka uğraş için de geçerli. Siyasetçiler için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Şimdi kişilerin egolarını konuşacaksak, burada Türk toplumu örneğin, süperego mu oluyor?
GÜÇLÜ LİDERLER TEHLİKELİDİR
Güçlü toplumlarda ne olur?
- İngilizlerin toz kondurmadıkları lideri Churchill. Savaşkar, Nobel ödüllü yazar, ressam. İngilizler, ABD’nin, Sovyetler’le birlikte Avrupa’yı kurtarmasını kaale almaz, İkinci Dünya Savaşı’nın ‘kazanmalarını’ Churchill’den bilirler. Ama baktılar gücü başına vurdu, savaştan sonra ilk seçimlerde iktidardan atıp emekli ettiler. Başbakan Thatcher. Üst üste üç seçim kazandı. “Ülkemin onuru” dedi. Arjantin’e savaş açtı, onu da kazandı. ‘Demir Leydi’ lakabıyla ün saldı. Egosu şişti şişti, gücü başına vurdu. İktidarının 11’inci yılında, başbakanlığı sürerken, partisi ona kapıyı gösterdi. Ağlayarak evinin yolunu tuttu. Güçlü liderler tehlikelidir.
Bizde böyle bir örnek var mı?
- Tersi çok. Sınırsız ego, sonunda kişiyi gerçeklerden koparır. 12 Eylül döneminde Kenan Evren için fıkralar anlatılırdı. Bunları kendisine söylemeye cesaret edecek biri çıkar. Evren, Don Kişot’un değirmenleriyle dövüşürcesine, fıkraları gerçek kabul edip inkar eder. “Bunlar komünistlerin yalanı” der.
Bugün Türkiye’de durum nedir?
- Siyasi fıkra bile üretilemeyen, karikatüre cesaret edemeyen biat toplumu. Bırakın siyasetin, sanatın bile eleştirisi yok. Nazım Hikmet bir deha. Ama her eseri aynı mı? Değerler ya da ilkeler değil, kendi takımımızdan bildiğimiz güçlü şahsiyetler etrafında taraflaşıyoruz.
Güçsüz toplumun aşağılık kompleksi ağır basar mı?
- Ezile ezile tabii. ABD Vietnam’ı bombalarken o güzelim çekik gözlü kızların bir kısmı estetik yaptırıp gözlerini yuvarlaklaştırıyordu, kendisini ezen güçlüye benzeyebilmek için. Bugün de dünya, beyzbol şapkası giyer oldu. Biz de Türkiye’de, otoritenin ezdiğine “Sen”, ezilenin “Siz” dediği bir ülkede yaşıyoruz. Otorite kültürel genlerimize sinmiş.
Bunun bedelini nasıl ödüyoruz?
- Özgür olamıyoruz. Düşünce üretemiyoruz. Ne Bizans, ne Osmanlı ne de Cumhuriyet. Evrensel kültür mirasımızda adı geçen tek bir düşünür yok.
‘Ben kapitalizmi’ diye bir şey var
Bülent Somay - Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Fazıl Say’ın “İnsanın egosu olmazsa yaratıcı olamaz” sözüne katılmıyorum. Tevazu ve sanat rahatlıkla bir arada gidebilir. Ama bazı sanatçılar için de fazla tevazu yaratıcılığı engelleyebilir. Fazıl Say heralde onlardan biri olduğunu söylemek istiyor. Bu da anlaşılabilir birşey. Fakat... Psikanaliz derslerinde “Ego nedir?” üzerine o kadar çok şey anlatıyorum ki kelimenin böyle bir tartışmada kullanılıyor olması bile beni rahatsız ediyor. Şişkin egoyu kimi megalomani, kimiyse narsisizm zannediyor. Oysa öyle birşey değil. Fazıl Say dahil bu konuyu tartışan herkes kelimeyi yanlış kullanıyor. “Doğrusu nedir?” derseniz gazetenize sığacak bir açıklama yapmam mümkün değil. Psikanalizin poplaştırılmasına katkıda bulunmak istemiyorum. Türkiye özelinde “Canavar egolar ülkesi oldu” demek de mümkün değil çünkü şu anda her yer öyle. “Ben kapitalizmi” diye bir şey var. Herkesi iddialı, iddiacı ve tüketici olmaya teşvik eden ve “Yapabilirsin, haydi, tüket, keyif al!” diyen kapitalizmin olduğu bir dünyadayız. İngiltere veya Hindistan’da farklı bir şey görmezsiniz. Geç kapitalizmin son döneminde yaratılan “Birey her şeydir; tüketici olarak üretici olarak her şey bireyin keyfine göredir” anlayışı 20’nci yüzyılın ikinci yarısında başlayan bir eğilim. Türkiye’de de özellikle Özal sonrası dönemde gümbür gümbür yaşanıyor.