Güncelleme Tarihi:
CANER KURTARAN'IN FOTOĞRAFLARI
Sizi merak eden o kadar çok ki… Bu sebeple sizi kısaca tanıyarak başlayalım röportajımıza.
1978 yılında İstanbul’da doğdum. Lise bitene kadar İstanbul’da, ailemin yanında yaşadım. Lisedeyken tiyatroyla ilgilenmeye başladım. Lise bitti, konservatuarı kazandım. İlk önce konservatuara Eskişehir’de gittim, sonra İstanbul’u özledim. Eskişehir’de birinci sınıfı bitirdikten sonra kaydımı alarak İstanbul’a geri döndüm. Mimar Sinan Üniversitesi’nin yetenek sınavına girdim. Sınavı kazandım ve okulu bitirdim.
Konservatuarı bitirdikten sonraki yaptıklarınıza devam etmeden önce burada bir bilgiyi de teyit etmek istiyorum. Lisedeyken tiyatroyla ilgilenmişsiniz. Bu ilginiz de teyzenizin sizi bir tiyatro grubuyla tanıştırmasıyla olmuş. O tanıştırma olmasaydı şu an oyunculuk değil başka bir iş yapıyor olacaktınız belki de.
Oooo! Araştırılmışım. Evet doğru…
O zamana kadar oyuncu olmak gibi hayaliniz yokmuş.
Ya hayal değildi bu. Birçok kişinin hayali olan bu durum ama benim için hayal değildi. Hani çocukluğumdan beri ben oyuncu olacağım hayali ile yaşamadım. Hayatın getirdikleri hiç belli olmuyor. Birden karşına çıkar ama bu güzel bir şey ben mutlu olacağım dersin ve devam edersin. Yaşam da öyle bir şey zaten. Baktım güzel bir şey, mutlu oluyorum, devam ettim.
Peki ne olmak isterdiniz?
Bilmiyorum yani öyle çok düşünmedim ne olacağımı. Yani çocukken birçok şey olmak istiyorsun. Ha vardır çoğu kişinin; hani gemiye binip kaptan olup açılmak istersin, pilot olmak istersin. Yani anlık bir değişim ama dediğim gibi aklımda tutku olacak kadar belirgin bir şey yoktu o zamana kadar.
Hayat ne getirirse, size ne sunarsa onu…
Aynen öyle…
Konservatuardan mezun olduktan sonra da birkaç yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli olarak çalıştınız.
Devlet Tiyatroları’nda çalıştım. O sırada bir iki dizi işi oldu.
O iki dizi ‘Kasabanın İncisi’ ve ‘Güz Yangını’ idi. Ama o dönemlerde dizilere pek sıcak bakmamışsınız. Nedeni neydi bunun?
Televizyon dünyasını biliyorsun, hızlı tüketen bir sektör. Oyuncuyu da, yapımcıyı da, diziyi de… Her şeyi tüketiyor. Bunu istemediğim için, güzel, kaliteli, aklımın yattığı işlerde oynamak istedim hep. O iki projeye çok isteyerek baktım, çünkü çok güzeldi. İyi oyuncular, iyi isimler vardı. Ama zamanla her şey büyüyerek gelişti. Sonra ‘Kırık Kanatlar’ dizisinde ‘Öğretmen Mehmet’ karakterini oynadım. Sonra ‘Yaprak Dökümü’nden teklif gelince...
“ROLÜM RİSKTİ ASLINDA”
‘Yaprak Dökümü’nde, ‘Şevket’ rolünü kabul etmeniz konusunda sizi cezbeden neydi?
Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim; her şey bir anda olmadı. Herkesin bir stratejisi vardır hayatta. Yani konservatuarda tiyatro okudum, mezun oldum. ‘Yaprak Dökümü’nde yer almamın nedeni; Yapımcı, senarist, yönetmen, kadro olarak özverili bir işti. Üzerine düşülmüş ve düşünülmüş bir işti. Bu sebeplerden dolayı cazip geldi. Çünkü kaliteli bir işti. Oyuncularından tutun da yapım şirketine; yapım şirketinden tutun da senaristlerin bakış açısına kadar çok kaliteli bir projeydi. Ve projeye gerçekten biz ödün vermeden kaliteli bir iş ortaya koyacağız diye bakmaları beni cezbetti. Daha önce tiyatroda oynanmış, şu anda da oynanan bir klasik. Çok köklü bir hikaye. Onun içinde bir parça olmak benim için çok zevkli bir iş. Her zaman gelecek bir fırsat değildi. Normal bir dizide oynayabilirsin ama klasik bir eserde çok farklı ve keyifli. Öncesinde de yaptığım işleri de seçmeye çalışmıştım. Biraz daha kaliteli işlerde yer almaktı bunun nedeni.
