Güncelleme Tarihi:
2001 yılında ilk kez Türkiye’nin Rusya’dan bakınca görülen ‘en sıcak’ şehri Antalya’ya tatile geliyor; hayatının aşkını bulup evleniyor. Podyumda başlayan iş hayatı, şu günlerde oyunculukla sürüyor. Bir yandan da iki erkek çocuğunu, -beş buçuk yaşındaki Zahar ve sekiz aylık Uzay- yetiştiriyor.
Televizyon ekranlarından aşina olunan Sibirya doğumlu Alona Kral’ın hikâyesi ‘birkaç tweet’e sığdırmak istesek’ bu şekilde anlatılabilir. Ama onun Rus olması, yetiştiği kültür, dünyaya dair izlenimleri, sayfaları dolduracak cinsten.
İsmi Yunancadan geliyor, ‘Beyaz alev’, ‘Beyaz ateş’ manasında. Doğduğu Sibirya’ya uygun. Türkçeye hakim, artık Türk vatandaşı. “İsminizi değiştirmenizi istediler mi” diye sorunca, “Yeterince şeyim değişti, yer, memleket, yaşam, arkadaşlarım. İsmim bende kalsın bari” cevabını veriyor. Heyecanlı heyecanlı anlatıyor.
‘Çok çalışmaya alışmışlar’
“Türkiye’ye neden geliyor Ruslar” sorusunu ilkokulda öğrendiğimiz ‘Rusların sıcak denizlere inme isteği’ ışığında soruyorum ama o “E, sıcak” diyerek yanıtlıyor. D vitamini özlemi Antalya’da gideriliyormuş...
Şu an 19’uncu bölümü çekilen Kaçak isimli diziye, 14’üncü bölümünde bir cast ajansının teklifiyle dahil olmuş ve televizyondan takip ettiği bu dizideki artan rolüne alışmaya çalışıyormuş. “İnsanlar çok çalışıyor ama alışmışlar herhalde. Ben ana rol değilim, bu kadar çalışıyorum –haftada bazen üç, bazen altı gün-, başroller kimbilir ne kadar çalışıyordur” diye şaşkınlığını anlatıyor.
Alona, Moskova Devlet Üniversitesi’ni bitirmiş. Stalin’in gökdelenleri olarak bilinen Yedi Kızkardeş’ten birinde yer alan o okuldan yani: “Ekonomi bitirdim o en meşhur binada. Bizim gururlarımızdan biridir orası.” Peki ekonomiyi nasıl buluyor? “İnişler çıkışlar hep olur ama son dönemi çok keyifli görmüyorum. Umarım yükselir.”
Ukrayna’ya uzanıyoruz. Arkadaşları da ‘direnişteymiş’: “Umutlular. ‘Her şeye hazırız. Öyle ya da böyle bu devlet değişecek, gerekirse ölürüz’ diyorlar. Üzüldüm yine de... Başka çareleri kalmadı ki. Direnmek zorundalar. Yoksa ezilecekler. İnsanlar zor durumda. Parasızlık, güçsüzlük, güvensizlik, acı. Haklarını koruyacaklar.”
Ukrayna için çıkış yollarını ararken, eski Başbakan Yuliya Timoşenko’nun hapisten çıktığını, Vitali Kliçko’nun da güçlü olduğunu hatırlatıyorum. “Timoşenko’dan Allah korusun” deyip devam ediyor: “Kliçko’nun sadece fiziksel gücü var. Eski sporcu olabilir ama beyin çalışmalı. Doğru bir insan devletin başına gelmeli. Kökünden bir değişiklik gerekiyor.”
