Oluşturulma Tarihi: Ağustos 17, 2005 00:00
Hanımlarımız güzelleşmek uğruna bıçak altına yatmakla yahut rejim veya spor gibi yorgunluklara katlanmakla boş yere uğraşıp gereksiz yere eziyet çekiyorlar, zira kütüphanelerin kasalarında saklanan ve okuyuculara çıkartılmayan eski elyazması eserlerde eşsiz güzelliğin sırrı da yazılı: Tamahabniyayil isimli cin...Günlerden bu yana hangisinin daha hoş olduğunu tartıştığımız Siren Ertan ile Ceyla Gölcüklü bile, Tamahabniyayil’e ulaşmaya yarayan tılsımları ve duaları elde edip cinle temas kurabilen hanımların yanında sıradan birer güzel olarak kalırlar!Türkiye’de günlerden buyana bir ‘güzellik tartışması’ yaşanıyor ve Siren Ertan’ın mı, yoksa Ceyla Gölcüklü’nün mü daha güzel olduğu konuşuluyor.Eski zamanlardan kalan ve bugün kütüphanelerin kasalarında saklanan ‘öteki dünya’ konularında kaleme alınmış kitaplara bakarsanız, bu tartışmalar son derece gereksiz; zira hemen her kadının güzel görünüp herkes tarafından beğenilmesi mümkün ve bu işin de bir cini var: Tamahabniyayil...İstanbul’daki bir kütüphanede muhafaza edilen eski bir elyazmasında, Tamahabniyayil’den yardım isteyen ve onunla temas edebilen hemen herkesin etrafındakilere bir anda güzelin de güzeli görüneceği söyleniyor. Sonra, Tamahabniyayil ile ilişki kurmakta muvaffak olanların karşısına birdenbire Kastaguhinureş isimli bir başka cinin de çıkması halinde güzelliğin çok daha artacağı, emsalsiz bir hále geleceği ve bu cinlerle temas eden hanımlara herkesin hudutsuz bir hayranlık besleyeceğii anlatılıyor.Sözün kısası, Tamahabniyayil varken hanımların burunlarını kaldırtmaları, yüzlerini yahut karınlarını gerdirmeleri, kaşlarını yükseltmeleri, oralarına buralarına silikon takviyesine kalkışmaları yahut göğüslerini dikleştirmeleri gayet lüzumsuz bir iş. Siren Ertan ile Ceyla Gölcüklü bile, Tamahabniyayil ile bir anlığına olsun temas edebilen hanımların yanında sıradan birer güzel olarak kalırlar!Aşağıda, bu elyazmasının Tamahabniyayil ile temas ederek güzelleşmenin yolunun anlatıldığı kısmını bugünün Türkçesi’ne naklederek veriyorum. Ama cinin davetinde okunması ve yazılması gerektiği söylenen tılsımlarla duaları vermiyorum.İşte, Tamahabniyayil’i davet usulü:‘...Güneş gökyüzünde dolaşırken
Başak Burcu’na geldiği zaman Allah’ın emriyle bütün bilgilerin yazılı olduğu kitabın altından bir melek ortaya çıkar ve güneşe vekil olur. Bu meleğin ismi, ‘Tamahabniyayil’dir.Tamahabniyayil’in emrinde on beş kere yüz bin adedince melek vardır. Bu meleklerin herbirine iki yüz yirmi iki bin melek hizmet eder, bunların emri altında da yüz binlerce cin bulunur. Tamahabniyayil öylesine güçlüdür ki, akla gelen herşeye tesir eder.Tamahabniyayil’in şekli insana benzer ama iki başı, iki kanadı ve dört eli vardır. Bir elinde kalem, ötekinde mızrak, diğrinde káğıt ve dördüncüsünde de bir tas tutar.Etrafındakilere güzel görünmek ve herkes tarafından beğenilmek isteyenler, Tamahabniyayil’e mahsus duayı misk ve safran mürekkebi ile bir kaz ayağının perdesi üzerine yazalar ve mum içerisine koyup küláhlarında yahut saçlarının arasında taşıyalar. Böyle yaparlarsa ne kadar suratsız, çirkin ve acuze gibi olsalar dahi cümle álemin gözüne güzel ve şirin görünürler.Daha fazla güzel olmak ve çok daha şirin bir hále gelmek arzu edilirse, güneş Başak Burcu’nun yedinci derecesine ulaştığı zaman beyaz ipek parçası alalar, üzerine Tamahabniyayil’in tılsımı yine misk ve safran mürekkebi ile ama mürekkebin içine yağmur suyu iláve edierek yazalar. Beyaz ipek yerine tilki derisi kullanıldığı takdirde güzellik tasavvur bile edilemeyecek derecede olur.Bütün bu işler yapılırken ‘Kastaguhinureş’ adında iki başlı, başının biri ádemoğluna diğeri ise geyiğe benzeyen, saçları aşağıya dökülmüş, bir elinde def ötekinde de ney tutan bir başka meleğin görünmesi muhtemeldir. O takdirde aynı duaları mürekkebe hıyar suyu ilávesiyle ve Kastaguhinureş’e hitaben yazanlar sadece güzelleşmekle kalmaz, üstelik Karun gibi zengin de olurlar.’