Kaliteli işlerde yer almak istemenin yanı sıra rol olarak ‘Şevket’i kabul etme nedenlerinize değinmenizi istersem…
Yıllar önce Tarık Tarcan oynadı rolü, bir riskti aslında. Her zaman gelecek bir fırsat değildi. Ha normal bir dizide rol alırsınız evet ama bir klasik eserde rol almak…
“ŞEVKET KADAR SAF DEĞİLİM!”
Benzeyen yönleri neler Şevket ve Caner’in; dürüst ve iyi niyetli olmasının dışında?
Benzer özellikler şu; ben de karşımdaki insanın bunu neden yaptığını düşünürüm. Yani biri bana bir şey dediğinde ya da biri bana kötü bir şey yaptığında ilk önce her şeyi Şevket gibi algılamaya çalışırım ama onun kadar saf değilim. Ben çok daha cin, daha kurnaz bir insan da değilim.
Yani Şevket gerçekten çok saf bir karakter.
Böyle insanlar var. Bu kötü bir şey değil ki.
Kötü değil ama… Şevket’in bu saflığı aşkın esareti olmasından desek yanlış olmaz sanırım.
Evet, doğru bir gözlem… Aynen öyle…
Öyle de… Aşka bu kadar esir olunmaz ki kardeşim. (Gülüşmeler) Röportaja gelirken, sizinle röportaja geleceğimi duyan eş, dost arkadaşlar: ‘Söyle Şevket’e Ferhunde’nin yaptığı kötülükleri görsün artık, ayrılsın ondan’ dediler. Benden iletmesi…
Diyen çok da…
Nasıl sokaktaki insanların tepkisi, sizi gördüklerinde neler söylüyorlar?
“Ah evladım nasıl dayanıyorsun, nasıl çekiyorsun, aman oğlum daha ne kadar çekeceksin?” diyorlar. O kadar gerçek, öyle iyi yansıtmışız ki insanlar benimsiyorlar. Aslında bu konuyla ilgili olarak şöyle bir gerçek de var. Burada insanların hayatta yaşadıkları, karşılaştıkları şeyler var. İlla kötü bir gelin olmasına gerek yok dizide. Bundan çok hayatta ve ailede geçen riyakar durumlar, ailevi durumlar var hikayede. Türk ailesinin durumu anlatılıyor.
Peki Şevket ile Caner’in benzemeyen özelikleri…
Benzemeyen özellikler; ben bu kadar çabuk kanacak bir insan değilim. Benim yaşanmışlığım daha fazla. Evet ben iyi niyetliyim ama biri bana iyi niyetime rağmen bana karşı bir şey yaptığında ben Şevket gibi davranmam. Ya ilişkimi keserim ya da gerektiği şekilde karşılığını veririm.
Burada şöyle bir soru sorayım o zaman. Evet oyunculuk bu. Ama insanın kendinde olmayan bir özelliği bir karakterde canlandırmak oyuncuyu yaratıcı mı kılıyor yoksa zorluyor mu?
Şöyle bir şey oluyor; hem teknik var hem duygu var. Bir oyuncu olarak sana benzemeyen bir insanı oynuyorsun ama bende olan duygularla oynuyorum bunu. Yani başka bir şey yaratmıyorum. Ben Caner’im Şevket’i oynuyorum. Şevket’in bana benzeyen ve benzemeyen özelliklerini yine bendeki duygularla bütünleştirip, tahlil edip o karakteri canlandırmaya çalışıyorum. Ama bunda taklide gidilirse o zaman yok oluyorsun.
O fark edilir zaten.
Evet. Yani orda o olmaya çalışıyorsun o an. Orda yaşanıyor, tekrarı yok. Daha gerçekçi olması benim hoşuma gidiyor.
Halil Ergün ve Güven Hokna gibi usta iki isimden oyunculuk adına öğrendikleriniz neler?
