Bu sezon dükkân yeniden eski keyifli havasına bürünmüş. Geçmişin insanlarını, beyaz leblebilerini özlemle anıyor: “Leblebi daha iri, daha tuzlu ve daha yumuşaktı. Bak, şimdi herkes oturuyor. O zaman her gece sirtaki vardı. Ara sıra Türk dostlarımız da gelirdi, birlikte zeybek oynardık...” Salto, aynı zamanda Rum Ortodoks Cemaati Başkanı. Adayı ziyaretinde Başbakan Tayyip Erdoğan’dan talep ettiği, yedi ayda inşaatı bitirilen saat kulesini gururla gösteriyor: “Tabelasında Başbakan ile benim adım yazılı...”
En uzun günde, yani 21 Haziran’da, Türkiye’nin en batı noktalarından biri Bozcaada’daysanız ne yaparsınız?
Bu soruya verilebilecek ilk yanıt, “Buz gibi soğutulmuş bir şişe şarapla, Polente Feneri’nde günbatımını izlerim” olur...
Açıkçası benim de niyetim buydu.
Ada temposunda, ağır adımlarla eski Rum mahallesinin sokaklarını arşınlarken, “Simyon Geleneksel Meyhane” tabelasını görünce küçük bir mola veresim geldi.
Tek sebebi vardı durmamın: Merak?
Simyon ne demek?
“Geleneksel”le ne kastediliyor.
Önce garsonlar, sonra şef ve sonunda da daha önceki seyahatlerimden tanıdığım adadaki en şık butik otellerden birinin, Mitos’un sahibi Fikret Okuş ile sohbete başladık.
İlk sorunun cevabı basitti:
Simyon, sayıları neredeyse bir elin parmaklarıyla ifade edilir hale gelen Bozcaada’nın Rum kökenli sakinlerinden biriydi. Tam adı Simyon Salto.
Kendisi, şöhreti ada sınırlarını aşan Salto domates reçelinin de yaratıcısı aynı zamanda.
İkinci soruya gelince?
Bizim o keyifli akşamüstü saatinde sohbet ettiğimiz yer, 50 yıl önce de meyhaneymiş.
Simyon Salto ile aynı adı taşıyan amcasına aitmiş. Mekân yıllar sonra, aynı adla yeniden kapılarını açmış.
Biz bunları konuşurken, hikâyenin baş kahramanı çıkageldi.
İŞTE SİMYON BEY
Simyon Bey, 74 yaşında.
48 yıllık evli. Beş erkek çocuk babası. Dördü Yunanistan’da, biri yanında.
Hâlâ her gün işinin başında.
Meyhaneden ziyade reçellerine sevdalı.
Bir de gözü gibi baktığı bağlarına.
“Buyurun bir rakı içelim” davetimize kayıtsız kalmıyor, hatta “Adada rakı içmek isteyen beni bulur zaten” diyerek öyle sıradan bir masa arkadaşı olmadığını da vurguluyor.
Ve başlıyor anlatmaya:
SİRTAKİ VE ZEYBEK
“Burası yeni açıldı... Oysa bundan 50 yıl önce sadece bu sokakta dört meyhane vardı. Biri amcamın meyhanesi Simyon? Diğerleri Vasili, Adrea ve Manol’ün yerleri?
İşi biten eve gider, gömleğini değiştirir, soluğu muhabbetine uygun meyhanede alırdı...
Bak, şimdi herkes oturuyor. O zaman her gece sirtaki vardı. Ara sıra Türk dostlarımız da gelirdi, birlikte zeybek oynardık.”
Simyonda masaya oturur oturmaz bir tabak beyaz leblebi getiriliyor?
Bunun nedenini soruyoruz. Lafı hiç dolandırmıyor:
“Başka bir şey yoktu, olsa da insanlarda para yoktu. O zamanlar gelen beyaz leblebi, yani Stragalya daha iri, daha tuzlu ve daha yumuşaktı. Şimdikiler bir şeye benzemiyor.”
Ya meşhur Ege mezeleri...
Vasili’nin yerinde yaparlarmış... Ama en yaygın meze, kalın kalın doğranıp bol sirkeyle sunulan lahanaymış.
Derken mezeler geliyor?
“Giritli zeytin” müthiş? Reçetesi Fikret Bey’in eşi Neslihan Hanım’da gizli.
BU CİĞER BİR BAŞKA
Diğerlerini saymayayım, gidin yerinde tadın... Ama bir ciğer yapıyorlar, Mehmet Yaşin’e nispet onun tarifini vermeden geçemeyeceğim:
Ciğeri, döner gibi ince ince dilimliyorsunuz, unlayıp kızgın yağa daldırıyorsunuz. Sadece 10-12 saniye tutup çıkarıyorsunuz. Az tereyağ atılmış teflon tavada, kekik ve pul biberle harmanlayarak çeviriyorsunuz. En son, ince kıyılmış tereotunu ekliyorsunuz. Ciğer servise hazır.
Tarifi çok kolay.
Ama, ustanın maharetinden midir bilemem bir ciğer tutkunu olarak yediklerimin en iyisiydi diyebilirim rahatlıkla.
