Güncelleme Tarihi:
“Sıcak” filminde rol almaya nasıl karar verdiniz?
- Ben şansa çok inanıyorum. Bu rol bana şans eseri geldi. Bundan 5 ay önce “Dur Yolcu” diye bir dizi çekiyordum. Dizi bitti. Tatil için Kıbrıs’a gittim. Orada bir arkadaşıma rastladım. O da Kıbrıs’ta yaşıyordu. Beni görünce “Ben bir film çekiyorum” dedi. “Nerede?” dedim. “Kıbrıs’ta“ deyince şaşırdım. Hem Kıbrıs’ta yaşıyor hem de orada film çekiyor. Bu tıpkı benim Bozcaada’da film çekmem gibi bir şey. Daha o zaman hiçbir şey bilmiyordum. O güzel enerjiye ben çok inanırım. İki üç hafta sonra can dostum Cahit aradı beni. Bozcaada’da bir arkadaşım “Sıcak”ın yazarı İbrahim’le tanışmış. Filmin geneliyle ilgili konuşmuşlar. Ve filmde bir dalgıç varmış. Arkadaşım “Hazım profesyonel dalgıç, adayı da çok sever, ada halkı da onu çok sever” demiş. İbrahim’in aklına benim ismim gelince Abdullah Oğuz’la görüşmüşler. Bana telefon açtı, “arkadaşım böyle bir görüşme oldu” diye. Üzerinden iki ay geçti aradılar ve görüşme talebinde bulundular. O gün Meryem karakterini oynayan Ebru Akel’le ufak bir deneme çekimi yaptık. Görüntülerimiz Abdullah Oğuz’a gitti. Bizi beğenmiş olacak ki “Sıcak” filminde Yusuf karakterini bana verdi.
- Ben herhangi bir işi yaparken önce beni heyecanlandırmalı, ürkütmeli diye düşünüyorum. Uykusuz gecelere beni mahkum eden bir iş olmalı. Yusuf karakteri de öyle derinliği olan bir karakter. Yusuf’u oynamayı çok istedim. Abdullah Oğuz’un hem Niko hem Yusuf karakteri için beni düşündüğünü biliyordum. Bu yüzden Yusuf’u daha çok istemiştim. Cem Özer’in oynadığı roldü Niko. Yusuf karakterinin bana daha çok şeyler öğretecek bir karakter olduğunu düşündüm. Sonuçta ne iş yaparsanız yapın kalbiniz o iş için atıyorsa mutlaka o işten keyif alıyorsunuz. Yusuf çok acınası bir karakter. Çünkü baktığınız zaman ayakları çok yere basan biri gibi görünüyor ama hayatının bütün merkezi karısı. O olmadan belkide hiçbir şey yapamayacaktı. Kendi iç dünyasıyla olaylar karşısında kaldığı zaman karısına ve kendisine çok üzülebilen bir insan.
Adaya nasıl düşüyor ?
- Bir batık çıkarmak için gidiyoruz adaya. O şekilde başımıza bir şeyler geliyor. Böyle film. 3 tane karakter var. Bizim filmimiz gerilim filmi. Ama şimdiye kadarlarından yapılandan en büyük farkı karakterlerin bir draması olması. Şimdiye kadar benzeri olmayan lezzette bir film. Filmin müziğini yapmam için de bana teklif sundular. Çok heyecanlıydı benim için çünkü hayatımda ilk defa yaptığım bir şey. Cem Adrian’la birlikte çalıştık.
Yusuf karakteri için başka isimler de düşünülüyordu. Bunlardan haberiniz var mı?
- Evet, oraya gidince oldu. Ben projeye girdiğimde bu iş beş altı ay önce başlamış bir projeydi. Bu rol için farklı isimlerin düşünüldüğünü ama bir takım problemler olduğu için gerçekleşmediğini öğrendim. Bu benim için bir şanstır diye düşündüm. Ben hep o iş hayırlıysa olsun diye bakarım. Bana kısmetmiş. Diğer arkadaşlar da olsaydı farklı bir renk olacaktı. Herkesin parmak izi farklıdır çünkü. Bu bana hayırlıymış. O yüzden diğer arkadaşlarımın muhakkak bir sebebi vardır gelmemelerinin.
Oynamadan önce size gelen bir Yusuf karakteri vardı. Siz kendinizden ne kattınız role?
- Yönetmenin kafasında kurguladığı içerik çok önemli. Abdullah Oğuz benim için önemli bir yönetmen. Çünkü ben
ÇOK KALİTELİ BİR İŞ YAPTIK
“Son dönemde senaryo kıtlığı var, romanlardan uyarlama yapılıyor” demişsiniz. Bunu geliştirmek için sizce hiç mi bir şey yapılmıyor?
- Türkiye’de önemli, kaliteli bir şey yapmak istediğiniz zaman önünüz engelleniyor. Düşünün benim üç tane çocuğum var, en büyük kızım 18 yaşında ve seneye üniversiteye gidecek. Türkiye’de yaşayıp da istediği üniversiteye giren, üniversite bitince istediği işi yapan, her şeyi, başarısı dört dörtlük olan kaç kişi var? Bütün üniversite mezunları köprü altında incik boncuk, kitap satıyorlar. Her şey güzel olsa bile siz istediğiniz kadar iyi olun, yeteneğiniz olsun ama sistem sizin kaliteli bir şey yapmanızı engelliyor. Gelişmenizi, ilerlemenizi engelliyor. Halbuki ülkemiz her şeyiyle cennet. Kültürüyle, sanatıyla, tarihiyle her şeyiyle çok zengin. Ama biz ne yazık ki kullanamıyoruz.
