Oluşturulma Tarihi: Eylül 30, 2004 00:00
Bazen canım sıkılıyor -daha doğrusu, doğduğumdan beri genel olarak hep canım sıkılıyor- ve hayatın genel seyrini zihnimde bozup, bir de tersten kuruyorum.Mevzuyu zihninizle sınırlı tutmayıp pratiğe de döktüğünüz durumlarda, hele bir de ‘Budala’ misali kimi zaman gülünç de olmayı göze alıyor, hatta bunu -tırnak içinde- ‘sağlıklı’ buluyorsanız, manzara (yani siz) tam bir seyirlik oluyor; ayrı...Neyse...Hayatı tersten kurabilsek, diyorduk.Örneklemek gerekirse: Meselá, geçtiğimiz pazarın New York Times’ında yer alan Rick Marin imzalı bir makálede, bu sezon ABD’de yayınlanan sit-com’ların kısa bir analizi yapılmış.Bu dizilerin ikisi bizde, cnbc-e’de de yayınlanıyor: According to Jim ve King of Queens... (Bu arada yeri gelmişken, cnbc-e’ye, hayatımızı kurtaran bir kanal olduğu için şükranlarımızı sunmayı da borç biliriz. NTV’de çalışan arkadaşları arayıp, ‘Kardeşim hazır eliniz değmişken şunu da getirip hayır duamızı alsanıza’ demeye kalmadan Emmy Ödül Töreni’nde ne var ne yoksa toparlayan Angels in America’yı almışlar, Ekim’de vizyona sokacaklar arslan parçaları...)Bunların yanında, Seinfeld’in George’u olarak tanıdığımız Jason Alexander’ın başrolde olduğu Listen Up ve Still Standing isimli iki ayrı diziden daha bahsediliyor.Bu dizilerin ortak noktası, şişman ve gülünç kocalar ile fıstık gibi karılardan oluşan aile komedileri olması...Yani: Lapacı, kendini kurnaz zanneden ama her bir haltı eline yüzüne bulaştıran, bin kiloluk, kimileri kısmen, kimileri tamamen kel bir takım adamlar ve onların hayatını çekip çeviren manken gibi kadınlar...Niyeyse, böylesi modellere hiç şaşırmayız değil mi?Rosanne Barr’ın seneler boyu bütün rating rekorlarını silip süpüren, kendi ismini taşıyan sit-com’ı Rosanne’in ‘radikal’ bir dizi sayılması tam da bu yüzdendi.Yani kadın şişmandı, çirkindi, üstelik bütün iyi esprileri de o yapıyordu. Allah Allah, bak sen şu işe, nasıl yaniydi???Yine de radikal dedikse, tabii bir yere kadar. O kadar da değildi...Zira neresinden baksanız, neticede Rosanne’in kocası da 200 kiloya yakın çekiyordu. Maaile obezdiler yani... Bunun yanında, adam da bir tür beceriksiz, bir tür hımbıldı.‘Denge’ bakiydi, hayat alıştığımız şekilde ‘adil’di...Bir gün şöyle bir dizi çekildiğini düşünsenize: Durmadan geğiren ve yellenen, geğirtiyi ve yellenmeyi kalifiye bir espri zanneden, hayatını en kısa zamanda en çok abur cuburu mideye indirmeye adamış, düşük gelirli bir işi olan ve hani o kadar da matah bir anne olmayan bir kadın...Ve onun yarattığı can sıkıcı durumlara yaptığı boktan espriler dolayısıyla müsamaha gösteren ve her şeye rağmen onu seksi bulan, gün gelip de değişeceğine dair imanını hiç yitirmeyen poster çocuğu kıvamında yakışıklı, yetmezmiş gibi üstüne üstlük bir de akıllı bir koca...Bakın işte bu şaşırtıcı olurdu, değil mi?Ya da ne bileyim, şu ‘Gelinim Olur musun’ yarışmasının tam tersi bir kadroyla gerçekleştiğini düşünün: (Hoş, olmaz olmaz, demeyelim, burası Türkiye, olmaz olmaz...)Bir grup kız babası, damat adaylarıyla bir evde toplanmış, kim daha iyi
yemek ve köpüklü kahve yapıyor, kayınbabasına hürmet gösteriyor yarışındalar.Bir grup kadın da oturduğu yerde, karnını kaşıya kaşıya kendine adam beğeniyor...Olmaz böyle şeyler değil mi?Neden olmaz anlamak için yine kadınlara bakmak gerekiyor ya, insanın asabı esas o noktada bozuluyor.Şu gelin-kaynana evindeki, oğullarının dışkısında boncuk kaynadığına inanan kadınlara bakın, anlarsınız.Nasıl ki töre cinayetlerinde oğullarının eline silahı veren kadınlarsa, genelde kadınların çanına ot tıkayan, egosu göbeğinden bile şişman erkekleri piyasaya süren de anaları oluyor.Kadınlar, hayatın, daha doğrusu babalarının, kocalarının kendilerine reva gördüğü şeylerin intikamını oğulları üzerinden aldığını zannediyor. Ve of yani, nasıl da yanılıyor.Hayat çok sıkıcı.Sonra da bana neden hayatımı uzun ve taammüdi bir intihar gibi yaşadığımı soruyorlar.Çünkü canım sıkılıyor.
button