Halil Ergün hayatta tanıdığım gerçekten iyi biri. Zaten baba gibi… Çok iyi bir oyuncu, çok önemli bir insan. Tanımanız lazım. Sette farklı bir otoritesi olan, insana yardımcı olan biri. Bana çok yardımcı oldu, hiçbir zaman başka bir şey düşünmedi. Çok şanslıyım bu konuda. Güven Hokna da aynı şekilde… Çok yardımcı oluyor. Yani oyunculuk adına o kadar ayrıntılı şeyler öğreniyorum ki onlardan. Bunu satarak göstermiyor, ufak hareketlerle gösteriyorlar. Çok müthiş oyuncu ikisi de. Çok kaliteli insanlar. Bu sektörde Halil Ergün gibi olan bir ya da iki kişi vardır.
Tiyatro adına yapmak istediğiniz neler var?
Tiyatro tabii ki. Bu konuda hayallerim, yapmak istediklerim var tabii ama şu an dizi yoğun… Zamanla…
Nasıl bir rolü canlandırmak isterdiniz tiyatroda?
Ah yaaa Melike, en hassas yerimden vurdun beni. Bu çok lükse kaçan bir şey belki ama ben; istediğim oyun, istediğim rol, istediğim insan, istediğim ortam olsun istiyorum tiyatro yapmak için. O zaman güzel bir şey, o zaman iyi bir şey ortaya çıkar. Bu geniş kapsamlı bir şey.
“SIĞ ROLÜ SEVMİYORUM”
Nasıl bir rolü iyi canlandırabileceğinizi düşünüyorsunuz? Ya da düşündünüz mü hiç? Bir alkoliği, bir katili mesela… Şu rolü iyi canlandırırım dediğiniz…
İyi canlandırırım demek değil de; ilk görünüşte göründüğü gibi olmayan, derinliği olan, düşündüren, farklı olacak. Sığ rolü sevmiyorum. Mesela John Deep’i düşün. Çok basit bir film, basit bir hikaye Karayip Korsanları. Onun rol aldığı hikayenin Holywood da binlercesi yapıldı. Ne bunu bu kadar farklı kıldı? Ne yaptı; o kadar güzel oynadı ki o rolü, seyrederken sıradan bir korsan görmüyorsunuz. Hem kötü görüyorsun, hem iyi görüyorsun. Hem yumuşak hareketleri var hem sert bir adam, hem esprili, hem çok ciddi. Yani bir rolü çok derin ve faklı kılmak senin oyunculuğunun becerisi.
“OYUNCULUK TUTKU İŞİ”
Oyunculuğu mutlu olmak için yapıyorum diyorsunuz.
Evet oyunculuğu mutlu olmak için yapıyorum. Evet herkes mutlu olmak için, mutlu olduğu işi yapmak ister ya da yapar. Ama ilk başta para kazanacağım, şöhret olacağım ya da tiyatro yapıyorum diye istemediği, sevmediği rollerde oynayan bazı oyuncular var. Ama oyunculuk tutku işi.
İşte bu yüzden yani böyle diyenler, bu işi para kazanmak için yapanlar çokken sizin böyle düşünmeniz ilginç geldi.
Ben tiyatro yapıyorum ama hayatım para değil ki. Benim işim oyunculuk. Televizyonda tiyatroda yapmışım, sinemada yapmışım. Benim için tutku olan bu. Ben bu işe yeni başladım, oynamaktan keyif aldığım için. İyi oynamak, zevkli oynamak, bir şeyler yapmak istiyorum.
“İŞİMİ PARA İÇİN YAPARSAM ESNAF OLURUM”
İçinde bulunmaktan mutlu olduğunuz şeylerde yer almak istiyorsunuz.
Evet, mutsuzsam yapamam. O zaman niye bu işi yapıyorum. Para için yaparsam esnaf olurum.
Yaprak Dökümü adlı eser, dizi olarak ekranlarda yer almasının dışında tiyatroda da sahneleniyor. Hatta dizide ‘Fikret’ rolünü canlandıran Bennu tiyatroda da rol alıyor. Şunu sormak istiyorum. Dizideki karakterler kitaptakiyle aynı ama konuya tam anlamıyla uyulmuyor, birebir aynı değil. Orda çok fakir bir aile var mesela. Konuların kitaptakiyle aynı şekilde işlenmemesinin nedeni ticari kaygıdan dolayı mı?
Ticari kaygıdan çok, zaten ticari bir iştir dizi, sinema. Baştan bunu biliyoruz. Dizi sektöründe ticari kaygı var evet ama bence bunun günümüze uyarlanması birinci nedeni. Dizide geçen, günümüze uyarlanmış hal. Yani bilgisayarı var, cep telefonu var…
Kredi kartları var…
Aynen… Kredi kartları var, ilişkiler var; üniversiteye gidiyor biri, arabayla gelip alıyorlar. Ve buna benzer birçok şey… Bunlardan yola çıkılarak anlatılmış ve gerçekten ayrıntılarla yazılmış bir senaryo.
