Güncelleme Tarihi:
Beni Unutma: Özer Kızıltan & Açelya Devrim Yılhan
Sinemada ağlamaktan mazoşist bir zevk alanlar, ajandalarınızı çıkartın. Kasım ortası vizyona girecek “Beni Unutma”, bir çift, dört âşık ve hayatın içinden tutup çekilmiş bir dolu duygusal gelgitle hepimizin kirpiklerini titreteceğe benziyor.
Yönetmen Özer Kızıltan, 2006’da çektiği “Takva” ile ulusal ve uluslararası pek çok festivalde dikkat çekmiş, ödül toplamıştı. Hayatını dine adamış bir adamın giderek akli dengesini yitirmesini konu eden “Takva”dan sonra Kızıltan televizyon için diziler ve filmler çekti. Sinema salonunda izleyeceğimiz ikinci filmi “Beni Unutma” için şöyle diyor: “Açıkçası aşk filmi çekmek gibi bir niyetim yoktu ama Burak Göral’ın senaryosu içime çok dokundu. Hem hüzünlü ve gerçekçi bir aşk hikayesi kimin içine dokunmaz ki? Hiç hesapta yokken çektim. Yaşadığımız sürece aşk hikayelerine, o duyguya ihtiyacımız var.”
İstanbul’da geçen “Beni Unutma”, Açelya Devrim Yılhan ve Mert Fırat’ın canlandırdığı iki ana karakterin etrafında geçiyor. Yakınlık, diyaloglar, yüzler üzerine kurulu küçük bir film bu. Büyük mizansenler, iddialı bir sinematografi, aksiyon ve görsel bir gösteriş yok. Oyuncuların ifadeleri, sözleri, oyunculukları ön planda.
ıkisi de yoğun ilişkilerden çıkmış ve aşka inancını yitirmiş iki karakter birbirini buluyor. Âşık oluyorlar, çok kısa bir zamanda yakınlaşıyorlar. Ama âşık olmaları ve yakınlaşmaları mutlu olmalarını garanti etmiyor. ıkisinin de geçmişi, bugünlerine müdahale ediyor. Aşka inanmama, ilişkilere güvenmeme gibi duyguları, yakınlık ve sevgiyle alt etmeye çalışıyorlar.
Filmde “Kendi hayatlarından o kadar umutlarını kesmişler ki, artık kimsenin kimseyi sevmediğini söylüyorlar” gibi replikler kulağınıza çalınıyor. Yönetmen de böyle mi düşünüyor? “Çağdaş edebiyatta çok büyük aşk hikayelerine rastlayamayız çünkü günümüzde ne yazık ki, Marx’ın 1940’larda ‘yabancılaşma’ olarak tarif ettiği davranış biçiminin etkilerini yaşıyoruz. Gitgide kendi içimize gömülüyoruz, bireyci oluyoruz, duygularımız da köreliyor. Ama aşk diye bir şey var ve yakalandığında tüm bunlar yok oluyor.”
Film de bunun üzerine. Mert Fırat, Açelya Devrim Yılhan, Tuba Ünsal, Melis Babadağ, Ünal Silver, Aliye Uzunatağan ve Kenan Ece filmin kalbindeki altı kişiyi ustalıkla canlandırıyor ve Türk sineması bir aşk filmi kazanıyor.
Bu film, genç oyuncu Açelya Devrim Yılhan’ın ilk sinema filmi olduğu için de önemli. Açelya gibi karakteristik ve kameranın bayılacağı bir yüz, ilk kez sinema perdesinde. Ona üzülüyor, kızıyor, onun yanında olmak istiyoruz. Nasıl bir duyguyla çıkacağız salondan? “Filmden çıkar çıkmaz sevdiklerimi arardım gibi geliyor” diyor Kızıltan. Aşk deyince aklına gelen, çok etkilendiği metinleri ya da filmleri soruyorum: “Attila ılhan’ın ve Nâzım Hikmet’in bütün aşk şiirleri, Metin Erksan’ın hemen hemen bütün filmleri, Ömer Kavur’un ‘Kırık Bir Aşk Hikayesi’...”
** Beni Unutma, 11 Kasım’da gösterimde.
Nar: Ümit Ünal & ırem Altuğ
Ümit Ünal, yedinci filmi Nar’da kendini alabildiğine özgür hissetmiş ve müziğinden sanat yönetmenliğine, oyunculuklardan jeneriğine kadar her şeyiyle bütünlüklü, sert bir film çekmiş.
“Sinemada iki belirgin eğilim var; ticari işler ve daha özgür düşünerek, kişisel hikayeler kurarak yaratılan işler. Ticari filmler en başından itibaren bir formül kurularak çekiliyor. Oyuncular televizyonda parlamış, tanınırlığı kuvvetli isimlerden seçiliyor. Senaryonun içinde insanları rahatsız edecek, hassasiyetleri zedeleyebilecek sivri unsurların olmamasına dikkat ediliyor. Her şey hesaplı kitaplı yapılıyor. Bu anlamda ‘Ses’ ve ‘Anlat İstanbul’ benim ticari olduklarını söyleyebileceğim filmlerimdi. Ancak bana ve çoğu eleştirmene sorarsanız en başarılı filmlerim kendimi özgür hissedip küçük bütçelerle çalıştığım ‘9’ ve ‘Ara’ gibi işler oldu. ‘Nar’ da bu ikinci gruba dahil.”
