Sevgiye dönen sırt neye kucak açar?

Güncelleme Tarihi:

Sevgiye dönen sırt neye kucak açar
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 30, 2004 09:21

Spielberg-Kubrick imzalı “Yapay Zekâ” filminde unutulmaz bir sahne vardı. Tek çocukları yıllardır bitkisel hayatta olan ailenin babası, karısına bir “süpriz”le dönüyordu. Yapay bir çocukla...

Haberin Devamı

Gerçeğiyle ayırdedilemez yapay bir çocuk. Programları arasına “sevme”nin de yerleştirilebildiği üstün bir modeldi bu hediye. Bir çocuktan beklenen herşeyi yapabiliyordu. Ona sahip olmak için tek bir koşul vardı. Test süresince, çocuğu deniyordunuz. Eğer, içiniz ısınırsa o “geri dönülmez koşulu” yerine getiriyordunuz.

 

Çocuğun sevgi programını başlatmak için kullanım kılavuzunda yapılan ritüeli yerine getiriyordunuz. O ritüeli yerine getirmeden önce çok ama çok düşünmeniz gerekiyordu. Çünkü, çocuk sizi bir kere anne ya da baba belledikten sonra, bu yolun geri dönüşü olamıyordu. Sevgi programı onun hayatını size adamasını gerektiriyordu. Çocuğu çöpe de atsanız o sizi unutmuyor ve sizi özlüyordu.

Haberin Devamı

 

Filmdeki anne-baba, çocukları ansızın iyileşince hayatını kendilerine adamış olan o çocuğu bir ormanın ortasına bırakıyorlardı. Çocuk, “annee, anneee” diye ağlaşa ağlaşa evine ulaşmanın yolunu arıyordu. Sonunda kendisiyle aynı kaderi paylaşan hemcinsleriyle dolu bir hurdalığa düşüyordu yolu...

 

İşte ben geçtiğimiz Cumartesi günü o hurdalıktaydım! Hayvansever bir arkadaşımın ısrarlarıyla uğradığım Yedikule Köpek Barınağı’nda geçirdim bir günümü. Ne derlerse desinler orası bir barınak değildi. Orası, sevgi programları geri dönüşü olmayacak biçimde başlatılmış ve “biz senin aileniz” güvencesi verilmiş ve sonra yüzüstü bırakılmış yüzlerce köpeğin aynı kaderi paylaştığı ve birlikte ağlaştıkları bir çiftlikti. Büyük çoğunluğu petshoplarda satılan “cins” köpeklerden oluşuyordu.

 

Barınağın idari ofisinde Meral hanım, Ponçik’le tanıştırdı bizi. Ağlamaktan sesi kısılmış 2 yaşında bir terrierdi Ponçik. Kolay değildi. “Ailesi” tarafından bir benzinciye “yarım saat işimiz var dönüp alacağız” denilerek bırakılmıştı. Geçmek bilmeyen o yarım saatlerin hiçbiri geri getirmemişti Ponçik’e ailesini... Yüz ifadesini size nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Hayata küsmüştü, insanlara kırgındı. Gözlerindeki o masum ifade beni ve kardeşim Banu’yu delik deşik etmişti. Sonuç mu? Ponçik, nam değiştirdi, Rıfkı ismini aldı ve Banu’yla yaşamaya başladı.

Haberin Devamı

 

Banu eli boş gittiği o barınaktan, on numaralı bir dost sahibi olarak geri döndü. Geceleri ses duvarını aşan horlamasının dışında mükemmel bir dost olacak Rıfkı ona. Camın kenarında, kendisine aile olarak programlanan kişileri beklemesinin anlamsız olduğunu farkedip, insanoğluna bir şans daha verdiği anda yeni ailesine adayacak kendisini...