Türkiye’ye dönüyoruz. Gezi Protestolarını yerinde görmemiş ama Ulus’taki evlerinde tanık oldukları ‘tencere-tava’ eylemini şöyle anlatmış çocuğuna: “Dedim ki: Bir devrim var. Bir toplum bir şeyden rahatsız oldu. En önemli adamımız (Başbakan) bir yanlış yaptı, insanlar da bunu beğenmedi ve buna karşı çıktı. Sözümüz ona kadar gidemediği için, insanlar gürültü yaparak anlatıyor. Hani sen ağlarsın ya bir şeyi beğenmeyince, bu insanlar da böyle yapıyor. Beğenmediğin zaman bir şeyi söylemen lazım, hakkımızı koruman lazım diye anlattım çocuğuma. Beş yaşındaki çocuğa nasıl anlatabilirsin ki başka. Bu yaştan itibaren böyle şeyleri öğrenmesini istiyorum. Yolu çok uzun.”
Biraz Vladimir Putin’i soruyorum ona. Putin’den çok memnun ve buradan göründüğü gibi bir insan olmadığı görüşünde: “O sadece çok mantıklı düşünen ve eski KGB’ci olan birisi olarak, iyi strateji kuran bir Başkan. Ben memnunum. Genelde halk Putin’i sever.”
Korku mu saygı mı ikileminde ‘iş’e bakıyorlar. Diyor ki Alona: “Bizim ülkemizi dizleri üzerideyken ayağa kaldırdı. O yüzden ona güvenimiz var. Korkudan değil yaptığı işleri gördüğümüz için saygımız var. Daha iyi bir kişiyi göremiyorum alternatif olarak. Ya Medvedev ya o. Farketmez. Vladimir Jirinovski olmayacak en azından. Biliyorsun bizim bir delimiz vardı...”
Ayağa kalkan ülkesinde ABD’deki egonun olmamasına şükrediyor “Eksiğimiz varsa kabul ediyoruz. Mesela mükemmel araba yapamadık. Ama en iyi sporcu için uğraşıyoruz” ifadesini kullanıyor.
Türkiye’deki son kasetleri de soruyorum. Konuyu takip etmiş ama montaj olmasını diliyor. Çünkü, “Rüküş bir şey olur. Başbakanımıza yakışmayan bir şey olur. Umarım gerçek değildir, üzülürüm onun adına.”
İngilizce, Rusça ve Türkçe biliyor, İtalyancaya hevesli. Rus kültürüne dalıyoruz şimdi. Önce edebiyat. “Ağırlıklı olarak Rus edebiyatı okurum. Tabii ki Aleksandr Puşkin, Dostoyevski’ye hayranım.”
Bu kültürü nasıl ediniyor peki Ruslar? Nasıl nesillere aktarılıyor? Okul mu aile mi? Dinliyoruz: “Bizde kültür anne sütüyle geliyor herhalde. Kanımıza giriyor bu. Şu an Puşkin’in masallarını okuyorum çocuklarıma. Onlarla besleniyoruz. Dili kulağı, edebiyata alışsın istiyorum. Bizim edebiyattan fazla vakit kalmıyor ama Orhan Pamuk okudum. Onu da okumalarını isterim.”
Sadece aile değil tabii, okuldaki eğitim de etkili. İlkokulda yaptırılan ezberler var mesela. “Basit örnek: Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı bizim dersimizdi. Okuyup, sindirip özet yazıyorduk.”
‘Rusya’da müzik yaparsın ya da spor’
Müzik kaçınılmaz. “Rusya’da fırsat olursa, ya spora ya enstrümana bağlatmaya çalışırlar çocuklarını insanlar. Ben, biraz piyano çalıyordum unuttum. Tekrar piyano alacağım ve başlayacağım” derken bu alışkanlığı kendi çocuklarına da aktarmaya çabaladığını anlatıyor.
İlk çocuğuna yaptığı gibi şu anda sekiz aylık olan Uzay’a mama yedirirken klasik müzik dinletiyormuş. “Ne mesela, Bach, Rahmaninov” diye sorunca, “Bach biraz ağır gelebilir çocuğa. Onun da sakin eserleri var ama Chopin, Çaykovski dinletmeye çalışıyorum ki yediği yemek boğazına takılmasın” cevabını veriyor. Ama güncel müzik dinlemiyormuş. “Kimse kusura bakmasın beğenemiyorum” diyor.
