Güncelleme Tarihi:
* Zeynep Günay Tan’ın gözünden “Kayıp”ı anlatır mısınız? İzleyiciyi neler bekliyor bu dizide?
- Dışarıdan bakıldığında son derece mutlu, birbirine sevgi bağlarıyla bağlı gözüken, ekonomik durumları gayet iyi olan Özdemir Ailesi’nin hayatı, oğullarının bir gece polis tarafından alınması ve sonra bir daha ona ulaşamamalarıyla değişiyor. Biz de çocuğu bulmak için sürprizlerle dolu bir aksiyonun içine giriyoruz. Hem olayı takip ediyor, hem de bu olayın karakterlerimizi psikolojik anlamda nasıl etkilediğini izliyoruz. İnsan, kötü şeylerin kendi başına gelmeyeceğini düşünür. Bu aile de o mantıkla yaşıyor yıllarca. Fakat oğulları kayboluyor, başlarına bir anne babanın başına gelebilecek en kötü şey geliyor. Yıllar yılı kol kola, dirsek temasında yaşadıkları insanların daha önce hiç duymadıkları, bilmedikleri yönleri de bu olayı araştırırken ortaya çıkmaya başlıyor.
* Sizce, “Kayıp”ın cazip yönleri neler? Neden izlemeliyiz bu diziyi?
- “Kayıp” bence daha önce hiç denenmemiş bir tür. Şöyle anlatayım; mesela benim çok severek izlediğim Amerikan dizilerinde aksiyon da olsa, polisiye de olsa bir psikolojik gerilim mutlaka vardır. Ama Türkiye’de denediğimiz bu tarzlar ya sadece polisiye ya da sadece aksiyon üzerinden gidiyor. “Kayıp” ise bir ailenin dramını hem polisiye, hem insan psikolojisi hem de gerilim unsurlarıyla süsleyerek anlatıyor. Bu anlamda bence ilk... Beni de böyle olması çok çekiyor zaten. Normalde ben iyi bir polisiye ya da aksiyon izleyicisi değilim. Ama işin içinde insan psikolojileri, psikolojik gerilimler girince ilgimi çekiyor. Biz de bunu deneyeceğiz işte.
BU İŞE YENİ BAŞLAMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
* “Kayıp”ın yönetmen koltuğuna oturmaya nasıl ikna oldunuz? Sizi bu projeye çeken unsurlar nelerdi?
- Ben bugüne kadar hep çok iyi bildiğim şeyleri ve yerel işleri çekmeye çalıştım. Mesela hiç adaptasyon bir iş çekmedim. Daha çok mahalle, sıcak insan ilişkileri üzerinden ilerledim. Çünkü onu iyi bildiğimi, iyi anlattığımı düşünüyorum. Ama şu an çekmeye çalıştığımız da benim çok sevdiğim bir tarz. “Homeland” olsun, “Following” olsun, “Breaking Bad” olsun, çok severek izlediğim ve “Niye biz böyle şeyler yapmıyoruz?” dediğim işler. Dolayısıyla ilk defa seyirci olarak özendiğim ve izlemek istediğim bir türü çekme şansı yakaladım. Çok büyük bir heyecanla, sanki bu işe yeni başlamışım gibi çalışıyorum şu an. Oyuncularımız da öyle. Seyircinin tepkisini merakla bekliyoruz.
* “Öyle Bir Geçer Zaman ki”den sonra hiç dinlenme fırsatınız olmadı ama... Neden bu acele?
- “Öyle Bir Geçer Zaman ki”de ekiple ve yapım şirketiyle çok güzel bir uyum sağladık. Ekibimizi kocaman bir aile gibi görüyorum. Hiçbiri iş arkadaşım gibi değil, dostum. Hem o ailenin bozulmasını, herkesin başka bir tarafa uçmasını istemedim hem de “Kayıp” beni ve ekibi çok heyecanlandırdı. Ara vermeden bu iş için kolları sıvadık.
* Doğru, o diziden pek çok oyuncu da “Kayıp”ta yer alıyor.
- Dediğim gibi, biz ailece geldik, sadece aramıza yeni oyuncular katıldı. Mete (Horozoğlu), Nilperi (Şahinkaya), Ferit (Kaya) yine bizimle mesela...
* Onların ekipte yer almasını siz mi istediniz?
- Senaryoyu ilk okuduğumuzda Mehmet rolü için aklımıza ilk olarak Mete (Horozoğlu) geldi. Tamamen role uygunlukları açısından seçildiler.
BEN KASABALI BİR KIZIM BİLDİĞİM ŞEY DE O
* “Öyle Bir Geçer Zaman ki”den pek çok yeni yetenek çıktı. Peki bu işle parlayacağını düşündüğünüz gençler de var mı?