 

1.500 köpek birarada yaşıyordu barınakta. Aynı anda havlıyorlardı. Hemen hemen hepsi Rıfkı gibi, ailelerinin o kapıdan içeri girip onları evlerine geri götüreceğini sanıyorlardı. Onlara, yanıldıklarını haykırmak istedim. Ama söyleyemedim. Söylesem de inanmazlardı zaten. Sevgi için yaşayan onlar, sevgileri uğruna ölmeye çoktan hazırlardı. O barınakta hayatımın en ilginç gününü yaşadım. 1.500 sevgi jeneratörü, bana bir koro olmuş ve sevgi dolu yanıma vurgu yapıyordu. 1.500 katilin birarada yaşadığı bir ortam, ruhumdaki zalim yanıma vurgu yapacağı gibi, onlar da bana sevgi telkininde bulunuyorlardı. Barınakta 1.500 ses değil tek bir ses vardı aslında. Ve o ses bana zaman zaman unuttuğum küçücük bir detayı hatırlatıyordu: İnsan olduğumu!

Haberin Devamı

 

Nazlı’nın belden aşağısı tutmuyordu. “Ailesi” onu sokağa bırakmıştı ve evini ararken trafik kazası geçirmişti. İki ayaklarını sürüye sürüye yanıma geldi Nazlı. Ağladım o anda. Bu satırları yazarken ağladığım gibi... Yüzünde melek gibi bir ifade vardı. Kimseye kırgın ya da kızgın değildi. Çömeldim. Öptüm Nazlı’yı. Hemcinslerim adına defalarca özür diledim ondan. Ona çok özel olduğunu söyledim. Ortada özür dilenecek birşey görmediği için kabul etmedi özürlerimi. Dolaşırken beni sürüne sürüne takip etmeye devam etti. Sonsuza kadar okşanmak istiyordu. Sonra öğrendim ve içim rahatladı. Hayvanseverler, Nazlı ve diğer engelli yavrulara bisiklet gibi arabalar yapıp, onlara hareket özgürlüğü sağlamışlardı. O insanları kucaklamak geldi birden içimden. Onlar birer melekti çünkü...

Haberin Devamı

 

Bu duygu yoğunluğu içinde barınakta gezinirken birkaç kanepe dikkatimi çekti. Eski püskü, çöpe atılası, değersiz görünen kanepeler... Meğer onlar, dünyanın en değerli kanepeleriymiş! Ev kokan o kanepeler onları, oturdukları anlarda aileleriyle yaşadıkları günlere geri götürüyormuş meğer. Onları, ailelerini korur gibi koruyorlarmış. Bu sahne, beni perişan etti. Boğazım kilitlendi. Yutkunamadım bir süre. Derin düşüncelere daldım...

 

Köpekler, birarada durunca hiçbir anlam ifade etmiyorlardı. Onlar birbirleriyle çok da iyi geçinemiyordu zaten. O anda anladım ki, bu hayvanlar insanların arasına karıştıkça anlam ifade ediyorlardı. Dünyaya da bunun için gönderilmişlerdi. Onlar, sonsuz sevgi potansiyelini gözardı edip sevmeyi unutabilen yapıdaki insanoğluna, kesintisiz sevgi kaynağı olarak gönderilmişlerdi. Oysa biz, toplu halde kendimizden uzaklaştırmıştık onları. Çitlerin arkasında kalan onlar değil, sentetik dünyalarında yapayalnız yaşamayı tercih eden bizlerdik aslında.

Haberin Devamı

 

Sevgiye sırtımızı döndüğümüzü anladım o barınakta. Peki, sevgiye dönen sırt, neye kucak açıyordu acaba?....

 

Geçen hafta, eve gelirken bir arabanın altında üç yavru kardeş bulduk. O kadar açlardı ki, bir tencere makarnayı bir oturuşta yiyip bitirdiler. Onları ofise götürmeye ve kadrolu sevgi elemanları olarak istihdam etmeye karar verdim. Bilin bakalım bir marka ajansında ikamet etmeye başlayan üç kediye ilk başta ne yapılır? İsimleme çalışması tabi ki! Onlar, birarada güzellerdi ve onları birarada tutmayı teşvik edecek bir isim aradık ve bulduk. Fan-Fin-Fon triosu, mesai saatlerimize minik bir fedakârlık karşılığında müthiş bir sevgi atmosferi getirdi. Şu tesadüfe bakın ki, bu yavruların ofise adım attıkları gün hiç beklemediğimiz, büyük ve de heyecanlı yeni bir iş geldi. Ansızın...