Peki bu durum sizi küstürüyor mu? Bu kadar üstünüze geliniyor. Engelleniyorsunuz?
- Bir tarafınız devamlı açık kalmalı. O açık kalmalı tarafta hep bir umut kapısı hayal olmalı. Onu elden bıraktığınız zaman hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz. Ben 44 yaşımdayım ve hayata bakış açım tamamen değişti. Babam derdi zaten hep olgunlaştıkça bakış açımın değişeceğini. Ne istediğimi artık bilen bir insanım. Tabii ki üzülüyorsunuz. Üzülmemek elde değil. Sonuçta bu topraklar içinde yaşamış, bu toprakların nasıl kazanıldığını bilen, bayrağına sancağına Atatürk’üne bağlı olan biri olarak tabii ki üzülüyorsunuz. Ama biz bunu iyi niyetimizle, oyunumuzla, sanatımızla, müziğimizle dile getiriyoruz. Mesela Tilbe Saran’ın çok güzel bir sözü var: “ Oyuncular hep şimdiye kadar başkalarına ait sözleri sahnede sarf etmiş insanlardır. Sen kendini bana anlat dediğin zaman oyuncuya kendine ait sözleri söylerken kırılgandır, anlatamaz kendini çünkü hep başkalarının sözlerini anlatmıştır.” Her şeye rağmen hep güçlü olmak mücadeleyi elden bırakmamak gerekiyor.
- Tabii ki bizim burada hobiye lüks gözüyle bakıyorlar. Halbuki insanı insan yapan manevi duygularını kuvvetlendiren insanı geliştiren bir şey. Benim hobilerim çok. Sporla uğraşıyorum, dalgıçlık yapıyorum, müzik yapıyorum, şarkı sözü yazıyorum, şiir yazıyorum, hayatımın en büyük aşkları çocuklarım var. O yüzden hobi çok iyi bir şey. Müzik hobiydi ama artık profesyonelleştiriyorum.
Belli konserlerde çalıyordunuz daha önce zaten...
- Evet çok zevk aldığım nasıl başladı ve nasıl bitti diye anlamadığım Aşkın Nur Yengin’in on, on beş konserinde çaldım. Işın Karaca’nın ilk çıkardığı albümünde çaldım. Müzik benim ufkumu genişleten bir şey. Oyunculuğuma çok artısı olan bir şey. Mesela Avrupa’daki aktörlere bakın, ne kadar donanımlılar. Beni mutlu huzurlu kılan şey işimi başarmak. 5 sene, 10 sene önce yaptığım bir iş de olsa sokaktaki bir insan bana o yaptığım işle ilgili iyi duygularını dile getirdiklerinde benim için en önemlisi bu oluyor. Benim düşündüğüm bir şey var ve Haluk Bilginer bunu çok güzel ifade ediyor. Şöyle bir lafı var “ Öldüğüm zaman bile hiçbir şey öğrenemeden öleceğim, bunu biliyorum”. Çok güzel söylüyo
Albüm hazırlığı içerisindeydiniz...
- Ben kendi stüdyomda kendime ait besteleri üretiyorum. O bestelerimi bir araya getiriyorum. En az on, on beş şarkı olunca kendi ekibimi kurup canlı performans veya albüm yapacağım veya konse vereceğim. Tabii şu an öncelikli olan film müziğimi yapmamdı ve bu bir ilk olduğu için beni çok heyecanlandırıyordu. Oyunculuğum olmadığı zaman müzikle uğraşıyorum. Oyunculuk olduğu zaman ikisini dengelemeye çalışıyorum.
Yeni dönemde çok Türk Filmi var. Beğeniyoruz , beğenmiyoruz, oluyor ya da olmuyor. Sizin de böyle bir çekinceniz var mı? Bu kadar filmin arasında kendinizi nerede görüyorsunuz?
- Biz çok kaliteli bir iş yaptık. Onun yerini insanlar belirleyecek. Biz bütün emeğimizi bir araya getirdik ve artık bizden çıktı. Sanatta öyle bir şey vardır. Mesela bir beste yaptınız. Dünyanın en iyi bestesi oldu ve odanızın içinde kalıyorsa
Filmde Ebru Akel ve Cem Özer ile birlikte çalıştınız.
- Evet sonuçta ikisi de iyi insan, iyi sanatçıdır. Hazımsız problemli insanlar sorun çıkarabilir tabi ama ben 44 yaşımdayım Cem Özer 55, Ebru bizden küçük ama aklı başında, ne istediğini bilen insanlar. Yapacağımız iş heyecanla, duyguyla, hislerle ilgili bir iş. Herkeste bu özellikler olduğu için çok lezzetli, keyifli bir iş yaptık. Kendi aramızda şakalaşıyorduk hatta ne kadar olaysız bir setimiz var diye. Oyunculuk anlamında onlarla ilk defa bir araya geldim. Çok keyif aldım. Ebru, Cem ve ben çok uyumlu bir çalışma yaptık.
Sıfır gerilimle bir gerilim filmi ortaya çıkardınız yani?
- Tabii ki öyle diyebiliriz. Eğlenceli, mutlu, güzel bir ortamda çalıştık. Hiçbir problem yaşamadık