Müzik de okulda aldıkları bir ‘zehir’miş. Dinleme dersi alıp, parçaların hikâyelerini, hangi balede kullanıldığını öğrenirlermiş.
Türkiye tarihiyle de arası iyi. İstanbul’u çok gezmiş. Önce Rus bir rehber tutmuş iyice anlayabilmek için, şimdi annesini alıp kendisi geziyormuş. Misafirleri kendisi ağırlıyor. Şöyle bir rota kafasındaki: “Önce güzel bir yemek, Sultanahmet’ten başlayıp en ‘baba’ tarihi yerleri görebiliriz. Ardından belki Piyer Loti’ye gideriz. Çok severim. Keşke fırsat olsa da bir de helikopter ile tur attırsam.”
Bir ara şaşırıyor kendine, “Klasik müzik, Rus Edebiyatı, çok mu eskiyim, o zamanlarda mı kalmışım acaba?” diye söyleniyor.
Bildiğimiz Sibirya görüntüsü çok soğuk ve karlar altında bir diyar. Özlenmesi pek muhtemel bir yer olmayabilir ama o bu sene özellikle çok özlemiş doğduğu yerleri: “Hayatımda ilk defa kar özledim. Şapka giymek eldiven takmak istiyorum. Çok özledim soğuğu. Benim doğduğum yer 9 ay kar altında. En sıcak ay temmuz, 30 dereceye kadar çıkar sıcaklık, sonra ağustosta yağmur, eylülde soğuklar başlar.”
Sibirya’yla beraber ‘balık’ özlemi de depreşiyor. “Balık müthiştir. Havyar! Gene Rus Edebiyatı’na dönelim: Rus aristokratlar sabah şampanya içip hayvar yerler… Havyar bizim için sizdeki tereyağ gibi bir şeydir. Somon, füme, beluga, of niye hatırlattın öyle şeyler! Abimi aramalıyım” diyor.
Biraz da sinema. Sayıyor yönetmenleri. “Son dönem yükselişi var. Timur Bekmanbetov’un filmleri var: Gece Nöbeti, Gündüz Nöbeti. Tarkovski tabii ki bilirim. Nikita Mihalkov var Oscar’lı yönetmenimiz. Güneş Yanığı ile Oscar kazanmıştı. Başarılı filmlerimiz var.”
Türk sinemasına pek aşina değil: “Ülkemizde Stanislavski sistemi (Konstantin Stanislavski, Moskova Sanat Tiyatrosu kurucusu, oyuncu, yönetmen, kuramcı) çalışıldığı için, senarist ve yazarlar da o yönde davranırlar. Benim de okuduğum o sistemdir. O yüzden onları örnek alarak çalışmaya çalıştım. Türk sinemasına fazla önem veremedim. Tabii arada çok bomba filmler oluyor. Mutluluk filmini beğenmiştim.”
Putin esprilidir
Dış basındaki ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Putinleşiyor mu’ sorusunu yöneltiyorum. Putin’i anlatıyor sadece: “Putin çok etkili birisi. Çok ciddi görünür ama esprilidir, arada çok güzel şakalar yapar. Fakat duruma göre. Hukuk mezunu bir devlet adamı. Bence yönetmek için yüksek tahsilli olmak gerekir. Putin hukukçu ve eski KGB ajanı.”
KGB’yi önemsiyor: “KGB önemli bizim için. O bir güçtür, bir kontrol yöntemidir. Öyle bir sistem gerekli. Yoksa olmaz. İdare edemezsin. Tabii kötü etkisi de var.”
Bu kez oy vereceğim!
Artık Türk vatandaşı olduğu için oy verme hakkı da var. Bu seçimde oy verecekmiş: “Şu ana kadar oy kullanmadım ama bu sene kullanacağım. Şimdi bakıyorum gerçekten bir devreye girmemiz lazım. Kararım bende kalsın…”