Şiir Dünyası

Güncelleme Tarihi:

Şiir Dünyası
Oluşturulma Tarihi: Nisan 29, 2000 00:00

Haberin Devamı

BİR PORTRE: Zühal SEÇKİN

Hasret ve aşk kokulu şiirler

KENT merkezinde bir otelin teras katı. Sahnede genç bir kız, gitar çalıyor. Müziğin ezgisi, okunan şiirlerle bütünleşip, salonun her yerini dolaştıktan sonra, açık pencereden Antalya sokaklarına ulaşıyor. Oradan da insanların yüreklerine...

Zühal Seçkin'in, adına ‘‘İkinci Güneş’’ dediği, ikinci kitabının tanıtım kokteyli vardı o akşam. İşte, müzik ve şiirin en güzel birlikteliğinin yaşandığı bir ortamda tanıdım Zühal Hanım'ı. Dostlarıyla birlikte olmanın mutluluğu okunuyordu yüzünde.

İlk kitabı İstalya Şarkıları'ndan sonra gelmişti ‘‘İkinci Güneş’’. Geçtiğimiz yıl ‘‘Gecenin Bir Yarısı’’nı yayınladı. Adını henüz koymadığı dördüncü şiir kitabı ise yayına hazır bekliyor.

İKİ KENTİN ŞİİRLERİ

İki kız bir erkek çocuğu annesi olan Zühal Seçkin, üretken bir kişiliğe sahip. Zühal Hanım, 1968 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun oldu. İstanbul doğumlu olan şair, 1975 yılında da Antalya'ya yerleşti.

Almanya ve Hollanda'da seramik ve vitray sergileri açtı. İlk kitabının kapak tasarımını ressam Etem Çalışkan yaptı.

Ne İstanbul'dan vazgeçebildi, ne de Antalya'dan. Bu nedenle, ilk kitabının adı ‘‘İstalya Şarkıları’’ oldu. Çok sevdiği bu iki kentin adını, dizelerinde birleştirdi. Tahir Kutsi Makal da, kitabın arkasına şunları yazdı:

‘‘İstalya'daki şiirler, bir özlemin ifadesidir. Özlemin, doğa sevgisinin, insan sevgisinin ifadesi. Bu şiirlerde Zühal Seçkin, İstanbul ile Antalya sevgisini, bu güzel şehirlerdeki duygu ve düşüncelerini kelimelerle örmektedir.’’

GİTARIN TELLERİ

Duyduğum vakit gitarın tellerini,

Hissederim Mozart'ı, Bach'ı, Bethooven'i,

Yakınımda varlıkları,

Öylesine etkilenirim ki,

Onaltıncı yüzyılın

Havası sarar buraları.

Hazin ve muhteşem,

Kokladığım çiçekler,

Geçmişi haber verir,

Dinlediğim gitarın telleri

Sevgiyi duyurur tüm asırlara

Olmayan hisleri uyandırır

Buz tutmuş kalplere.

Bir bakarım,

Tüm dostlar toplanmış

Zamanı dans ettiriyor

Dönüyor etekleri.

LOTUS ÇİÇEĞİ

Gecenin koyulaştığı yerlerde, Kalplere lotus çiçekleri serpilir.

Karların geceye fısıltılarını böler,

Sokaklarda çılgınca,

Oynamaya başlar fırtınalar, Şarkılar söylenir,

Kuytu portakal bahçelerinde...

antalya Şİİrlerİ

Side

Dokunur rüzgarın eli

Kumsalın tenine

Bir tılsımlı andır

Her gün batımı

Side'de.

Deniz kokusu karışır

Saçlarına zamanın

Dökülür sanki

Binlerce yıl öncesinden

üstümüze.

Işık, renk,

çiçek kenti

Ve tarihin

gizemli beldesi

Sen eşsiz bir armağansın

Geçmişten günümüze.

Şule TÜREL

Nisan sabahı

Bayraktar bayrağı çekti, gözlerin

Yolda kalmaz dindir gönül ağrını

Mevsim bahçelerden geçirdi serin

Çarpıntılarıyla ilk rüzgarını

Açık pencerene doğru yükselen

Nisan, bir havadır denizden gelen.

Bense sevinçliyim, içerimde sen

Bırakmış gibisin bütün varını.

Senin gözlerinle görmekteyim ki,

Şehir tapılacak bir güzelliği

Saklıyor. Ufukta gümüş bir çizgi

Hemen hazırlıyor sanki yarını.

