Sinemanın insani yanını seviyorum

Güncelleme Tarihi:

Sinemanın insani yanını seviyorum
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 18, 2014 01:34

Oyuncu, yönetmen, yapımcı, işadamı, çevreci ve festival kurucusu Robert Redford’la hayat, aile, politika, çevre, bağımsız sinema ve bu yıl Londra ayağı üçüncü kez düzenlenen Sundace Film Festivali üzerine...

Haberin Devamı

Bağımsız sinemaya, Sundance Festivali’ne, Sundance Kanalı’na yıllardır harcadığınız bunca emek... Sizce değdi mi?
- Değip değmeyeceği bir riskti tabii. Ama evet, değdi. Festivale girişmek de, kanalı kurmak da hep birer riskti çünkü insanların nasıl yaklaşacağını önceden bilemiyorsunuz. Sonradan kanal Amerika’da başarıya ulaştı ama onu başka ülkelere taşımak da başka bir riskti. Ama bunu seviyorum çünkü başka bir kültürden biriyle bir şeyler paylaşıyorsunuz. “İşte benim kültürüm” diyorsunuz; “Hadi bunu senin kültürüne de taşıyalım”. Ama aynı zamanda Sundance Kanalı bir ülkeye gittiği zaman bütün dünyadan bağımsız filmler gösteriyor, içerik olarak zaten çok dünyalı. İzleyicilere festivaldan ya da farklı ülkelerden bir dolu şey görme imkanı sunuyoruz. Bu da insana kendisini iyi hissettiriyor. Eğer kanal başarıya ulaşamamış olsaydı, bugün burada olamazdım.

Sundance Kanalı’nın felsefesi nedir? Festivalle bire bir aynı çizgiyi mi takip ediyor?

Sinemanın insani yanını seviyorum

- Aynen. Festivali yaratan Sundance Enstitüsü’yle aynı misyonu taşıyor. O da şu: Yeni sesler, yeni sanatçılar için seslerini duyurma ve görülme imkanı sunmak. Özellikle de normalde böyle bir şansı olamayacak, daha bağımsız karakterde olanlar için. İşte festival bu demek. Ama festival sırasında filmleri sadece 10 günlüğüne gösterebiliyoruz. Televizyon aracılığıyla bunlara daha geniş kitlelere ulaştırma zamanı gelmişti. Biz de başka yerlere ve ülkelere ulaşabilmek için kanalı kurmaya karar verdik.

Neden sadece sinemaya odaklanıyorsunuz? En iyi projelerin sinema dünyasında olduğuna mı inanıyorsunuz? Ya televizyon dünyası?

- Güzel bir soru. Ama cevap verip veremeyeceğimi bilmiyorum. Bence Amerika’da şu anda televizyon senarist, oyuncu ya da yönetmen olarak daha fazla yetenek çıkarıyor. Dolayısıyla çok sağlıklı bir denge oluştu. Hollywood filmleri gitgide daha merkezci ve daha kısıtlı olmaya başladı. Çünkü özel efektler kullanıyorlar. Yapımları çok masraflı ve bu parayı özel kareler yaratmak için harcıyorlar. Bu çok iyi tabii ama hikâye anlatıcılığı açısından bağımsız filmler ve televizyon daha tatmin edici. Yani bir anlamda televizyon ve bağımsız sinema gayet güzel bir araya gelebiliyor. İşte ben de bunun için kanalı kurmaya karar verdim. Ama soruya tam olarak yanıt verebildiğimi sanmıyorum. Yani neden film yapıp televizyona girmediğimi... Kariyerimin başında, New York’ta tiyatro yapmaya başladığımda önce tiyatrodan televizyona geçtim. Üç yıl televizyonun ardından da filme geçtim. Tabii sinema çok daha tatmin ediciydi. Üstelik daha çok zamanınız oluyordu. Ama sanırım orada biraz sıkıştım. Üstelik çok fazla film yaptığım da söylenemez. Bazı aktörler çok daha fazlasını yapıyor. Belki de o kadar sık çalışmadığım için sinemada kalmışımdır.

Filmlerinizde hep bir psikolojik ya da toplumsal tavır var. Ele aldığınız bu sorunlarla bir adım daha öne çıkarak savaşmayı hiç aklınızdan geçirdiniz mi? Yani bir gün politikaya atılmayı düşünüyor musunuz?

- Büyük bir hata olurdu herhalde. Benim için politika delilik demek. Bir kere, çok kısıtlayıcı... Benim için yeterince ‘bağımsız’ değil, yeterince özgür değil. Tamamen ideoloji ve darkafalılık dolu. Zaten ülkemde olup bitenlere baktığınızda işlerin gittikçe çılgınlık karnavalına dönüştüğünü de görebilirsiniz. Bunun bir parçası olmak istemem.

İstanbul hem izleyici hem de sponsorlar açısından çok iyi bir destinasyon. Üstelik festivalin sponsorlarından Dijiturk üzerinden Sundance filmlerini izleyebiliyoruz. Londra’da yaptığınız gibi Sundance Film Festivali’nin bir ayağını da Türkiye’de yapmayı düşünmez misiniz?

