Güncelleme Tarihi:
Günümüz havaalanları otobüs terminallerinden beter. Kuyruklar, kontroller. Bitmek bilmeyen uçağa binme çilesi. Hayatımda en çok zaman kaybettiğim yerlerden. Havaalanlarına tahammülüm, gideceğim yerin beklentisinin, heyecanının sağladığı bağışıklık sayesinde.
Havaalanı tutsaklığımızda, tüketim patolojimizi kamçılayan, “şunu bunu al” diye göz kırpan ıvır zıvır dükkanları, zamanı unutturan bir tuzak. Şehirde, AVM’lerde geçirdiğimiz zaman yetmiyorumuş gibi, burada da yolumuzu çeviriyorlar.
Meşruiyetini yitiren dünya düzeninde artan güvenlik denetimleri havaalanlarında zamanımızı çalıyor. Buraları tasarlıyanların, kışla, hapishane mimarlarından farkı, düzenledikleri mekanların, mümkün her santimetrekaresini dükkanlarıyla Mahmutpaşalaştırmaları.
Başka türlü olamaz mı?
TANIŞ, SOSYALLEŞ
Roma Havaalanı’nda uçağımızı beklerken aramızda akordiyonlarıyla dolaşan Napoliten müziği çalanlar, Paris Orly’de empresyonist ressamlar sergisi, Heathrow’da belirli mekanlarda Shakespeare’den şiir okuyan, skeçler sergileyen aktörler, Atatürk Havaalanında fasıl heyeti....
Neden olmasın? Aklımda havaalanlarının mini kültür merkezlerine dönüştürülmesi.
Konser, tiyatro, film gösterileri, küçük müzeler. Hangi havaalanındaysak, bulunduğumuz ülkenin görüntülerinin, sanatının, kültürünün, tarihinin, özellikle müziğinin bize çeşitli yerlere konmuş ekranlardan tanıtılması. Kulaklıklarla dinlenmesi. Gösterilerin ülkenin özelliğini yansıtması da şart değil. Günümüz küresel kültür sanayii nice evrensel etkinliğe gebe.
Havaalanlarında ibadet yeri, kumarhanesi olanlar bile var.
HAYAL GÜCÜNÜ KULLAN OYUN YARAT
Havaalanlarının insan unsurunu ön plana çıkaran kültür merkezleri olarak yeniden tasarlanması kaçınılmaz. Üstelik günümüzde yaratıcı endüstriler ekonomide en hızla gelişen sektör. İnsana yakışan da bu.
Peki, bön bön oturup, boş boş turlayacağımıza, mekanları keyifili kılmak için bugünden ne yapabiliriz?
Ben oyun oynuyorum.
Havaalanlarının artık ayrı bir keyfi var benim için.
Aşağıda bir kaçını sayacağım yaptıklarımın. En keyiflisi herkesin kendi oyununu uydurması.
Diyelim Atatürk Havaalanı’ndayım. Frankfurt uçağımın kalkmasına bir saat var. Dükkanları da turladım. Şimdi ne yapacağım?
Eskiden tecrid edildiğimiz bekleme mekanına gider, Almanya’ya gideceklere, “Hadi kalkın! Uçağınıza binin!” komutu verilene kadar otururdum. Zaten Almanya’da bol bol Alman göreceğim, Almanca işiteceğim. Neden burada mahsur kalayım ki? Başka yöne kalkacak bir uçağın bekleme mekanına gidiyorum. Tokyo’ya gidecek olanlarla bir süre oturuyor, yolculuk sonu Japonya’da olacağımı, neler görmek istediğimi, neler yapacağımı tahayyül ediyorum. Yanımda oturan, oraya gideceğimi varsayan kişilerle sohbet ediyorum.
HANGİ ÜLKE, HANGİ ŞEHİR
Sıkıldım mı? Daha vaktim mi var? Cidde uçağına binecek Hac kafilesiyle oturuyorum. Mevsimine, duruma göre değişebiliyor seçtiğim mekanlar. İsviçre’de kış turizmine giden kayakçılarla, Makedonya’da maça giden kızlar voleybol takımıyla, sonbaharda yurt dışına üniversitelere gideceklerle, Bağdat’a giden ne idüğü belirsiz, sivil kıyafetinde Amerikalılarla... Kulak misafirliğimde, dünyalarını, heyecanlarını, beklentilerini paylaşıyorum.
Farklı bekleme mekanlarında bulunma serüvenime eşantiyon olarak da, bazen havaalanında o ülkenin gazetesini alıyorum. Bilmediğim bir dili, kendime göre sessizce okuyor, anlamdırmaya çalışıyor, gazetelerdeki fotoğraflarla o ülke hakkında düşünceler geliştiriyorum.
Tavsiye ederim. Bilmece çözerek beyinlerini canlı tutmak isteyenler için yararlı bir egzersiz.