Antalya, bahçeler, evler, bu dekor

Nisan bir el gibi bizi okşuyor;

Ne ben anlatayım, artık, ne sen sor

Sevilmeyenlerin acılarını.

Hamit Macit SELEKLER(1909-1974)

Aşk Şiirleri

Bağışla

Ya zamanından çok erken gelirim

Dünyaya geldiğim gibi

Ya zamanından çok geç

Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım

Hep erken giderim mutsuzluğa

Ya herşey bitmiştir çoktan

Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın

Ölüme erken seviye geç

Yine gecikmişim bağışla sevgilim

Seviye on kala ölüme beş.

Aziz NESİN

Şiir üzerine arada sırada

Şİİr

Pablo NERUDA

NE ÇOK sanat eseri. Bu dünyaya sığmayacak kadar. Evlerin dışlarına bile asmalı onları, ne çok kitap, ne çok kitapçık. Kim okuyabilir bütün bunları. Onları yiyebilseydik. Şu açlık dünyasında, onlardan salata yapabilseydik. Onları küçük küçük doğrayıp yemek yapabilseydik. Kitap bolluğu var. Kitaba doyduk buramıza kadar. Dünya boğuluyor kitap bolluğu altında.

Reverdy bana şöyle demişti: ‘‘Bana bundan böyle kitap gönderilmesin diye yazdım postaya. Hepsini açmaya bile vaktim yok. Onları koruyacak yerim kalmadı. Odamın duvarları boyunca, tavana kadar tırmandılar. Bir felaket olacak, başıma düşecekler, diye korkuyorum.’’

Elliot'u herkes tanır. Ressam olmadan, tiyatro yönetmeden, ileriyi gören eleştiriler yazmadan önce, benim mısralarımı okurdu. Pek hoşlanırdım bundan... Bu şiirleri ondan daha iyi anlayan yoktu. Günün birinde, kendi şiirlerini okuduğunda: ‘‘Okumayın bana onları, okumayın bana onları’’ diye bütün bencilliğimle protesto etmiştim, yanımdan uzaklaşıncaya kadar.

ŞİİRİMİN KIVRIMLARI

Sonra da banyoya kilitlemiştim kendimi. Fakat Elliot şiirlerini kapının deliğinden okumuştu bana... Çok üzülmüştüm. İskoçyalı şair Frazer de yanımdaydı. Bana ‘‘Neden böyle davranıyorsun, Elliot'a?’’ deyince ‘‘Okurumu yitirmek istemiyorum’’ karşılığını verdim. Ona, bunca özen gösterdim... Şiirimin kıvrımlarını bile yakından tanıdı.

O resim yapabilir. Denemeler yazabilir. Fakat ben, okurumu elimde bulundurmak, kendim için alıkoymak istiyorum. Yaban ülkelerinin bitkisi gibi... Onu büyüteyim istiyorum... Anlıyorsun beni değil mi Frazer? Zira böyle giderse, şairler bundan sonra yalnızca öteki şairler için eser yayımlayacak.

Her biri kendi şiir dergiciğini çıkarıp, ötekilerin cebine koyacak... Son şiirini ötekinin tabağına bırakacak. Böylesi bir zahmete hiç değmez. Ya da şiiri, parlak güneş altında bir alana bırakmak... Yoksa insan yığınlarının ellerinde parçalansın, lime lime mi olsun?''

HER YORGUNLUĞA DEĞER

Şiir uzakta, okurlarla bağlantısını yitirdi. Bunu yeniden kazanması gerekiyor. Karanlıklarda yol alması, insanların kalpleriyle, kadınların gözleriyle, yollarda bilinçsiz kişilerle karşılaşması gerekiyor.

Belirli yarı uykulu anlarda ya da yıldızlı gecelerde, tek tek bir mısra arayan kişilerle. Böylesine önceden kestirilemeyen bir konukluk, her yolun, okunmuş her şeyin, öğrenilmiş her şeyin yorgunluğuna değer.

Tanımadıklarımız arasında, kendimizi yitirmeliyiz ki, onlar da yollarda bizleri okusunlar. Bin yıldır hep o aynı ormanda, yaprakların düştüğü kumlarda... Ve ortaya koyduğumuz şeyi, sevip okşayarak bağrımıza basmalıyız. İşte, ancak o zaman, gerçekten şair oluruz. Şiir o ‘‘şey’’de yaşayacaktır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!