Güncelleme Tarihi:
Caz piyanisti Nilüfer Ruacan Verdi'nin ‘‘Mânâ’’ adlı ilk albümü, geçtiğimiz günlerde Ada Müzik'ten çıktı. Ruacan albümde, Ariel Hoenig (davul), John Ormond (bas) Neşet Ruacan (gitar) ile birlikte çalıştı. Ruacan adı, Türk cazının markalarından biri. Örneğin Nilüfer Ruacan'ın eşi Neşet Ruacan, caz gitaristi ve Bilgi Üniversitesi'nin Müzik Bölümü başkanı. Nükhet Ruacan, Neşet Ruacan'ın kardeşi. Nilüfer Ruacan Verdi ile, post-bebop olarak tanımladığı albümü Mânâ'dan yola çıkarak, cazın manası üzerine konuştuk.
Albüm fikri nereden çıktı?
- Q Bar'da müzik yapan Ariel ve John'u çok sevdik. Çok güzel çalıyorlardı ve güzel insanlardı. Birlikte çalmak istedik. Orada kontratlı sanatçı olarak çalışıyorlar. Q Bar'ın sahibi Mehmet Ali Açılmış, birlikte çalışmamıza izin verdi. Bir gün prova yaptık, onu izleyen iki günde de kaydı bitirdik. Hepsini evde yaptık. Komşularımıza bir kez daha teşekkür etmek istiyorum, bu kayıt sırasında bize katlandıkları için.
Türkiye'nin en hızlı prodüksiyonunu gerçekleştirdiniz galiba.
- Ama caz kayıtları zaten hızlı olur, aylarca sürmez. Çünkü hep birlikte çalıyorsunuz, üstüste kaydedilmiş hiçbir şey yok..
Albümden beklentiniz ne?
- Plak şirketini mahcup etmeyelim yeter. Aslında istediğim şu. Kayıt yapması gereken bir sürü müzisyen var. İmer Demirer, Neşet Ruacan, Ayşe Gencer, Nükhet Ruacan, hepsinin kendi adlarına kayıt yapmaları lazım bir an önce. Çünkü sonra ölüp gideceğiz ve bunlar ne yapıyordu denecek.
İnsanların dinlemesini, popüler olmayı istemiyor musunuz?
- Öyle bir şansımızın olmadığını biliyorum. Zaten Ada Plak da söyledi, bu iyi satmaz dedi. Onlar öyle deyince biz de kendimizi pek bir hür hissettik. Bu albüm cazı biraz sevenleri değil, çok sevenleri tatmin edecek birşey sanırım.
Albümü anlatır mısınız?
- Ben bu sorudan çok korkuyorum. Çalınır ve biter bizim için. İnşallah böyle bir soru sorulmaz diye düşünüyordum. Erol Pekcan anısına bir parça var. Erol Pekcan çok güzel süpürge çalardı. Ariel de onun çaldığı şekilde çaldı. İyi oldu. Bu arada MBS Grup müzisyenlerin sponsorluğunu yaptı.
Caza nasıl başladınız?
- Küçük yaşlarda özel ders aldım. Liseden sonra Berklee'de okudum. Müzik aletim piyano. Aşağı yukarı 15 seneden beri piyasada çalışıyorum. Barlarda, caz kulüplerde.
Oralarda da piyano mu çalıyorsunuz?
- Maalesef Türkiye'de böyle bir sorun var. Kulüplerde genellikle akustik piyano olmuyor. Elektronik birşey alıp koyuyorlar. Mecburen çalıyoruz. Mesela bir trompetçi aletini her yere götürebiliyor. Bizim önümüze ne koyarlarsa ona katlanmak zorundayız.
Türkiye'de hangi caz kulüplerde var piyano?
- Bir Q Bar'da var. O kadar. Otellerde var, ama onlar yıldızları almak için havuz gibi bir de piyano alıyorlar. Zaten bizim de o kadar seçici olma şansımız yok. Biz herde çalıştık. Kumarhanelerde bile çalıştık, parasız kaldığımız dönemlerde. Kumarhanelerde bizi kimse dinlemiyordu. Mesela hadi çağdaş yapalım diyoruz. Ben piyanoya vuruyorum, iyice uçuk müzik yapıyoruz. Kimse kafasını çevirip bakmıyordu. O kadar başka şey konsantre oluyorlar ki, bizi duymuyor bile.
