Güncelleme Tarihi:
Kuçu Kuçu’nun hikâyesi ne?
Özgü Namal: İki kadının bir gününü anlatıyor aslında. Aynı şirkette çalışan iki adamın karılarının bir ada evinde içki içip sohbet ederek git gide alevlenen yüzleşme, dağılma ve deşifre sürecini... Ben yani Melis, kocamla birlikte Melda’ların adadaki evine davet edilmişim. Çünkü Melda’nın kocası benim kocamın patronu ve ilişkileri ilerletmek falan istiyorlar.
Selen Uçer: Melis, diğerlerinden önce eve gelince benimle baş başa kalıyor ve kocalarımızı bekleme sürecinde sıkı bir yüzleşme sürecine giriyoruz. Bu aslında Melis ve Melda’nın sadece birbirleriyle değil, kendileri ve geçmişleriyle de hesaplaştıkları bir gün. Benim için oyunun en önemli yanı, iki kadın üzerinden anlattığı hikâyenin günümüze yaptığı gönderme. Bugün herkes sosyal yaşam içinde bir iktidar kavgası sürdürüyor. Herkes güç manyağı olmuş. Bizim Melda’yla Melis de öyle aslında. Çünkü sistem onları bu şekilde yetiştirmiş. Gerçek arkadaşlık bile kuramıyorlar. Evlilikleri de bunun üzerine kurulu.
Bu iki kadının isimlerindeki benzerlik sebepsiz olmamalı. Yollarının kesişmesinin sebebi geçmişleri veya özlerine mi dayanıyor?
ÖN: Ne yazık ki bu iki kadın 9 yaşında karşılaşmışlar. Yıllar sonra tekrar karşılaşıyor ve geçmişte yarım kalan şeyin hesaplaşmasını yaşıyorlar.
SU: İkisi de aslında bağımlı. Birisi yönetilmeye, diğeriyse yönetmeye... Bir sürü kadın böyle büyütülüyor, hayatı böyle öğreniyor ve ilişkilerini bunlar üzerine kuruyor. Melis’le Melda’nın şu hikâyesi bir sürü insanın ve kadının ortak hikâyesi aslında.
Ama nedense kadınlara dair hikâyelerden pek söz edilmez bu sektörde...
ÖN: O yüzden Kuçu Kuçu bu ülkede pek alışık olmadığımız türden bir oyun. Biz genellikle erkek hikâyeleri anlatmayı seven bir toplumuz. Erkek egemen bir sektörde çalıştığımız için sinema, tiyatro ve televizyonda erkek hikâyelerini anlatırız. Erkeklerimiz hep kahramandır. Oyunun Fransız yazarı Fabrice Roger-Lacan belki vizyonu, belki de Fransa’da yaşamanın verdiği özgürlükle bizim iki kadının hikâyesini anlatma cesaretini göstermiş. Biz aynı cesareti gösteremiyor, daha önce üretilenlerin üzerine yeni metinler yazıyoruz. Bir deli kuyuya taş atıyor, kırk akılı çıkaramıyor misali.
SU: Hele bizim toplumda çocukluktan beri bastırılan kadın, büyüdüğünde daha iktidar sahibi, daha kıskanç ve daha kontrolcü oluyor. İşte Kuçu Kuçu’da bütün bunların toplamı var. Bunları komediyle dram arasında gezinen bir çizgi ve yüksek ritimle sahneye getiriyoruz. Bir de çok önemli bir sürprizi var oyunun. Ama onu da şimdi söylemeyelim.
OYUNU PSİKİYATRLARA OKUTTUK
Az önce siz provadayken ilk sahneden bir bölüm izledim. “Bir kadın ölü bir aslan yerine, diri bir köpeği tercih eder” lafı dikkatimi çekti. Siz bir kadın olarak bu söze katılıyor musunuz?
SU: Öyle ezik yetişiyor ki kadın kimi zaman, ezikliğinin üstünü kontrolcülüğüyle örtmeye çalışıyor, diyor oyun. Ben bunu kabul eder miyim? Etmem. Çünkü her şeyi savaş ya da yarış olarak algılarsan, ki sistem bizi buna itiyor, eline hiçbir şey geçmez. Küçükken bir arkadaşım vardı. Oyun oynarken ‘iyi olan kazansın’ derdik hep. Şimdi görüşemiyoruz. Çünkü o rekabet yetişkin hayatımızda yordu bizi.