- Var. İsim vermeyeyim, seyirci karar versin ama yeni çalıştığımız oyuncuların da parlayacağını düşünüyorum.
* Önceki dizi, üç sezon devam eden bir işti. Sizin hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
- Benim hayatımda bir dönüm noktasıdır “Öyle Bir Geçer Zaman ki”... Daha önce yaptığım işlerde de hep yerel şeyler çekmeye dikkat etmiştim ve sevdiğim hikâyeleri çekmiştim. Ama o işte denk geldiğim ekip, hayatım boyunca denk gelebileceğim en muhteşem ekipti herhalde... Gerçekten de bana “Öyle Bir Geçer Zaman ki”yi sunduğu için hayata teşekkür ediyorum.
* Yerel işlerden kastınız uyarlama olmaması mı?
- Bizden hikayeler olması... Ben kasabalı bir kızım, bildiğim şey o. Şehre lise ve üniversite için geldim. Bence insan en iyi bildiği şeyi anlatmalı. Zengin hikaye anlatmak için de anca zamanım gelmiş herhalde.
* Senaryoda size en sürükleyici gelen kısımlar nelerdi?
- Hiç durmuyor ki... Bugüne kadar okuduğum senaryolarda, önce karakterlerin kim olduğunu görürüz, sonra yavaştan olaya bir çengel atılır. Bu senaryoda ise birinci dakikada olay başlıyor. Senaryodaki hız ve alttaki psikolojik gerilim beni çok etkiledi.
* Polisiye bir iş diyebilir miyiz “Kayıp” için?
- Hayır, bu bir aile gerilimi...
DİZİ ÇEKMEKTEN GURUR DUYUYORUM
Sinema filmi çekmeyi düşünüyor musunuz?
- İnşallah olur. Ben dizileri çok önemsiyorum. Sinema filmi çok kalıcı ve güzel bir iş, ama sinema filmine giden seyirci belli. Dizi önemli çünkü insanların hayatındasınız. Ekran aracılığıyla seyirciyle el ele tutuşmayı çok seviyorum. Dizi yönetmenliğini de o nedenle gururla yapıyorum. Bir de ileride sinema filmi çeksem bile yine aynı ekip ve şirketle çalışmak isterim. Bir yönetmen tek başına hiçbir şey yapamaz.
Atıf Yılmaz, Kartal Tibet gibi önemli isimlere asistanlık yapmışsınız... Bir yönetmen için en iyi okul olsa gerek...
- Bizimkisi sette öğrenilecek bir iş. Ve ben o anlamda çok şanslıydım. Biraz da şansımı kendim yarattım gerçi, çalıştığım yönetmenleri kendim seçtim. Benim okulum, hocalarım oldular, doğrudur. Denk gelebileceğim en büyük ustalarla çalıştım, hepsinden de farklı farklı şeyler öğrendim. İyi mizansen kurmayı, hızlı çalışmayı Orhan Oğuz ve Çağan Irmak’tan, gerilimli durumları Ömer Kavur’dan, sette sıcak ilişkiler kurmam gerektiğini Kartal Tibet’ten öğrendim. Hepsinden öğrendiğim o kadar çok şey var ki, saymakla bitmez aslında.
İŞİN STARI OYUNCU DEĞİL HİKAYEDİR
Yönetmenlerin sette sert bir tavrı olur. Bu kişilerle mi yoksa konsantrasyonla ilgili bir durum mu?
- Benimki tamamen konsantrasyonla ilgili. O an sadece monitörden gördüğüm dünyaya odaklandığım için kafanızı kaldırırsanız o kurduğunuz dünyadan çıkarsınız. Bu da bilmeyen biri için gerginlik gibi gözükebilir.
Çok uzun süre bir işte yer aldığınızda, rüyalarınıza da giriyor mu?
- Evet, giriyor. Montajdan çıktıktan sonra rüya göremiyorum, uyuyor muyum, uyumuyor muyum farkına varamıyorum. Sürekli kafamda sahneleri birbirine bağlıyorum. Bu tabii işin en başında oluyor.
Sizin özellikle çalışmak istediğiniz bir oyuncu var mı?
- Yok, benim için önemli olan hikâye... Bence yaptığımız işin starı hikayedir. İşin starının oyuncu olduğunu düşünmüyorum, çalıştığım oyuncularla da bu mantıkta çalışıyorum. Yapımcı, yönetmen ve oyuncular hikayeye hizmet ederse güzel bir iş çıkıyor ortaya... Biri topu kendi göğüslemeye çalışırsa, seyirci bunu hemen hisseder. Sadece meşhur olduğu için bir oyuncu getirirseniz, o iş yürümez.