Seyirci sahada beyaz oyuncu istiyor

Güncelleme Tarihi:

Seyirci sahada beyaz oyuncu istiyor
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 11, 2004 01:29

Adam, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören 183 şirketten daha değerli. Pardon! Sizce de biraz abuk değil mi? Bir tane adam. Üstelik 25 yaşında. Evet haklısınız, biz ayıp ediyoruz, sadece Mehmet Okur’un aldığı parayı ve aldığı kızı konuşuyoruz. Ama bütün dünyada böyle.

Bu kadar çok para (eşittir 50 milyon dolar) söz konusu oldu mu, haber olman kaçınılmaz. Yine de biz, biraz insaflı davranıp Mehmet Okur’la biraz daha normal şeyler konuşmak için, hiç değilse gayret sarf ettik. Bu benim 2. basketbolcu röportajım. Birincisi Hidayet’leydi. Hido yani. O zamanlar rüzgar onun arkasından esiyordu. Şimdi Memo’nun. Bu durum aslında benim ne kadar kişiliksiz olduğumu değil, rüzgarın ne kadar farklı ve başka adamlar getirebileceğini gösteriyor. Demek ki, hiç yılmadan çalışacaksın, bir gün senin de zamanın gelebilir. Ben de zaten hep o anı bekliyorum!

Cehaletimi bağışlayın. Ama cidden merak ediyorum. NBA şampiyonluğu neden bu kadar önemli?

- Nasıl yani? Dünyanın en önemli basketbol liginden söz ediyoruz...

Onu anladım da, n’oldu şimdi: Başınız göğe mi erdi?

- Erdi tabii. 25 yaşında NBA şampiyonluğunu gördüm! 20 sene NBA’de oynayıp bu mutluluğu asla yaşayamayan o kadar çok oyuncu var ki. Üstelik, dev oyuncular, efsanevi oyuncular. Adam, kariyerini şampiyonluk göremeden tamamlıyor. Bense 2. senemde şampiyonluğu elde ettim. Üstelik 25 yaşında! Bir milyon 500 bin kişi geldi kutlamalara. Bundan daha acayip bir şey olur mu? Tabii ki, başım göğe erdi...

Peki peki! Bu şampiyonlukta sizin payınız ne kadar?

- 30 maç, ilk 5’te çıktım sahaya. Yeri geldi 30 dakika oynadım, yeri geldi 2 dakika. Ama takıma faydalı olduğumu düşünüyorum. Basketbol bireysel bir spor değil, şampiyonluk için de bütün takımın çaba göstermesi gerekiyor. Ben de elimden geleni yaptım.

NBA’de oynayan basketbolcuların yüzde 80’i siyah. Oysa seyircilerin yüzde 80’i beyaz... Bu kadar çok sevilmenizin nedeni Detroit Pistons’da oynayan tek beyaz olmanız mı? Amerika’da böyle ölçüler hálá geçerli mi?

- Tabii ki herkes profesyonel, herkes hedefe kilitleniyor ve görünürde ‘Sen bu renktesin, sen şu!’ gibi ayrımlar yok. Ama şöyle bir gerçek var: Evet, NBA izleyicinin çoğunluğu beyaz, basketbolcuların çoğunluğu da siyah. Ve kim ne derse desin, seyirci sahada beyaz oyuncu görmeyi seviyor. Bir de iyi oynar ve onlara iyi elektrik verirsen seni göklere çıkarıyor. Bana gösterdikleri gibi üst seviyede ilgi gösteriyor.

Sizce, sizi en çok hangi özelliğinizden dolayı seviyorlar?

- Agresiv oynuyorum. Siyahların sahip olduğu atletik özellikleri de sahada yansıtıyorum. Blok yapıyorum, smaç yapıyorum. Dışarıdan şut atabilen ama aynı zamanda içeride de oynayabilen bir oyuncu olduğum için hoşlarına gidiyor. Ben hem şut atabiliyorum hem sırtım dönük oynayabiliyorum. Mesela Avrupalılar genelde dışarıdan şut atar ama içeride şöyle böyle oynar. Yere vuramaz, dripting yapamaz. Ben de ikisi de var. Ribauntlarda ve bloklarda da iyiyim. Seyircinin ilgisini çekiyor.

Bush sizinle gurur duyduğunu söyledi. Siz Bush’la gurur duyuyor musunuz?

- Valla hiç düşünmedim. Ama duymuyorum galiba. Niye duyacağım ki?