“İNSANLAR ‘YAPRAK DÖKÜMÜ’ DİZİSİNE CAN SİMİDİ GİBİ SARILDI!”
Peki bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz Yaprak Dökümü’nün. Birçok dizi var ve Yaprak Dökümü onca dizi arasından fark edilip, sevilerek, merakla izlenen dizilerin başında geliyor.
Dizi kirliliği içinde can simidi gibi sarıldı insanlar. Neden? Ben de oynamasaydım aynı şeyi düşünürdüm. Gerçek konular ve samimi olması… Genelde drama germiyor. Genelde esas oğlan esas kız… Esas oğlan jeepiyle gelir, birkaç erkeklik yapar, birkaç kişiyi döver, başka kötü adamlar gelir onu döver, kız ona aşık olur, vs… Tamam bu çok güzel bir hikaye. Zaten dünya edebiyatının neredeyse çoğu bu konu üzerine… Genelde iki kişi ön planda ama bu dizide daha geniş kapsamlı…
Herkesin yaşadıkları ele alınıyor.
Yani en önemlisi şu aslında; tiyatroda da sinemada da, dizide de geçerli bu. Ben seyircinin gördüğü, inandığı, samimi bulduğu, kendini orada özdeşleştirip, o an kendini onun yerine koydukları eserleri izliyor.
Belki de oradaki bir karakterde kendini bulduğu için…
Elbette… Oyuncu draması da var. Yani kendini buldun, canlandırmalar da var, onda da kendinden bir şeyler buluyorsun. Ama sinemada inanmak var. Yani filmde kaptırıp ağlıyor ama ağlamak için inanman lazım. Bunlardan dolayı yani inandırıcı ve samimi olduğu için…
Size en çok sormamı istedikleri soru buydu dizi takipçilerinin. Ferhunde’nin yaptıklarını ne zaman görecek Şevket?’ sorusu…
Aslında Şevket görüyor, görmüyor değil…
Görüyor ama...
Ama… Dizinin bu kadar tutmasının, bu kadar izlenmesinin sebebi de bu aslında; dünyada iyi kötü her şey yaşanır ama ilişkiler devam eder. Bunu sen de yaşamışsındır, ben de yaşamışımdır, herkes yaşamıştır. Yaşanır ve devam eder, algılarsın. Şevket de algılamaya başladı ama.
Dönüş mü yok?
Dönüş yoktan ziyade çok iyi eğitimli bir çocuk, bunun çirkefliğini böyle gelip de ‘sen şunu yaptın, sen bunu yaptın’ deyip, kavga edecek, tartışacak bir adam değil. Ama düşünüyor içinde. Olaylar daha da gelişecek. Yani farkında Şevket.
“ERKEKLER ŞEHVETİ AŞK ZANNEDİYOR!”
Zaten Şevket’in başına ne geldiyse şehveti aşk sanmasından…
Evet erkekler şehveti aşk zannediyor ama bu genelde tecrübesiz erkeklerin başına gelen bir şey. Şevket de tecrübesiz… Karşısında seksapelitesini kullanan, evlenmiş, çok havalı bir kadın var. Şevket’in başı dönüyor. Şimdi tecrübesi olmayan bir erkek için bu çok cazip. Hoş bir kadın onunla birlikte... O da bir insan sonuçta, hayvansal güdüsüyle geliyor, evli olmasına rağmen ona aşık oluyor, evleniyor. Ama 5 yıl sonra bunu yapmaz.
Deniz Çakır’la oynamak…
Çok iyi bir oyuncu, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir partner, hoşgörülü… Çok keyifli, iyi ki Deniz karşımda oyuncu partnerim… Çok eğleniyoruz.
Peki Fikret’i canlandıran Bennu?
Bennu dünya tatlısı, çok iyi, ilginç, sıradışı oyunculuğu ve karakteri olan bir insan aynı zamanda çok nahif. Mükemmel. Çok şanslıyım bu konuda.