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde hemen hemen bütün eleştirmenlerin favorisi olan filme verilen Jüri Özel Ödülü çok tartışıldı. Ümit Ünal belki bu durumdan sıkılıyor olabilir ama seyirci için heyecan ve beklenti yarattı. “Antalya’da izleyiciler çok güzel algıladı filmi. Galalardan sonra formalite icabı tebrik eden, ‘elinize sağlık’ diyenler çok olur. ‘Nar’ın gösteriminden sonra da insanlar yanıma gelip tebrik ettiler ama gözleri farklı parlıyordu. Yıllar içinde onu ayırt edebilecek hale geldim, insanlar etkilenmişti.”
“Nar”ın hikayesi ve senaryosu da Ümit Ünal’a ait. Film, her şeyiyle tek bir beyinden çıkmış: “Benim için sinema biraz da böyle. Yönetmen hikayesini de kendi yazmalı, çünkü bence sinemada yaratım senaryoda başlıyor. Diğer her şeyin nasıl yapılacağına karar veren unsur senaryo.”
Oldukça sert bir hikaye anlatan filmin büyük bölümü bir evin içinde geçiyor. Bir ölümle başlıyor film. Bu ölüm çevresindeki Serra Yılmaz, ırem Altuğ, ıdil Fırat ve Erdem Akakçe tarafından canlandırılan dört kişi; yalan dolanla örülü durumların içinde kalıyorlar. Suç var, gerilim var. O gerilimin etrafında dört karakter hayatlarını sorguluyor.
Ümit Ünal’dan filmle ilgili tüyo almaya çalışmak zevkli ama yönetmenin ağzından laflar belli bir yere kadar çıkıyor: “Hikayeyi tam anlatmıyorum, çünkü sürprizler çok fazla ve ardı ardına ortaya çıkıyor. Hiçbir şey izleyicinin ilk anda sandığı gibi değil.”
Çekimler 15 gün sürmüş ama ön hazırlığı çok sağlam yapmışlar. Özellikle lezbiyen bir çifti canlandıran ırem Altuğ ve ıdil Fırat’la sıkı bir prova süreci yaşamışlar. ırem Altuğ’un suratına baktıkça zihninizde biri canlanıyor. “Mulholland Drive”da hafızasını kaybeden şuh aktrisi hatırlayın. Onu canlandıran Laura Elena Harring’e benziyor oyuncu. Peki bu sert ve gerilimli kadın hikayesi nasıl bitiyor? “Acıklı bitiyor!”
** Nar, 23 Aralık’ta gösterimde.
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi: Onur Ünlü & Ezgi Mola
“Polis”, “Güneşin Oğlu”, “Beş şehir” filmleriyle sinema dünyasına özgün bir anlatım getiren Onur Ünlü’nün senaryosunu yazıp yönettiği “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”, yönetmenin en sevdiği tarz: Bir kara film... Selçuk Yöntem’in saygın bir anayasa profesörünü canlandırdığı karakter Celal Tan’ın, ilk eşinin ölümünden yıllar sonra, bir şekilde hayatını kurtardığı ve kendisinden çok genç bir üniversite öğrencisiyle evlenmesi ve ardından yaşanan trajikomik olayları konu ediyor.
“Film şöyle başlıyor: Seyirci dahil herkesin gözü önünde bir cinayet işleniyor. Klasik hikaye anlatısında sonda olan, çözüm bölümünde yer alan hadiseleri filmin başına aldım. Aşılması zor dramatik bir problem oldu bu birden. Zaten genelde başıma iş açmayı severim. Bulduğum fikri mutlaka birtakım engeller ve zorluklarla bezerim” diyor nur Ünlü... Bir ölümle karşı karşıya kalan bir ailenin merkezde olduğu kara komedide, sarkastik unsurlar ön planda.
18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde En ıyi Film, En ıyi Senaryo ve Jüri Özel Oyunculuk Toplu Performans ödüllerini alan “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”, Eskişehir’de çekilmiş. şehir çok baskın bir karakter değil, sadece bir taşra şehrinde geçtiğinin altını çizmek için Eskişehir’i seçmişler.
Selçuk Yöntem, Ezgi Mola, Türkü Turan, Tansu Biçer, Güler Ökten, Bülent Emin Yarar, Köksal Engür, Cengiz Bozkurt, Tuğra Kaftancıoğlu, Ushan Çakır, Gazanfer Ündüz, Yılmaz Gruda, Engin Alpateş, Engin Hepileri ve Alpay şayhan’dan oluşan kalabalık ve etkili kadroya jüri kayıtsız kalamamış.