Konuşmasında iki kişiden söz etti: Orhan Pamuk ve siz. İnsan ne hissediyor? Devlet başkanları nezdinde popüler olmanın sizde yarattığı duygu ne?

- Şaşkınlık! Ben o sırada yoldaydım. Kına gecesinden dönüyorduk. ‘Yok canım, daha neler’ dedim. İnanmadım. Arkadaşlarım dalga geçiyor sandım. Ama Bush’un konuşmasının hemen arkasından Spor Bakanımız arayıp tebrik edince, ‘Demek doğruymuş’ dedim.

Daha önce arayıp tebrik etmiş miydi?

- Hayır. Ama böyle bir şeyi beklemiyordum zaten. Herkesin işi gücü var. Amerikan Başkanı benden söz edince Spor Bakanımızın da aklına gelip aramış, normal bu.

Siz Amerika’ya giderken Türk basınının kıymetlisi Hidayet’ti. Bu duygu sizi hiç ezmedi mi? Yoksa içinizde şöyle bir şey mi vardı: ‘Nasıl olsa ben de yaparım!’

- Hidayet’le rekabet olayı ne kadar yok desek de vardır. Ama biz birbirimizi destekliyoruz. Sonuçta ikimiz de Türkiye’yi temsil ediyoruz. O daha popülerdi çünkü benden 2 yıl önce NBA’de oynamaya başladı. E şimdi Detroit Pistons şampiyon oldu, ben daha öne çıktım...

Sadece bu yüzden mi?

- Yok hayır. İyi bir yıl geçirdim, iyi oynadım, sonra anlaşma senem, sonra fıstığı kaptım, evlendim! George Bush benimle ilgili iyi şeyler söyledi. E daha ne olsun? 2004 benim şanslı yılım.

Sizin yaşadığınız aslında korkunç bir hayat mı? İnsanlar size dışarıdan bakınca ‘Vayyy! Paraları götürüyor’ diyor ama siz aslında çok mu acı çekiyorsunuz?

- Çektim. Buralara başka türlü gelinmiyor çünkü. Ben 14 yaşındam beri ailemden çok takım arkadaşlarımı görüyorum. Böyle bir hayat bu. Hayatını spora vakfediyorsun. Sadece basketbol oynuyorsun. Sürekli antrenman, sürekli antrenman. Yeri geldi minibüs paramız yoktu, otostop yaptık, yeri geldi açtık, bakkala veresiye yazdırdık. Bursa’dan kalkıp İstanbul’a geliyorsun. Kamplar, maçlar devam. Kaybedersen ceza antrenmanı yaparsın, paran kesilir. Yıllarca böyle yaşadım ben. E tabii NBA’de bu kadar büyük paralar konuşuluyor, çünkü artık gelinebilecek en üst noktadasın. Bana normal geliyor insanların aldığım parayı konuşması...

Hakiki devlerle bir gün oyun arkadaşı olacağınızı hayal etmiş miydiniz?

- 14 yaşına kadar futbol oynadım. Sonra basketbola kaydım. Basketboldaki yeteneklerimi keşfedince de kendime hedef koydum: ‘Günün birinde NBA’de oynayacağım!’ Ama 25 yaşında oynayabileceğimi söyleseler, ‘Delirdiniz galiba siz’ derdim!

Kendinize rol model aldığınız biri var mıydı?

- Toni Kukoc popülerdi o zamanlar. Chicago’da Michael Jordan’la beraber NBA şampiyonlukları vardı. Bir Avrupalı olduğu için onu takip etmeye çalışıyordum. Oydu benim idolüm. O da hem içeriden hem dışarıdan oynayabilme özelliklerine sahipti.

BENi OKULA POLİS ZORUYLA GÖTÜRÜRLERDİ

Nasıl bir çocukluk sizinki?

- Evden kaçan, ama spor için kaçan, anne baba sözü dinlemeyen, kafasının dikine giden, bilardo oynamayı seven, kahve köşelerinde pinekleyen bir çocuk... Ve tabii okula hiç aldırmazdım. Yalova Lisesi’nde okudum, okul açılalı 21 gün olmuş ben 19 gün kaçmışım, böyle bir öğrencilik! Beni polis zoruyla okula götürürlerdi...

Eğitim hayatınız ne oldu?

- Lise mezunuyum. Ama basketbol yaşantımdan sonra üniversiteyi bitirmeyi düşünüyorum.

Basketbol sizin hayatınızı kurtaran ambülans mı?