“İKİLEME DÜŞMEM”
Gelelim dizide Şevket’e aşık olan Sedef’e… Evet bu konu da kitapta yok ama… Kendisine olan aşkının farkında olmayan Şevket’in bu aşkı öğrenmesinden sonra Sedef’e olan duyguları ne doğrultuda? Bu aşkı öğrendikten sonra Şevket’te biraz değişim oldu gibi…
Kitapta böyle bir konu yok ama olması gerekiyor. Bir umut olması gerekiyordu. Evet Şevket’te bu aşkı öğrendikten sonra biraz değişim oldu. Net bir değişim değil ama hani olur ya ‘Acaba’ durumu. Çünkü hayatında iyi olmayan bir kadın var bunu görüyor ve karşısında da tam tersi bir insan var. Şevket de bunu görüyor ama bir kere kardeş olarak görüyordu, ilgisi olduğunu zannetmiyordu. Ama öğrendikten sonra ‘Acaba’ sorusu… Çok ayrıntılı ve çok ince bir şey bu.
Dizinin ilerleyen bölümlerinde Şevket Sedef’e yönelecek gibi…
Olabilir. Bakalım…
Peki gerçek hayatta böyle bir durumla karşı karşıya kalsanız… Yani beraber olduğunuz biri var ve diğer tarafta da sizi çok seven başka biri…
Benim hayatımda böyle şeyler olmaz. Bakarım karşımdaki insana… İkileme düşmem, ikileme düştüğüm anda bunu ona hemen söylerim zaten. Çünkü bunu uzatmak karşındaki insana saygısızlıktır, onun hayatını etkiler. Çünkü o an onu üzmemek için devam edersin ve daha çok üzülür. Söylersin, bilir çok üzülür ama hayatına devam etsin.
Günümüzde bu şekilde, böyle ikili oynayan çok kişi var.
Evet maalesef… Bu çok insani bir haksızlık.
“İlk görüşte aşka inanırım” diyorsunuz.
Tabii ki… O çok önemli.
“AŞK KİMYASAL BİR ŞEY, HAYVANSAL GÜDÜ!”
“Sonrasında ne çıkarsa piyango, sonrası aşk değil zaten” diyorsunuz. Yani…
Ya aşk değil derken yani şöyle; bu konuda kitaplar da, düşünceler de var, aşk kimyasal bir şey. Cinsellik… Yani diyelim burada on tane kadın var. Neden bu on kişiden sadece birine daha farklı duygular besleyip, farklı gözle bakıyorsunuz? Niye? Sigarayı çok güzel tuttuğu için mi? Hayır. O senin hayvansal güdün. Yani ben en iyi bu insanla evcilleşirim, en iyi bu insanla çiftleşebilirim, çocuğuma en iyi bu insan bakabilir, en iyi bu insanla hayatı yaşayabilirim duygusu oluyor. İlk baştaki hiç tanımadan gördüğün biri hakkında söylersin bunları, ilk görüşte aşk dediğim bu. Sonra insan faktörü ve sosyallik giriyor; anlaşma, uyuşma... Bu da uyum sağlıyorsa mükemmel. Ama bu kimya başka, aşkın da kirlenmemesi lazım.
“ÇOK KISKANÇTIM, KENDİMİ EĞİTTİM”
Sevdiğinize sürpriz yapmayı severmişsiniz, hediye almaktan hoşlanırmışsınız. Peki bunun dışında nasıl yaşarsınız aşkı. Gözü kara mısınız ya da kıskanç mısınız mesela?
Aaaaa önceden çok kıskançtım da şimdi değil. Çünkü eğittim kendimi. Büyüyorsunuz. Yirmi yaşındayken sevdiğim biri vardı ve acayip kıskanırdım. Biri baktığı zaman ya da başkalarından çok kıskanırdım filan… Ama tecrübeyle hayatta bazı şeyleri görüp, öğrenir duruma geliyorsun. Şimdi çok daha yumuşak, sosyal ve güzel bakıyorum. Tabii öğreniyorsunuz, büyüyorsunuz, tecrübelerinizle….
Aşık olduğunuzda neler değişiyor sizde?
Duygular çok yoğun oluyor bir kere. Günün büyük bir bölümü onunla geçiyor kafanda. Yaşadığın hemen her an düşüncelerin o oluyor. Her şeyi düşünüyorsun, bağlantını ayakta tutmaya çalışıyorsun. Hepsinden önemlisi ve güzeli hayatınıza enerji geliyor. Yani aşk eşittir enerji durumunu yaşıyorsun.
“Benim için ilişkide önemli olan güven, samimiyet ve rahatlıktır.” diyorsunuz. Peki ya ilişkiyi çıkmaza sokanlar nelerdir?
İlişkiyi çıkmaza sokan kandırmak tabii ki. Ve karşındaki insanın egosu.