Her neyse, biz asıl konumuza, yani Simyon Salto’nun anlattıklarına dönelim.
BAŞBAKAN’IN DOSTU
Başbakan Erdoğan Bozcaada’ya geldiğinde, Simyon Salto Rum Ortodoks Cemaati Başkanı olarak karşılamış kendisini. Erdoğan, “Bir isteğiniz var mı” diye sorunca, kilisenin girişine bir saat kulesi yapılmasını talep etmiş.
Yedi ayda yapmışlar kuleyi. Şimdi gururla gösterip, “Tabelasında Başbakan ile benim adım yazılı” diyor.
Erdoğan, o gelişinde, Simyon Bey’in oğlu Kosta’yı da AK Parti Gençlik Kolları Başkanı yapmış.
Ancak, ikili arasındaki her temas bu kadar sıcak olmamış. Şarapta artan vergilerden mustarip Simyon Bey, bir Çanakkale 18 Mart töreninde soluğu Başbakan’ın yanında almış, meramını anlatmış. Başbakan, üzüm bağlarını söküp meyve ağacı dikmelerini salık vermiş. Simyon Salto, şaşkın; “Bu belediyelerin diktiği süs ağaçlarına benzemez. Bir ağaç kaç yıl sonra meyve verir, Başbakan bilmez mi” diyerek dile getiriyor sitemini...
Cemaat başkanlığı konusuna dönüyorum.
“Benim kiliseyle falan hayatım boyunca hiç işim olmadı. Ama kimse kalmayınca maalesef bu iş bana kaldı” diyor ve ekliyor:
PAPAZ İLE HOCA BOZDU
“Bizim aramızı bozan, iki toplum arasındaki ilişkilere papazlarla hocaların karışmasıdır. Hele o Makarios yok mu, huzurumuzu o kaçırdı.”
Simyon Salto, “Benim büyükbabam 1841 yılında 105 yaşındayken burada öldü” sözleriyle vurguluyor Bozcaada’ya bağlılığını ve Roma İmparatorluğu’ndan beri ailesinin adalı olduğunu söylüyor.
“Ama Gökçeadalılar daha düşkün eski topraklarına, evlerine” diye araya girecek oluyorum, gülümsüyor ve şu ilginç sözleri söylüyor:
“Bozcaada’da tapu vardı, malını satan gitti. Ama Gökçeada’da tapu yok, koçan var. Satamadıkları için düşkünler mallarına.”
Yunanistan’da şu sıralar ekonomik krizle boğuşan, Bozcaada’daki malını mülkünü satmış eski dostlarına da bir mesajı var Simyon Salto’nun:
YUNANİSTAN’A GİTMEM
“Amcamın meyhanesinin yanında bir kasap, bir de bakkal vardı. Buraları çok değil kısa bir zaman önce 6 bin 500 liraya aldım giden birinden. Şimdi 700 bin veriyorlar ama satmıyorum, satmam da. Yunanistan’a sadece torunlarımı görmek için giderim.”
Saatler geçiyor, keyifli sohbet bitmek bilmiyor. Arka masada, oğlu ve gelini ile oturan Simyon Bey’in hayat arkadaşı Eleni Hanım sesleniyor:
“Geç oldu Simyon, ilaçlarımı saat 8’de aldım, uykum geliyor.”
Muhabbetin bölünmesinden rahatsız olan Simyon Salto, “Daha geç alsaydın ya ilaçlarını” diye söylenerek bizden müsaade istiyor.
PROGRAMI ÇOK YOĞUN
Kalkarken de “Yarın uğrayın reçel vereyim” diyecek oluyor, sonra “Yok, yok... Yarın sabah Burhaniye’ye gidip domates alacağım. Oradan Cunda’ya gider bir-iki arkadaşımı görürüm. Gitmişken Midilli’ye de geçerim” diyerek randevuyu bir sonraki Bozcaada seferimize erteliyor.
HUZUR GARANTİ AMA
Halikarnas Balıkçısı;
“Yokuş başına geldiğinde
Bodrum’u göreceksin...
Sanma ki sen,
geldiğin gibi gideceksin”
der ya ünlü dizelerinde...
Bodrum’un o Bodrumluğu kalmadı...
Şimdi Bozcaada öyle bir yer...
Adaya adım attığında huzuru buluyorsun...
Ama, ayrılmanın bedelini hep ağır ödüyorsun.
İster orada doğ, ister sıradan bir turist ol fark etmiyor.
Bozcaada insanı kendine âşık ediyor.
LEZZET SATAN BAKKAL
Bozcaada, her yaz yeni mekânlarla zenginleşiyor. “Bakkal” bunlardan biri... Yine eski Rum mahallesinde... Sade ama şık dekore edilmiş tek katlı bir evde. Bildiğimiz bakkallardan biraz farklı. Burada lezzet satılıyor. “Salkım”, “Sandal”, “Lodos” güzel bir
yemek için uğranabilecek diğer adresler. Hem denize girilip hem yemek yenilebilecek yer ise Habbele Koyu’ndaki Mitos Beach...