- Kesinlikle. Basketbolcu olmasaydım, gerçekten çaycı filan olurdum.

Babanızın Yalova Adliyesi’nde çaycı olduğunu son derece komplekssiz bir şekilde söylüyorsunuz. Bu sizin Amerika’ya gittikten sonra kazandığınız bir özellik mi, yoksa siz hep mi böyleydiniz?

- Orada biraz daha rahatladım. Ama hep böyleydim. Geçmişimi niye gizleyeyim? İnsanın nereden geldiğini bilmesi önemlidir. Babam, Sular İdaresi’nde çalışıyordu, sonra emekli oldu, gitti adliyede çay ocağı açtı. Ben de yardım ediyordum ona. İlginç yerdir adliye, binbir türlü insan vardır. Bir kaç sene çalıştım yanında.

Şu an ne yapıyor?

- Benimle gurur duymakla meşgul! Her zaman söyler: ‘Allah herkese böyle bir evlat nasip etsin’ der.

Tek çocuk musunuz?

- Hayır. Ama tek erkeğim. Bir büyük bir küçük kız kardeşim var.

Annenizin basketbol oynamanıza tepkisi...

- Hiç bir zaman itiraz etmedi. Basketboldan kazandığım ilk parayla ona çamaşır makinesi ve bulaşık makinesi almıştım. Ama taksitle yani! 14 yaşındaydım. Çok sevinmişti....

Şimdi sizi seyrediyorlar mı?

- Tabii ki hatta annem babam oraya da gelip gidiyorlar. Detroit’te bir evde yaşıyorum. Bahçeli bir evde.

Amerika size fazladan ne kattı?

- Kendine güven. En iyilerin arasında oynuyorsunuz ve en iyilerin arasında kendinizi gösteriyorsunuz. Yeri gelince blok yapıyorsun, yeri gelince adamın elindeki topu alıyorsun. ‘Ben de buradayım!’ diyorsun. ‘Sen bir efsanesin ama ben senin üzerinden sayı atabiliyorum, ribaunt yapabiliyorum... Ben de buradayım!’ Bunu diyebilmek müthiş bir şey. İnsanda aşağılık kompleksi filan kalmıyor tabii. Amerika bana çok şey kattı. Hayata daha geniş açıyla bakmayı öğrendim. Ama en önemlisi bu kendine güven meselesi.

İlk gittiğinizde kültür şoku yaşamadınız mı?

- Yaşamaz olur muyum? Yeni arkadaşlar, yeni koçlar, yeni yemekler... Her şey yeni. Çok zorluk çektim tabii. O zamanlar İngilizcem de iyi değildi, Allah’tan girişken bir tipim, bir şey mi konuşuluyor, anlamıyor muyum, hemen soruyorum, her gün bir şeyler öğreniyordum. Şimdi ileride Amerika’da koçluk yapabilirim diyorum. O kadar alıştım.

Böyle bir kariyerden sonra basketbolun Erman Toroğlu’su olmanıza gerek yok değil mi?

- Hayır. Ben Amerika’da kalabilirim. Eğitim alırsam koçluk da yapabilirim. Ama tabii öncelikle hedefim NBA’deki basketbol kariyerime devam etmek.

Bunun bir yaşı var mı?

- Yok, o sizin vücudunuza bakmanıza kalmış. 41 yaşında olup oynayanlar bile var...

NBA’ deki basketbolcuların eğitim seviyesi nedir?

- Yüksek. Hepsi üniversite mezunu. Okurken, üniversitenin takımında oynuyorlar, mezun olunca NBA takımlarının seçmelerine katılıyorlar.

Kadınların ilgisi daha çok basketbolcuların üzerinde mi yoğunlaşır futbolcuların mı?

- Türkiye’de mi Amerika’da mı? Amerika’da daha çok basketbolcular tanınıyor. Amerikan futbolu daha çok kaskla oynandığı için, oyuncuların özel röportaj vermezlerse normal fotoğrafları pek çıkmıyor. Beyzbolcular ve hokeyciler de basketbolcular kadar tanınmıyor. Ama tabii bu Amerika’da böyle.

Mesela sizi Detroi’te herkes tanıyor öyle mi?

- Hemen hemen.

Ne yapıyorlar sizi markette filan görünce....

- İşte imza istiyorlar, fotoğraf çektiriyorlar, ‘Memo Memo’ diye tezahürat yapıyorlar. İlk gittiğimde bu mühim meseleydi, Mehmet diyemiyorlar ne diyecekler. Memo’da karar kıldık.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!