 

Yenibir’de yazılarıma yeni kitap çalışmalarım nedeniyle ara vermiştim hatırlarsanız. Yedikule’de yaşadıklarım nedeniyle size küçük bir yazı sürprizi yapmaya karar verdim. Bugün sizden bir konuda yardım isteyeceğim. Sakın oradaki hayvanlar için yardım isteyeceğimi zannetmeyin. Ben, kendinize yardım etmeniz için bir çağrıda bulunacağım size. Gelin, kimse için değil sadece ve sadece kendi menfaatleriniz adına sevgiye yatırım yapın. Sevginin, geri dönüşü en yüksek yatırım kağıdı olduğunu göreceksiniz.

 

Burada bir noktaya dikkat etmenizi öneriyorum. Tuzağa düşüp, insanlardan bir kaçış olarak hayvanlara sığınmamalı insan. Çünkü, hayvan insana alternatif değil. İnsanın mükemmel tamamlayıcısı. Daha fazla sevmek ve sevilmek için yönelmeli insan hayvanlara.

 

Yedikule Hayvan Barınağı’nda kendimi çok mahçup hissettim. Onlar için yapabilecekken yapmadıklarım beni dürttü ve Meral hanım’a şu soruyu sordum: “Emrinize amadeyim. Sizin için ne yapabilirim?”

 

Verdiği yanıtlar çok ilginçti. Ev kokan her tür eşyaya ihtiyaç vardı. Eski kanepe, halı parçası, masa vs. Malûm nedenden ötürü... Eski gazeteler bile büyük iş görüyor bu ortamda.

 

Biraz deşince, bu hayvancıkların tüylerinin yılda 2 kere kesilmesi gerektiği yoksa, egzama gibi birçok hastalığa yakalandıkları ortaya çıktı. Kiş başına 7.5 milyondan hesap edilince, toplamda büyük bir rakam tutuyor haliyle. Biraz dişimizi sıkıp bir tüy kesme aleti ayarlayacağız onlara. Bizzat kendim keseceğim haftasonları tüylerini. Haftasonları köpek kuaförlüğü yapacağım ve yeni mesleğimde hızla ilerleyeceğime inanıyorumJ

 

Köpek beslemek isteyip de bunu koşulları gereği gerçekleştiremeyenler için süper bir sistem geliştirilmiş. Evlat edinme sistemi... Orada bir köpeği seçip evlât edinip, mama ve aşı masraflarını üstleniyorsunuz. Sonra da istediğiniz zaman gelip köpeğinizi alıp gezmeye götürüyorsunuz. Zevkten de-li-ri-yor-lar-mış arabayla gezerken... Köpek milleti işte...

 

İçinizde sevgiye yatırım yapmak isteyenlerinizin çok kalabalık olduğunu, bana yazdıklarınızdan biliyorum. Size önerim şu: Yapabileceklerinizi 3 başlık altında somut hale getirin ve bana mail atın. Ben, bu potansiyeli elimden geldiğince organize etmeye çalışacağım.

 

-       Bu çocukların güvenilir aile ortamlarıyla buluşturulması.

-       Elinizde olan “işeyaramaz” eşyalarla yapabilecekleriniz.

-       Haftasonları sevgiye ayırabileceğiniz mesai.

 

Var mısınız böyle keyifli ve yararlı bir çabaya girişelim hep birlikte? Varım diyorsanız, yanıtlarınızı bekliyorum. Direkt kendiniz de bağlantı kurabilirsiniz. http://www.yedikulehayvanbarinagi.com

 

Bu arada küçük bir hatırlatma.

Nazlı, Havuç, Çapkın ve Garip...

Sizi gördüklerinde, sel olup üzerinize akacaklar ve deli gibi sevinecekler. O mükemmel ruhlar, o kadar mütevaziler ki size ihtiyaçları olduklarını hissettirecekler. Sakın aldanmayın. Onlar, yokluğun her çeşidi içinde gülümsemeyi gayet iyi biliyorlar. Sevgiyi dibine kadar yaşama konusunda da uzmanlar. Onların sevgiye ihtiyacı var gibi görünse de yok aslında.

 

Orada doyurulacak olan onların değil bizim yüreklerimiz.

Çitlerin arkasında mahsur kalan onlar değil biziz çünkü...

 

 

burak@strategica.gen.tr

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!