EN HEYECANLISI AŞK OYUNU
Sıra oyunların en heyecanlısına geldi. Aslında uygarlıklarımızın hepsi oyunlar bütünü değil mi? Homo Ludens kitabı yazarı Johan Huizinga’nın tezi bu. Siyaset, evlilik, askerlik, öğrencilik, ekonomi...Hepsi kuralları olan, kurallarına tabi olduğumuz oyunlar. Uymadığımız zaman cezalandırılıyor, oyun dışı kalıyor, oyundan atılıyoruz. Hayatımızda üstlendiğimiz çeşitli rollerin bir futbolcu, tenisci, güreşciden farkı yok. Her oyunun hakemi, hakimi, toplumsal denetim mekanizması var, şunu yapabilir, bunu yapamazsın diyen. Topluma baktığımızda, oynayan oynamayan ayrımı yok. Hepimiz oyuncuyuz. Futbolda seyirci olmak da kuralları olan bir oyun. Ona göre kıyafet giyiyor, şarkı söylüyor, slogan atıyoruz. Uyumsuzsanız, seyirciliği kurallarına göre oynamıyorsanız, gene size yer yok.
Oyunların en heyecanlısı?
Aşk mı?Aşk da oyun mu?
Bana tanımını sorduklarında “Ne yapacığımı bilemediğim ruh halim,” demiştim.
Özellikle uzun deniz yolculukları “Gemi aşklarıyla” bilinir. Beş gün, bir hafta süren transatlantik yolculuklarında, eskiden TV dizisinden de bildiğimiz “Aşk gemilerinde” yazılı olmayan bir kuraldır, aşkın yolculuk boyu süreceği, yolculukla biteceği. Herkes bunu bildiğinden, ilişkiler bu anlayışla kurulur
Havaalanlarında, bir daha buluşmamak, adres değiş tokuşu yapmamak, isim teatisinde bile bulunmamak anlayışını esas kılmak. Belki de sade göz göze gelerek, birbirimizden hoşlandığımızı teyid ederek, karşılıklı gülümsemekten öteye gitmeyen, uçağa biner binmez unutucağımız, hatırlanmayan rüyaya dönüşecek aşk oyunu oynanabilir mi?
Oyunbozanlık yapan, ayrılmamacasına aşık olanlar için, yolculuk daha uçağa binmeden, havaalanında bitebilir.
Havalanları hayallerimize, oyunlarımıza açık. Üstelik daha seyahatin başlangıcındayız.
Bekleme salonunda psikoterapi seansı
Havaalanları ruh sağlığımıza iyi gelebilir. Harvard’da Emeritus profesör Edward Wilson dünyanın sayılı biyologlarından. Çocukluğundan itibaren ömrünün önemli kısmını karıncaların yaşantısını izlemeye vakfetmiş. Aynı şeyi havaalanlarında insanlarla yapmak mümkün. Saatlerce beklemenin gerginliği arttırması, davranışlarımızı denetimsiz kılabiliyor. Genellikle eve, kapalı ortamlara mahsus, karı koca kavgaları mesela. Buralarda, birbirlerinden sıkılmış çiftleri gözlemek de mümkün. Gözlemeli ki, biz de bir gün o duruma düşmeyelim. Düşmüşsek de, gördüklerimiz uyarıcı olsun, kendimizi tanımamıza. Kendimize çeki düzen vermemize. Başkalarının sorunlarıyla empati kurmak, nice psikoterapi seansına bedel. Bir başka gözlem oyunu: Konumuz, farklı ülkelerin bireylerini ayırd etmek. Bir tür, “Kim, hangi milletten totosu.” Kendinizle iddiaya girin. Bakalım kaç tutturacaksınız. 10 kişi seçin. Nereli olduğunu tahmin edin ve cesaretinizi toplayıp sorun! Son yıllarda kimin nereli olduğunu bilmekte zorlanıyorum. Hepimiz markalaşmaya başladık.
Sıradanlığa meydan okuyun
Fotoğraf çekme becerilerini geliştirmek isteyenler için havaalanları ideal mekan. Seyahatlerde, yeni gördüklerimiz karşısında şip şak fotoğrafçı kesiliriz. Zor olan, bize ilk bakışta sıkıcı ve sıradan gelen şeyleri fotoğraflamak. Ayrıntıları, farklılıkları yakalamak. Bunun için de havaalanlarında daha iyi bir fırsat yok. Alışveriş yapanlar, uyuklayanlar, gazete okuyanlar, yemek yiyenler... Bakarsınız günün birinde “Havaalanlarında Bekleyenler Portreleri” adlı bir sergiyi ilk açan siz olabilirsiniz.
Hafiyeliğe ilk adım
Gözlem oyunlarına heyecan katmak mümkün. Gözünüze kestirdiğiniz bir çift ya da kişiyi gizlice takip etmeyi dene-yebilirsiniz. Alış verişte, lokantada, hatta tuvalette. Birdenbire kendinizi, üstelik sizin yönettiğiniz Alfred Hitchcock polisiye filminde hisse-debilirsiniz. Ama unutmayın! Aynı oyunu oynayan başka birisi de sizi takip ediyor olabilir.