ÖN: Biz Selen’le bu kadın konularına çok takığız. Senin de dikkatini çekmiştir. Bu oyunu seçmemizin en büyük sebeplerinden biri de erkek egemen toplumun kadına uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddete dair bir laf söylemesi. Bu görünmeyen şiddet en modern ortamlarda bile kadınlara yaşatılılıyor. ‘Hanımın Çiftliği’ dizisinin setinde birlikte çalışırken, aralarda muhabbet ederdik Selen’le. Bu konular açılınca farkına varmadan çok ateşlenirdik. Demek bu işi yapacağımız varmış.
Birkaç kadın bir araya gelir gelmez, en çok konuştuğumuz konu bu oldu artık. Kuçu Kuçu’da oynamak sizde vicdanen bir tatmin sağlıyor olmalı?
SU: Bizim mesleğin en güzel yanı, çok inandığın işleri yapmaktır. Her zaman olmaz ama. “Allahım iyi ki bu işin içindeyim” dediğimiz çok azdır. Kuçu Kuçu tam da öyle bir iş. Durmaksızın sürdürülen bir güç savaşı içinde öylesine sıkışıp kalmışız ki... Ve şimdi bundan bahsediyoruz.
Birbirinize birer tasmayla bağlı olduğunuz oyun afişi bir sado-mazo ilişkiyi de çağrıştırıyor. Nasıl yorumlarsınız bunu?
ÖN: Oyunun en hoşuma giden tarafı, karakterlerin psikolojik açılımlarının olması. Yazar gerçekten yazmış, gerçekleri yazmış yani, hakkını vermiş. Oyunu psikiyatrlara da okuttuk. Evet, özünde bir sado-mazo ilişkinin yattığı şeklinde yorumlanabilir. Melda ve Melis birbirlerinin canını yakarak sevmeyi ‘sevmek’ zannetmelerine sebep olan bir travmayı paylaşıyor. Oyunun bu psikolojik derinliği beni en çok bağlayan şey. Çünkü artık hem televizyon hem de tiyatroda sabun köpüğü gibi boş işler izlemekten sıkıldım. Karakterlerin derinlikleri yok. Halbuki bizler ne kadar deriniz. Deşsek neler çıkar hepimizin altından.
SU: Yani bir kötü kadın varsa metinde, o hep kötü kadın artık. Acısını, iyi tarafını veya aşkını görmüyoruz. Ama inanın erkek karakterlerde durum farklı.
Oyunun yönetmeni bir erkek. Karakter okumalarında iki kadın bir olup da yönetmene “Bir kadın onu öyle yapmaz” diye itiraz ettiğiniz oluyor mu?
ÖN: Ohoo! O konuda çok çatıştık. Kerem bir şey söylüyor, “Hayır, o öyle olmaz, o kadınca bir şey değil” diye anlatmaya başlıyoruz falan. Sanki uzaylıdan bahsediyoruz... Bak, kadın-erkek de birbirimize bu kadar yabancıyız. Kerem ki bu çatışmayı en son yaşayacağın duyarlı erkeklerden biri. Düşün, biz neler gördük. Ama Kerem’e bile anlatmak zorunda kaldık.
ZAMANINDA REKABETİMİZ DE OLDU
Siz aynı sahneyi paylaşan iki iyi kadın oyuncu, hiç iktidar çatışması yaşamıyor musunuz?
ÖN: Biz paylaşmayı, birlikte olmayı seçtik. Zamanında rekabet ettiğimiz oldu, evet. Aynı anda aynı Afife Tiyatro ödülüne adaydık mesela. Oh, onu da ben aldım! Sonra Selen benim oynadığım ‘Hanımın Çiftliği’ dizisine geldi. İyi bir oyuncu geldiği için sevindim. Benden iki sene sonra Afife’yi o aldı. Ona da sevindik. Yani bu rekabet durumunu değiştirmek kadınların elinde. Yoksa biz de bilirdik birbirimizi gömmeyi.