“KANDIRMAK İLİŞKİYİ ÇIKMAZA SOKAR”
Ego hemen her ilişkide yok mudur? Vardır yani.
Vardır ama… İşte bu yani kandırmak çıkmaza sokar ilişkiyi. Öyle çok şey var ki, mesela; ufacık ya da yanlış bir şey yapıyor, sonra da bunu söylemiyor, niye? Karşımdaki insan kızar ya da yanlış anlar diye. Ama söylese bir sorun olmayacak yani. Söylemeyince büyüyor büyüyor, kartopu gibi…
Sessiz sakin bir yapınız var. Hani uçarı değilsiniz, çılgınlık yapamazmışsınız gibi…
Ha evet o anlamda biraz sıkarım kendimi. Algılamam lazım. Hani bazı insanlar vardır hangi ortamda olurlarsa olsun istediği gibi takılır, kafalarına estiğini yapar. Ben öyle değilimdir. Alışıp yargılamam lazım.
“ALDATMAK İNSANIN GERÇEĞİ”
Evliliğe bakışınız…
Evlilik güzel bir şey… Evliliğe karşı olan evliliği istemeyen bir insan değilim. Evlilik, çocuk, aile buna ben inanıyorum. Yani bunun olması gerekiyor. Bu, tabiatın, insanlığın doğasında var, herkesin yaşayacağı bir şey. Ben de bunu en iyi insanla yaşayacağım. Evliliğin, sanatçının hayatını olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum. Bunun çok örnekleri var.
Örnekler var ama bu sayı çok az. Evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünenlerden misiniz?
Aşk dediğim gibi başka bir kavram benim için başlangıçta. Sonra da hayat arkadaşlığına dönüşüyor. Arkadaşınız var, dostunuz, aileniz var ama bir de birlikte yaşlanacağınız bir kadın / erkek var. Hayatı birlikte yaşıyorsunuz. O yüzden ilişkide her şeyiniz açık olmalı.
Son yıllarda artan ihanetler, aldatmalar… Sadece ikili ilişkilerdeki aldatmalar değil…
Valla aldatmak insanın gerçeği. Aldatma hep vardı, olmaya da devam edecek. Ama bu, insanın kendine zarar veren bir şey. Bana karşı bir aldatma olursa çok büyük bir tepki göstermem ama benim bir huyum vardır. Ben bir iki laf söylerim, her anlamda işe yarar yani.
“AYNA OLMADAN DÜŞÜNEMEM!”
Ne mutlu ki mutlu olduğunuz işi yapıyorsunuz. Peki mutlu olduğunuz işi yapmak dışında sizi neler mutlu eder?
Arkadaşlarımla vakit geçirmek, sohbet etmek, hayat hakkında konuşmak… Playstation ve bilgisayar oyunları oynamak… Bir de ben düşünürüm. Oturur düşünürüm. Her şeyi düşünürüm, gerçi son zamanlarda buna vaktim olmuyor ama… Ayna olacak odamda. Ayna olmadan düşünemem. Ben bir süre hiçbir iş yapmadım, evde oturdum. O sürede hep düşündüm. Her insan bir enerji, bir düşünce yaratır. İşte önemli olan bunun farkına varmak. Oyuncuların hayatında bu çok vardır. Durup düşündüğü, farklı işler, farklı şeyler yapma süreçler vardır.
Neler kızdırır peki?
Yalan… Ben bir insanla bir şeyler paylaşıyorsam, duygularımı paylaşıyorsam, bunun suistimal edilmesi beni kızdırıyor. Ben sana bu kadar açık anlatıyorum ama sen bunu suistimal ediyorsun. İş hayatında da, özel hayatta da, aşkta da buna asla tahammülüm yok. İlahi adalet bunu çıkarır zaten. Ve yapılan bu tür yanlışları unutmam.
Unutmam derken kinci misiniz?
Kin her insanda vardır ama kinci değilim. O insanla görüşürüm ama yaptığını unutmam. Ama bunu ‘Senden öcümü alacağım’ anlamında değil. Bunu bir şekilde kendisinin görmesini sağlarım, kendisinin pişman olmasını beklerim.
“BENDE KENDİNİ BEĞENME KORKUSU VAR!”
Sizi beğenen insanlar çok fazla. Peki siz kendinizi yakışıklı buluyor musunuz?