Gidip Berklee'de okudum, şimdi kumarhanede çalıyorum gibi bir duygu yaşadınız mı?
- Bunu yapmayan insan yok gibi birşey. Benim Berklee'deki hocalarım da, striptiz yapılan barlarda soyunan kadınlara, saksafonla fon müziği yapıyorlardı. Zaman zaman oluyor böyle şeyler. Bence bunu büyütüp dram haline getirmenin bir anlamı yok. O da bir dönem.
Cazın elitist bir yanı var. Bu, insanları korkutuyor olabilir mi?
- Ben mesela Lise 1'deyken bir cazcıyı ilk defa dinlediğimde, dünyada bu kadar feci bir müzik olamaz diye düşündüm. Sonra bir daha dinledim, bir daha dinledim. Sonra, bir sene hergün dinledim. Caz müziği dinlenerek sevilecek bir şey. Bir de dinlerken konsantre olmak lazım. Dinlemeden caz müziği bence feci bir başağrısı. Caz, fon müziği olarak kullanıldığında nefret ediyorum. Fonda dinlenecek birşey değil.
Şu anda nerede çalıyorsunuz?
- Şu anda SwissÔtel'de çalışıyoruz. Nükhet Ruacan, Neşet Ruacan, Cezmi Başeğmez, Mahmut Yalay bir de ben. Çok memnunuz. Yabancılar var, yabancılar müziği çok seviyorlar, anlıyorlar. Kontratlı bir iş, sevildiğimiz bir iş. Müşteriler şampanya filan yolluyorlar. Perşembe, cuma, cumartesi, pazar, saat 21.30'dan sonra çıkıyoruz.
OĞLUM METALCİ OLDU
Neşet Ruacan'la evlisiniz ve bir oğlunuz var. O, müzikle ilgileniyor mu?
- Nedim metalci oldu. Geceleri bir barda çalıyor. Ben de üzülüyorum açıkçası. Annem babam da benim için üzülürlerdi, gecesi gündüzü belli olmayan, yıpratıcı bir iş yapıyorum diye. Aynı şeyi ben de oğlum için hissediyorum. Ama o da kalbinin sesini dinledi. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi'nin müzik bölümünde caz okuyor.
Dinlemeye gittiniz mi?
- Geçen gün almaya gittim. Çok kızdı bana. Annesi rock'çuyu almaya geldi, gibi bir durum oldu. Artık kafamda kese kağıdıyla dolaşacağım utancımdan diyor.
Doğru dürüst caz kulübü yok, ama her sene caz festivali tıklım tıklım doluyor. Bu bir çelişki değil mi?
- Ben de bunu merak ediyorum. Festival zamanlarında bir canlanma oluyor. Herkes konserlere gidiyor, caz eksperi kesiliyor. Ondan sonra kayboluyorlar. Geri kalan zamanda ne yapıyorlar, nerede eğleniyorlar, ne dinliyorlar bilmiyorum. İlle gelsinler bizi dinlesinler demiyorum, ama bu ortamı seviyorlarsa festival dışında da ortamın bir parçası olabilirler zaman zaman. Caz camiası çok küçük bir camia. Orada herkes birbirine çok yakın hisseder kendisini, birbirinden kuvvet alır. Çünkü başka kuvvet alacağımız bir yer yok. Bir yerde azınlık sayılırız. Kendi yağımızla kavruluyoruz. Geçmiş senelere nazaran da maalesef caz kulüpleri gitgide azalıyor. Dinleyici gittikçe azalıyor. Bizi bazen Shelltox olarak kullanırlar. Nükhet'le kendimize Shelltox diyoruz. Diyelim ki bir yer var, kötü bir müşteri kitlesi oluşmuş. Hemen cazcıları çağırırlar, bir ay çalıştırırlar. O müşterinin hepsi kaçar. Bu da geldi başımıza yani. Belki Shelltoks cazcılara sponsor olur.