- Öncelikle Sundance’i Türkçe olarak yayınlamaktan mutluluk duyduğumuzu paylaşmak isterim. Festivalin yakın bir gelecekte Türkiye’de gerçekleştirilmesiyle ilgili bir planımız yok. Ama neden olmasın? Sinemanın oldukça geliştiği bir ülke olan Türkiye’de, Sundance Film Festivali’nin gerçekleştirilmesi kanalımıza da ayrı bir değer katar.

Haberin Devamı


İspanya, Amerika ya da başka kriz yaşayan yerlerde, sıkıntı her neyse, fazla uzun sürdü. Bu durumu aşmak için yeni bir şeylerin olması gerek. İşte bağımsızlığın devreyle girdiği nokta burası ve ben bunun için bağımsızlığa inanıyorum. Bağımsızlığın hareket getirdiğine inanıyorum. Ana akım dediğimiz filmlerin yanında insanlara her çeşit farklı filmi görme imkanı sunuyor.Bağımsız filmler çok daha alternatifli ve daha fazla ilgi yaratıyor.

Haberin Devamı

Ana akım sinemaya karşı değilim. Ana akım sinema derken yüksek bütçeli ve ileri teknoloji kullanılan, özel efektleri olan filmleri kastediyorum. Patlamalar, yıkılmalar, hızlı aksiyon yani. 150 milyon dolara mal olan bir film yüksek bir çıta tabii. Ve bununla ilgili hiçbir sorunum yok çünkü bu da sinemanın bir parçası. Ben sadece sinemanın daha insani olan yanını tercih ediyorum. Gerçek insanların hayatlarıyla ilgili hikâye anlatıcılığından bahsediyorum.

‘Sona Doğru’ (All is Lost) çok radikal bir filmdi. Zaten bunun için yaptım! Tek başına okyanusa açılan bir adamın hikâyesi. Saniye saniye, Hint Okyanusu’nun ortasında fırtınaya karşı hayatta kalma mücadelesi... Filmin tek oyuncusu bendim ve hiç konuşma yoktu. Filmi Mexico’da James cameron’ın ‘Titanik’i çektiği yerde çektik. Çünkü yapay dalga, yağmur ve rüzgar efekti yapma imkanı vardı. Zor ama heyecanlı bir yapımdı çünkü çok ama çok farklıydı.

Haberin Devamı

Obama güzel bir bağımsız film izlemek isterse ona seyrettirmek isterdim tabii Obama Hükümeti’nin bağımsız sinemayı desteklemek gibi bir derdi olduğunu sanmıyorum ama bunda sorun yok, zaten hangi hükümet destekliyor ki? Ama sinemayı lobicilik için kullanabilirsiniz. Mesela çevre için. Ben çevre aktivistiyim. Hükümete, Obama’ya ya da eşine küresel ısınma hakkında bir film gösterebilirsiniz. Bazen işe yarar, bazen de yaramaz.

Sizce hayatınızda yaptığınız en önemli şey neydi?
- İlginç hatta zor bir soru. Aklıma iki şey geliyor: Birincisi çocuklarım ve ailem. Onlarla gurur duyuyorum. İkincisi de bir kariyer sahibi olabilmem herhalde. Çünkü hayatımın merkezini bulabilmem, oturtabilmem uzun vaktimi aldı. Aktör olana kadar. Bundan dolayı kendimi şanslı hissediyorum çünkü özgürlüğü hissedebileceğim bir bağımsızlık sağladı bana.

Sinemanın insani yanını seviyorum

Haberin Devamı

Bugün yayınlanan işlerden hangisinde oynamak ya da yönetmen olmak isterdiniz?
- Bilmem. Mad Men herhalde... Evet bu güzel olurdu!

* 18 Ağustos 1936: Santa Monica, Kalifırniya’da doğdu
* 1954: Beyzbol bursuyla Colorado Üniversitesi’ne girdi. Annesini kaybetti ve alkol problemi nedeniyle bursunu aldılar.
* 1958: Dört çocuğunun annesi olacak Lola Van Wagenen’i nikaha ikna etti.
* 1967: Jane Fonda ile ‘Barefoot in the Park’ başrölü
* 1969: Paul Newman’lı yıllar: ‘Butch Cassidy and the Sundance Kid’...
* 1963: Eşi Lola’nın memkeketi Utah’da bir kayak merkezi satın aldı, adını Sundance koydu. Aynı yere bir de ev yaptırdılar.
* 1973: Yine Paul Newman, bu kez ‘The Sting’ ve 7 oscar!
* 1974: Mia Farrow ile ‘Muhteşem Gatsby’
* 1978: Kurucusu olduğu Sundance Bağımsız Film Festivali’nin ilk yılı.
* 1980: ‘Ordinary People- Büyük Ceza’ filmiyle yönetmen oscarı
* 2002: Akademi onunla ‘onur’ duymaktadır ve bunu bir ödülle taçlandırır.
* 2009: Eşinden boşandıktan sonra uzun süredir birlikte olduğu Sibylle Szaggars’la evlendi.
* 2010: O aynı zamanda bir Fransız şovalyesi: Legion d’Honneur!
* 2012: Sundance Festivali ilk kez ülke dışında: Ver elini O2, Londra!
* 2013: Tek başına oynadığı ‘Sona Doğru’
* 2014: Chris Evans, Samuel L. Jackson ve Scarlette Johansson’la ‘Kış Askeri’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!