Ben mi? Yok yaaaa… Bende kendini beğenme korkusu var. İnsanlar imza almak, konuşmak, resim çekilmek için geldiklerinde; ben de otomatik şey oluyor, benimle ilgilenmeseler filan… Güzel şeyler söylediklerinde hemen konuyu kapatırım. Bunları geçelim diyorum. Yakışıklı bir adam değilim. Yakışıklılık ayrı bir şey ama…
YAKIŞIKLI DEĞİLİM AMA HOŞ BİR ADAMIM!”
Ama bir şey var diyorsunuz.
Buna cevabım; yakışıklı değilim ama iyi ve hoş adam olabilir.
Kendinizi mutsuz hissettiğinizde… Ya da canınız sıkıldığında…
O zaman hemen hemen aynalı odama kapanıyorum. Uzun vadeli veya kısa vadeli her şeyi düşünüyorum. Ha ne kadar süreceği belli olmuyor o dönemin. İşte yapmak istediklerim, yapamadığım, çelişkilerim… Ben çelişkili bir insanım. Çelişki olmazsa olmaz zaten, işin içinden çıkamazsınız. Düşünsene, sıradan, düz giden bir adam. Olmaz. Şu da bu da var yolda giderken… Aslında bu çıkışsızlıklarımda bana en büyük yardımcım yalnızlığım.
Haluk Bilginer’e hayranmışsınız.
Haluk Bilginer iyi bir oyuncu. Her oyuncu birbirinden gördüğü taktiklerle başlar. Daha ilk başladığı zamanlarla sonra kendini geliştirir. Örnek aldığım değil de beğendiğim insandır. Oyunculuğu böyle körü körüne, olmazsa olmaz deyip kendini kaptırıp, hayatının odak noktasına oturtmazsın. Bu bana çok doğru gelmiyor. Çünkü bir yaşam var. Bu yaşamın içinde sevdiğin işi yapıyorsun. Bu işi böyle çok iyi yapanlar da; Halil Ergün, Haluk Bilginer gibi… Çok beğendiğim biri daha var Fikret (Kuşkan). Bunlar sıradan olmayan insanlar.
“BİR ARA ŞİİRLER YAZIYORDUM, HEPSİNİ YAKTIM!”
Yalnız büyümüşsünüz. Genelde yalnız insanlar bir şeyler yazar. Şiir ya da yazı yazar mısınız peki?
Ya bir ara yazıyordum sonra bir anıma geldi hepsini yaktım.
Aaaa neden?
Öyle olması gerekiyordu. Arada böyle… Çünkü hayatı bazen basit yaşamaya, basit algılamaya çalışıyorum. Bazen insanlar bazı konularda konuşurken derin değil de daha anlaşılır daha basit algılamak için konuşuyorum.
Hayatı çok ciddiye almıyorsunuz o zaman?
Müşfik Kenter benim hocamdı. Onun bir lafı vardır. “Tiyatro çok ciddi bir şakadır?” derdi. Hayat da öyle…
“TİYATRODA HER İNSANIN HAYATINI YAŞIYORSUNUZ”
Tiyatro güzel bir meslek. Yani her şey oluyorsunuz.
Evet, temelinde bu var. Her insanın hayatını yaşabiliyorsunuz. Kurtlar Vadisi Irak’ta canlı bombaydım mesela. O rolü oynarken tüylerim diken diken oldu. Oğlum, kızım öldü o rolde. Terörist değildi o adam. Yapacak hiçbir şeyi yoktu, bunun intikamını almak istiyordu.
Sizi tanıdığımız rolleri bir yana bırakalım şimdi. Kendinizi tanıtmanızı istesem…
Bir şeyleri içinde yaşayan bir insanım. Çekingenimdir, utangacımdır. Hayatta hepimizin oynadığı bazı roller var. İşte, arkadaşlıkta, ailede… Ve bu ortamlarda oynadığımız rollere bazen ayak uyduramıyoruz. Çünkü ben içimden ne geliyorsa söylemek isteyen bir insanım. Bunu söyleyemediğimde içim içime sığmıyor. Bir de ben insanların iyi niyetli olmasını istiyorum. Şunu fark ettim, herkes bir şeylerin kavgasında, bir zamanla yarışta, kariyerle yarışta. Ve kimseyle samimi olmaya, dost olmaya gelmiyor. Sadece sanat camiası için geçerli değil bu. İnsanlar; özel ilişkilerde yok aldatma yok başka şeyler… Hangisi, kimle nerde yattı. Sanat camiası göz önünde olduğu için bunları görüyoruz Halbuki hayatta çok daha fazlası oluyor bunların. Aldatmaların, kötü şeylerin daha fazlası var.