Mola, filmde Celal Tan karakterinin kızı Jülide rolünde. Sosyal medyayı aktif kullanarak izleyicileriyle sıcak bir ilişki kuran oyuncu, bu kış sinema perdesine hakimiyet kuracağa benziyor. Zira bu filmle eşzamanlı olarak vizyona girecek son Çağan Irmak filmi “Dedemin ınsanları”nda da rol alıyor.
Onur Ünlü filmi hakkında konuşurken, kendine has varoluşçu, hafif sarkastik üslubunu kullanıyor. “ınsan anne babasını seçemez. Fakat bir ailenin bireyidir. Bu yalancı bireylik durumu, insanın aslında basitçe bütün hayatında çeşitli şekillerde karşılaşacağı statükoyla girdiği öldürücü işbirliğinin de başlangıcıdır. Statüko, risk almak istemeyen ve konforlarını devam ettirmek için her türlü yalanı üretebilecek bireyler yaratır. ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’, bu zorunlu olarak bir arada durmaktan kaynaklanan konforun insanları ne hale getirdiği, insanı nasıl başka bir şeye dönüştürdüğü, zorla bir arada bulunmanın bir yerden sonra ne kadar sıkıcı ve ezici bir hâl aldığı fikri etrafında geziniyor. Ve bunu yaparken bütün kurum ve durumlarla ince ince dalgasını geçiyor.”
** Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi 18 Kasım’da gösterimde.
Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm: Serdar Akar & Cansu Dere
Aslında çok zor iş. Kendine özgü bir antikahramanı merkeze alıp bir TV fenomenine dönüşen “Behzat Ç.”nin ilk sinema filmini yapmak... Ama bu işi, “Behzat Ç.” dizisini de çeken, Türk sinemasında “Gemide”, “Laleli’de Bir Azize”, “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” gibi kültleşmiş filmlerin kalender yönetmeni Serdar Akar yapınca, insan pek şüpheye düşmüyor.
Sadece aklıma şu geliyor: Dizi izleyicisi ve sinema izleyicisi iki farklı tip insan. Serdar Akar bunu düşündü mü acaba çekerken: “Yok. Filme başlarken esas önceliğimiz dizinin fanatik kitlesiydi. Yaptığımız işi ekip olarak biz de çok seviyoruz. Bizden de çok sevenler var. Öncelikle o fanatik takipçilerin seveceği bir film yapmaktı amacımız.”
Peki diziyi izlememiş, “Behzat Ç.” fenomenine ucundan bile olsa yakalanmamış biri için anlamlı mı film: “Tabii ki. Ona da çok dikkat ettik. Filmden zevk almak için diziyi bilmek ya da sevmek gerekmiyor.”
“Bu karakterin bu kadar çok sevilmesinin ardında ne var?” sorusuna ise “Behzat’ın tarzı değişik ve samimi” diye yanıt veriyor Akar: “Kendine özgü ve kuvvetli bir adalet duygusu var, bizim insanımızın çok önemsediği bir şey bu” diye de ekliyor.
ınsan Akar’la sohbet ederken fark ediyor: “Behzat Ç.” projesini bu coğrafyada Serdar Akar’dan başkası böylesine hakkını vererek hayata geçiremezdi. Onda filmdeki karakterlerin hepsinden bir parça var sanki. O takıntılı karakterler, tuhaf ama karizmatik polis memurları, hatta dirayetli savcı karakteri... Her biri Akar’ın karakterine sinmiş sanki. Hayata karşı kalender bir yaklaşım, senaryodan rejiye, rejiden oyunculara akıyor. Serdar Akar tüm bu trafiğin ortasında durmak için en doğru adam!
Ankaralı “Behzat Ç.”nin bu macerası yine Ankara’da geçiyor. Gençlik Parkı, Kurtuluş Parkı ve Güven Park gibi başkentin bilinen parklarına kurbanlarını canlı canlı gömen Red Kit lakaplı bir suçluyu takip ediyor ekip... Bol keseden aksiyon, politik dokundurmalar (olmazsa olmaz), akıllı göndermelerle akıcı, hızlı, izlemesi zevkli bir film çıkmış ortaya.
Kahramanın ve hikayelerin yaratıcısı Emrah Serbes’in, yönetmen Akar’la birlikte yazdığı senaryo insanı içine çekiyor. Her biri en az “Behzat Ç.” kadar ilginç ve takıntılı dizi karakterlerine sadece Cansu Dere’nin oynadığı bir kadın polis eklenmiş. Cansu Dere’nin yorumladığı yurt dışında eğitim görmüş olay yeri inceleme polisi Songül, “Behzat Ç.”ye nasıl bir renk katacak? Herkesin kafasında bu soru var. Oyunculuk konusunda Ezel’de epey pişen Cansu Dere’nin hafif donuk ve mesafeli duruşuyla örtmeyi gayet iyi başardığı güzelliği, “Son Osmanlı Yandım Ali” ve “Acı Aşk” filmlerinden sonra üçüncü kez sinema perdesinde.
** Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm, 28 Ekim’de gösterime girdi.