Özgü Hanım, siz tiyatro sahnesine çıkmayalı beş seneyi aştı. Bir süredir herhangi bir proje de kabul etmiyordunuz. Tiyatro mu vardı kafanızda?
ÖN: Evet, en son Ferhan Hoca’nın (Şensoy) ‘Kiralık Oyun’undaydım. Zaten bu yıl özellikle tiyatro yapmak istiyordum. Her şeye ara verip, antrenmana geri dönmenin zamanıydı. Birkaç oyun da okumuştum. Ama daha farklı şeyler yapmak istedim. Yaşın getirdiği bir şey herhalde bu, artık sözü olan işler yapmak istiyorum. Tam bunları düşünürken, Selen aradı. Bu rol için. Aklımızda böyle bir iş vardı, çok heyecanlandık. Bana da iyi geldi sahne, çok iyi hissediyorum kendimi.
Kuçu Kuçu dışında başka projeleriniz de var. Onlardan söz eder misiniz?
SU: Levent Kazak’ın yazıp, Laçin Ceylan’ın yönettiği ‘Cam’ oyunu bu sezon da devam ediyor. O oyunda sahneye çıkıyorum bir yandan. Hep aynı işlere girmek istemediğim için de biraz bekliyorum. Artık televizyonda komedi yapmak istiyorum daha çok. Şu an görüşmelerimiz var ama henüz kesin bir şey yok.
ÖN: Önümüzdeki yıl ocak ayından itibaren Kanal D’ye bir proje yapacağız.Şimdi hâlâ kast aşamasındayız. Adı ‘Kahperengi’ Hande Altaylı’nın romanından uyarlama.
Kerem Ayan
Onlarla çalışmayı bir de bana sorun
Fabrice Roger-Lacan’ın ‘Chen chen’ oyununu okuyup, çok beğendim. İki kadının rekabet ve hesaplaşmasını öyle derinlikli vermişti ki... Oyunu Türkçeye çevirdim. Fakat metni okuttuğumda kimse bir şey anlamıyordu. Dedim, bu böyle olmayacak. Bunu Türk seyircisine hitap edecek şekle getirmek, yani Türkleştirmek gerek. Kadınların isimlerini Melis ve Melda yaptık. Oyunda ikisinin adı bir ismin düz ve ters okunuşuydu, karşılığını bulamadık. Kadınları burjuvadan orta sınıfa doğru çektik. Diyologlar da bize daha uygun hale getirildi. Fransızca’daki söz oyunları çeviride metni boğuyordu. Son olarak, Fransız oyunundaki kadınlar gibi soğuk değil, sıcak kadınlar yarattık. Provaya girdiğimizde öyle bir güzellik oldu ki, zaten Selen de Özgü de rollerine bir sürü şey katmaya başlamışlardı. Oyunun kendisi komik evet ama biz provalarda daha çok eğlendik!
PROVALARDA ÇOK TARTIŞIYORUZ
Oyunda iki kadın bayağı derin bir hesaplaşmaya giriyor. Kadın oyuncularımda en derinden etkileyen şeyler çıkıyor bazen. Kendi geçmişlerinde bulduklarını da oyuna taşıyorlar. Çünkü onları benden daha çok rahatsız eden, derinlerine inen bir şeyler var. Provalarda bazen bana olan tepkileri de çok sert olabiliyor. Kadın dünyasına dair bir oyun bu neticede. Bazen “O kadın burada öyle yapmaz, şöyle yapar” falan diyorlar. Başlıyorum dinlemeye. Çoğunlukla da haklı çıkıyorlar. Bazen tartışıyoruz, olurdu olmazdı falan. Bazen ben inat ediyorum, bazen de onlar. Yine de bir yönetmen için de verimli bir çalışma ve ikisi de çok sevdiğim iyi oyuncular.
‘Kuçu Kuçu’ 15 Aralık’ta Trump Towers Mall’da prömiyer yapıp, 26 Aralık’a kadar İstanbul’un iki yakasını birden dolaşacak. Biletler Biletix’te.