Ne tür müzikler dinlemeyi seversiniz?
Caz seviyorum, blue seviyorum. Türkiye’de son dönemlerde rock grupları güzel şeyler yapmaya başladı. Özellikle birkaç grup müzikalitesini bozmadan gidiyor, bu da çok hoşuma gidiyor. Özellikle de Duman Grubu…
Kitaplarda okumaktan zevk aldığınız…
Hayata dair bir şeyler, yeni şeyler veren kitapları okumayı seviyorum. Var olan şeyleri geliştirici kitaplar… Felsefe ve psikolojiye dayalı türler tercihim oluyor kitaplarda.
İnternetle aranız nasıl?
Bilgilenmek için evet ama onun dışında hayır. Msn’de konuşmaları hiç sevmiyorum, gülücükler, işaretler filan… Mesajlaşmalar da öyle… Sonra karşı karşıya geliyorsun, buz gibi bir insan. E n’oldu, farklı konuşuyordun. Hayatındaki insanı bu yolla arayanlar var ya’
Yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Hayatta hep yakın vadeli işlere yöneldim. Ha evet yapmak istediklerim var tabii ama zamanla… Şu an için sinemada bir şeyler yapmak istiyorum. Sinemada yönetmen ve senaristle kafa kafaya verip anlatılacak olan konuyu oyunculuğumla beyaz perdeye aktarmak istiyorum.
“SİNEMANIN ANLIK LEZZETİ DAHA FARKLI”
Beyaz perde deyince… Orda adınızı görmek anlatılmaz bir haz olsa gerek. Peki sinema ve dizi arasındaki fark…
Dizide bir şeyi uzun soluklu anlatıyorsun bir hikayeyi bu da keyifli bir şey ama sinema çekerken tabii ki onun o anlık lezzetleri daha farklı, daha büyük… Dizide de bu var ama bazen tekrarlamalar oluyor.
Bunun verdiği sıkılmalar…
Sıkılma değil de bazen yorabiliyor. İyi işler yapmak istemenle alakalı bu. Yani oyunculuğunu daha çok yaşamak istiyorsun, hadi şunu da yapalım, bunu da yapalım düşüncesiyle… Beklemek istemiyorsun. Bundan yani… Sinema bir sanat dalı, dizi bir sanat dalı değil. Sinema sanatçı için ayrı bir haz…
“İNSANLAR HER ŞEYİ OLURUNA BIRAKIYOR”
Son olarak…
İnsanların özellikle gençlerin düşünceli olmalarını rica ediyorum. Maddiyattan ve oluruna bırakmaktan vazgeçsinler. Biraz sorumluluk sahibi olup, eyleme geçsinler. Avrupa Amerika, Japonya’dakiler için ‘Bunlar nasıl kalkınıyorlar, nasıl ilerliyorlar?’ diyoruz. Oralarda niye daha farklı bir hayat var, işte bunun için, yani eyleme geçiyorlar. Hayatta ne yapmak itiyorsan onu yap. Hayatın sürükledikleri yöne değil de kendi gitmek istedikleri yere gitsinler bir şeyleri göze alıp.
Bu kolay olmuyor ama…
Kolay olmuyor ama yapılabilir. İnsanlar hayatlarındaki her şeyi oluruna bırakıyor. Hayatta sürüklenmek istedikleri yere değil de hayatın onları sürükledikleri yere gidiyorlar. Bu yüzden de isteklerini gerçekleştiremiyorlar. Dolayısıyla da mutsuz yüzler görüyoruz.
Ne olmak, ne yapmak istediklerini düşünmeye dahi izin vermiyorlar kendilerine. Nasılsa olacak bir şey değil, gerçekleştiremem’ mantığını benimsedikleri için.
Aynen... Her şeyi oluruna bırakmaktan ve maddiyatçılıktan vazgeçip, biraz sorumluluk alıp eyleme geçseler her şey daha iyi olacak! Bir filmdeki sahnede bara giren bir kovboy, mutsuz gördüğü barmenin yanına gidiyor, silahını dayıyor “Ne yapmak istiyorsun, ne olmak istiyorsun?” diye soruyor. Barmen diyor ki; “Veteriner olmak istiyordum ama...” Kovboy “E ne duruyorsun, iki gün sonra seni burada görmeyeceğim!” Buradaki mesaj: ne olmak, ne yapmak istiyorsan bir şeyleri göze alıp, onu iste ve peşine düş! Çünkü istersen, inanırsan er ya da geç gerçekleşecek.