İşte, káinatı idare eden ve ‘kutup’ denen kozmik yöneticilerEskiler, káinatın kendi başına bırakılmadığını, yaratılıştan kıyamete kadar geçecek olan zaman içerisinde her an korunduğunu, yüksek vasıflarla donanmış bir ermişler topluluğu tarafından idare edildiğini söyler ve bu idarecilere ‘kutup’ derler.Kutuplar, bir yerde peygamberin vekili gibidirler; dünyada sıradan bir insan gibi yaşarlar, ölümlerinden sonra yerlerini yenileri alır, sayıları her zaman için 12’dir ve en üst mertebedeki kutuba da ‘gavs’ denir.Eski zamanlarda bu konuda kaleme alınmış olan eserlere göre, dünyayı peygamberlerin gönderilmesinden önceki devirde idare etmiş olan kutupların adedi 313’tür. Bu sayı daha sonra 12’ye inmiştir ve kutuplar hákimiyetlerini günümüzde de devam ettirmektedirler.Bugün köklü bir ailenin hususi kütüphanesinde muhafaza edilen ve bir sayfasını burada gördüğünüz elyazmasında, káinatın yaratılışından buyana gelmiş ve gelecek olan bazı kutuplar şifreli bir üslupla tanıtılıyor ve bir kısmı resimlerle gösteriliyor. Ancak bu kişilerin ‘dünyevi’ isimlerini öğrenebilmek için şifreleri çözebilecek donanıma sahip olmak, yani ‘cifir’ ilmini çok iyi bilmek lázım.Kehanetin en büyük üstadı, Ankara’nın başkent olacağını 100 yıl öncesinden bilmiştiKitaplıklardaki kasalarda saklanan málum elyazmalarındaki bilgilerin gerisinde, ‘Ebced’ denilen bir hesap sistemi vardır.Sistemin temeli, alfabedeki her harfin belli bir rakam değeri taşımasına dayanır ve kelimeler, kendilerini meydana getiren harflerin değerlerinin toplamı olan sayılara karşılıktırlar.Bu işlerin en yüksek derecesi olan ‘cifir’ de Ebced’i kullanır. Geçmiş asırlarda yaşamış olan cifirciler kehanetlerini açık şekilde değil, mutlaka şifreyle yazılmışlardır ve cifrin Türkiye’deki en büyük üstadı, 1830’ların başında büyücülük suçlamasıyla öldürülen Müştak Baba adındaki bir şairdir.Müştak Baba’nın 1846’da basılan ‘Divan’ındaki bazı şiirlerde çok sayıda kehanet vardır, üstelik günün birinde ániden öldürüleceğini bile anlatmıştır ve en bilinen kehaneti, Ankara’nın 1923’te İstanbul’un yerini alıp başkent olacağını 100 küsur sene öncesinden söylemesidir.Şair, Ankara’dan sözettiği ve ‘Me’vá-yı názenine kim elf olursa efser / Lá-büdd olur o me’va İslámbol ile hemser’ sözleriyle başlayan şiirinde, kehanetini bakın nasıl söylemiş:Müştak Baba, ilk mısrada ‘1000’ mánásına gelen ‘elf’ ve ‘tác’ demek olan ‘efser’ sözlerini veriyor ve ‘efser’in başına ‘elf’in iláve edilmesi gerektiğini söylüyor. Ebced hesabıyla 341 tutan ‘efser’e ‘elf’in, yani ‘1000’ sayısının ilávesiyle, Ankara’nın başkent yapıldığı 1923’ün Hicri takvimle karşılığı olan 1341 tarihini elde ediyoruz.Şair, daha sonra ‘Ankara’nın eski harflerle yazılışında kullanılan ‘A-N-K-R-H’ harflerini mısralarda ayrı ayrı sıralıyor, ‘Güzeller beldesi ve Hacı Bayram’ın memleketi olan Ankara, 1341 yılında başlara tác olacak ve İstanbul’dan -yani, şiirin yazıldığı zamanın başkentinden- farksız hále gelecek’ diyor.BİTİRİRKENBu sayfada üç gün boyunca devam eden ve ‘öteki álem’i konu alan dizinin yayını sırasında, çok sayıda e-mail aldım. Kimisinde sözünü ettiğim kitapların hangi kütüphanelerde bulundukları soruluyor, kimisinde ‘iyi bir büyücü’ adresi isteniyor, kimisinde de kitapçılıkla bir ilgim bulunduğu düşünülmüş olacak ki, ‘Elimizde aileden kalma böyle kitaplar var, elden çıkartmamıza yardımcı olur musunuz?’ deniyordu.İşin önemli bir tarafını unutmamamız gerekiyor: Dizide sözünü ettiğim kitaplar asırlar öncesinin anlayışıyla kaleme alınmış, bir kısmı o devrin entellektüel merakına hitap eden, bir kısmı da folklorik özellikler taşıyan eserlerdir ve yayınladığım dizinin maksadı da ‘Bu büyüleri deneyin’ demek değil, okuyucuya kültürel zenginliğimizin pek bilinmeyen bir kısmını gösterebilmektir.Sokaklarda başıboş dolaşan zavallı köpekleri elyazmalarından naklettiğim işleri yapmak için katletmeye kalkışabilecek olanlara da küçük bir hatırlatma: O hayvanların bir hayal uğruna tek bir damla kanını akıtacak olanların, Urumhamatahayil’den çekecekleri vardır!
button